BİR BİLGELİK GELENEĞİ OLARAK AHLAKÇILIK
Bir toplum üyesi olarak davranışlarımıza, düşünce, gelenek, görenek ve eylemlerimize kaynaklık eden ilkeler, değerler normlar bütünlüğüne, ‘ahlâk’ diyebiliriz. Ahlak ile toplumu savunma, beslenme ve üremesi için gerekli tedbirleri alır. Kural olarak üyelerine de uygulatır. Dünyanın neresinde olursa olsun her insan toplumu ahlâki (ve politik) davranışlar sergilemek durumundadır. Zira ahlâk, yaşam alanımızda kendilerine göre eylediğimiz kuralların çerçevesini oluşturur. Klasik ve geleneksel bir ahlâk tanımı da şöyledir: “Toplumsal törelere, alışkanlık ve kurallara göre yaşamayı bilmek”. Ayırt edici bir özellik olarak ahlâkın tarihsel toplumun bilinç, bilgi birikiminde örülmüş zihniyet dünyasında kendisi için en iyisi olduğuna karar vererek tamamen gönüllüdür. Ahlâkın, en güçlü zordan daha etkili ve sonuç alıcı bir uygulama, yaptırım gücüne sahip olan bir toplum dinamiği olduğu tartışma götürmez. Ahlâk topluma iyiyi, doğruyu, güzeli, vicdan bağıyla uygulatan toplumsal davranış olarak da özetlenebilir. İnsan toplumu sağlıklı bir toplumsallık süreci yaşamak istiyorsa, bunu ahlâki ve politik dinamikleri, kurumlarıyla birlikte yapmak durumundadır. “Toplumun politik hafızası” (Ali FIRAT) olan ahlâk toplumsal-kolektif işleri belirlerken; politika da yöntem zenginliği içerisinde akıl ve özgürlük sanatı olarak uygulama gücü kazanabilmesinin yolunu aydınlatır.
SINC’ın Tarihsel Hakikati
‘Nasıl yapalım’ın yörüngesi durumunda ‘neye göre yapılacağı’nın cevabını ahlâkta buluruz. Bir toplum için ekmek, hava, su kadar önemlidir ahlâk. Ki Aryenik bir dil olan Kürtçe bu konuda öğretici bir örnek sunar bize. Kürtler ahlâka “SINC” der. Sınc (ahlâk) veya “Sênc” (çeper, çit, bahçe duvarı) ahlâkın yaşamsal anlamını verir. Çünkü Sênc-Sinc, yaşamsal beslenme ihtiyaçlarımızı karşılamak için ektiğimiz bağ-bahçemizi genellikle yabani hayvanlardan veya sürülerden korumak amacıyla geliştirdiğimiz, orijinal ilkel savunma duvarımızdır. Sênci çürüyenin; beslenme, sağlıklı kalma, kendini savunma, koruma koşulları zayıflar. Tıpkı ahlâki özellikleri tasfiye edilmek istenen, bastırılan, sömürüye maruz kalan toplumların savunmasız, siyasetsiz, korumasız, kuralsız kalması gibi. Bu gerçekliğin yakıcı deneyimini de Kürtler ve benzer durumdaki halklar, büyük acılar pahasına öğrenmiştir.
ahlâk, bilinçli ve özgür insanın yaşam kılavuzu olarak anlam bulur. Yaşamsal önemde, bir eylem kılavuzu olan ahlâkın birkaç temel öğesinden söz edilebilir. Birincisi, her zaman bir alternative sahip olduğumuzun kabulüdür. Herhangi bir eylemde bulunmadan önce iyi veya kötü olanı doğru ya da yanlış olanı seçebilir, ona göre yaklaşım ve pratik sergileyebiliriz. İkincisi “politik hafıza” veya birikim-bilinç gücüyle her zaman bir değerlendirme, ölçüp biçme konumunda olup; farzı misal maruz kaldığımız herhangi bir yönelimde ‘gerçeklerden yana mı yoksa gerçek olmayandan yana mı tercih yapacağımızı belirler. Kuşkusuz bu tercihin, inşa ettiğimiz yarınımıza yön verdiğini biliriz. Üçüncüsü; insanın kanlı-canlı duygu yüklü, özgür irade sahibi bir ‘özne’ olduğunu; insanın ne bir makine ne de kadere boyun eğen, eğmesi gereken bir pasif ‘nesne’ olmadığı gerçeğidir. Dördüncüsü; sorumluluk öğesidir. Aktif ‘özne’ olarak özgür irademizle seçim yapıp eylemde bulunmuş ahlâki birey olarak, eylemlerimizin sonuçlarının sorumluluğunu üstlenmemiz anlamına gelir. Beşincisi; ahlâkın toplumsallığı konusudur. Bu nedenle de yapıp ettiklerimizin başkalarına etki, yansıma vb. boyutlarını da hesaba katmamız gerekmektedir. Aksi halde toplumsallığın, komunalitenin dışında kalmış veya kalacak olan bir bencil oluruz. Altıncı olarak; ahlâk, bir amaç doğrultusunda yaşamayı ve bireyin eylemleriyle bir karakter edinerek ahlâki ve politik bir ‘özne’ durumuna gelmesini sağlar.
Bu yazının konusu olmadığı için din-ahlâk ilişkisine girmeyeceğiz. Kuşkusuz ki ahlâk, dinleri de fazlasıyla etkilemiştir. Hatta dinlerin özü ahlâktır ve ahlâktan bağımsız bir din tanımlaması yapamayız demek mümkündür. Fakat biz esas olarak kendi toplumlarını etkileyen, yaşamlarına yön veren ve öne çıkan bazı ahlâk filozofları-peygamberler- din insanları üzerinde durmak istiyoruz. Bu sayede ahlâkın toplumlar üzerindeki etkisini daha anlaşılır kılmış oluruz, düşüncesindeyiz.
“Doğru Yalanı Daima Yener” (Zerdüşt)
M.Ö 6000 lerden 600 lere kadar her zaman dilimine yerleştirilebilen, bir karakter ve bireyden ziyade bir çizgi, bir felsefe; ahlâki-politik bir duruş olarak tarih sahnesinde yerini alır. Zerdüşt’e ilişkin farklı teoriler vardır. Üç Zerdüşt ve farklı kimlikler tartışma konusudur. Fakat hepsi de özünde birdir. O nedenle biz genel olarak Zerdüşt’ün ahlâk öğretisine odaklanacağız.
“Zagros dağlarının heybetli sesi” olan Zerdüşt, Ahura Mazda (Bilge tanrı – veya Efendi) inancında reform yapmış bir Mag rahibidir. Söz konusu Zerdüşt, “üçüncü-son Zerdüşt’dür. Kendisinin Kürt olduğu, Kürdistan’ın doğusunda yaşadığı bilinir. Günümüze de kalan yazılı metin Zend Avesta’da şu vurgular öne çıkar:
Ahura Mazda taraftarları değerli olan insanlara karşı mert olmalı.
Davranışlarında hakiki, dindar ve bilgece olmalıdır.
Herkese karşı açık kalpli ve doğru olup, sahteliği kendinden uzaklaştırmalıdır.
Düşünce iyi düşünülsün, söz iyi söylensin ve iş iyi yapılsın.
Bu ilke, “İyi düşün, doğru söyle, güzel yap” olarak da bilinir.
Zerdüşti ahlâk; doğayla dost, kadın-erkek ilişkilerinde eşitlikçidir. Tarihin ilk vejetaryeni olma ihtimali yüksek olan Zerdüşt, hayvanların yününden, sütünden yararlanmayı esas alır. ‘Beslenme ihtiyacı’ adına hayvanların kafası hoyratça koparılmaz. Bir köpeği sakatlamanın ve beslememenin cezası kırbaçlamaya kadar varır.
Tek tanrılı dinlere “cennet” olarak yerleşen “Temizler Şehri’ne” girmenin şartı; ahlâklı olup manevi hazzı, maddiyatın önünde tutmak ve insanlara gerçeği söyleyip mütevazi yaşamaktır. Yalan, ikiyüzlülük mutsuzluk sebebidir, uzak durulmalıdır.
Zerdüştlüğün günümüzde bile Kürt toplumu arasında ve diğer dinler üzerinde (ismi değiştirilmiş olsa bile) güçlü etkileri vardır. Êzîdî ve Alevi Kürtler, canlı ve güçlü temsilcileridirler. Bu Kürt topluluğunun ailesi içinde, kadın özgürlük düzeyinin diğer Kürt, komşu Türk, Arap ve Fars ailelerine göre daha yüksek olması da yine Zerdüşti inanç ve kültürden kaynağını almaktadır.
Zerdüşt’e göre toplum bireyleri sorgulayan, arayış içinde olan, buldukları cevaplar temelinde de, doğru ve güzeli tercih eden insanlar olmalıdır. Buna göre Zerdüşt 15 yaşını dolduran her kadın ve erkeğin kendisine sorup cevaplarını bulmakla yükümlü oldukları sorular sorar:
“Ben kimim?
Kime aidim?
Nereden geldim, nereye gideceğim?
Bu dünyada görevim nedir, öteki dünyada ödülüm ne olacaktır?
Görünmeyen dünyadan mı geldim? Yoksa hep bu görünen dünya ya mı aidim?
İyiliklerin mi arasındayım yoksa kötülüklerin mi?
İnsan mıyım yoksa kötü bir ruh mu?
Selamete götüren kaç yol vardır?
Kimdir dostum, düşmanım kimdir?
Prensip tek midir, yoksa çift midir?
İyilik kimden gelir, kötülük kimden gelir?”
Görülüyor ki, Sorular, çok sonraları “Sorgulanmamış yaşam, yaşam değildir”, diyen Sokrates’in sorularına açıkça kaynaklık etmektedir.
“Ateşi Ateşle Söndüremezsin” (Buda)
Özellikle kapitalist modernitenin toplumsal kanserleşme düzeyine varan yaşam tarzından dolayı manevi huzura hasret kalan insanlar, stres ve depresyondan kurtulmak için günümüzde fazlasıyla Budizm’e ilgi duymaya başladı. Buda’nın tarihsel hikayesi oldukça ilgi çekicidir. Bir sarayda, el üstünde tutularak büyütülüp, toplumsal hakikatler ve sorunlardan oldukça uzakta yetişen bir prens olarak Buda ( aydınlanan kişi), toplumun yaşadığı acı gerçeklik ile yüzleşince, sarsılmış ve insanlığı derinden etkileyen felsefi-dini öğretisini geliştirmiştir. Budizm, insanın belli bir öz disiplin ve nefis terbiyesiyle doğru temelde yoğunlaşması durumunda, acıdan kurtulup manevi-zihinsel hazzın ve özgürleşmenin zirvesi babında ‘Nirvana’ya ulaşabileceğini ifade eder.
Buda’ya göre insanlar Nirvana’ya – buna hakikat de denilebilir-ulaşabilir, ancak bunun için bir anlamda kendisini inşa manasına da gelen nefsi terbiye ve bilgeliği edineceği aydınlanma gereklidir.
Bu esas üzerinden Budist düşünce sistematiğini ele almak gerekirse;
Dört Yüce Hakikat
Acı, vardır.
Acının sebebi, arzudur.
Acıya sebep olanlar dışarıda bırakılarak Nirvana’ya ulaşılır.
Acıdan kurtulmanın yolu, Yüce Sekizli Yol ‘dur.Dört yüce hakikati ‘yolun girişi’ olarak da okumak mümkün. Ardından gelen, fikir-zikir-eylem bütünselliğinde anlama kavuşan, Yüce Sekizli Yol ‘dur.
Yüce Sekizli Yol
1-Doğru söz
2-Doğru eylem
3-Doğru rızk
4-Doğru çaba
5-Doğru düşünce
6-Doğru düşüncenin yoğunlaşmas
7-Doğru görüş
8-Doğru çözüm
Buda’dan önce var olan Veda (Veda = bilmek) dini ile Buda’nın kurtuluş ideolojisinin çatışma ve etkileşiminden, daha sonra sentez olarak Hinduizm doğacaktır.
“Karanlığı Lanetlemektense Bir Mum Yakın” (Konfüçyüs)
Zerdüşt ve Buda’nın çağdaşı olarak Çin’de güçlü hanedanların dağılmasıyla doğan boşluk ve toplumsal karmaşaya–kargaşaya çözüm için çabalayan önder kişiliklerden biri de Konfüçyüs’dür. Merkezi hegemonik devlet geleneğinin etkisiyle olacak ki, hiyerarşik, devletçi, feodal ahlâk kuralları önermiştir. Konfüçyüs, Tao’ya (Tao = nehir yolu, “doğal yol” ya da “doğa yasası”) ulaşmak için beş temel ilke belirler ve herkesin onlara uymasını ister.
Yönetici, yöneticiliğinin gereğini yapar.
Kadın, eşitliğin gereğine göre yaşar.
Oğul, babaya tam bağlılığının gereklerini yapar
Küçük kardeş, büyük kardeşe uyar.
Herkes arkadaşlığın, gereklerine uymasını bilerek yaşar.
Konfüçyüs’ün bu geleneksel toplum anlayışının yanında dini ve ahlâki felsefesini de özetlediği dört temel ilkesi ise şunlardır:
Jen= İnsana insanlığını veren şey, bütün eylemlerinin kaynağıdır ve bu sevgiye dayanır. Bu nedenle de bütün insanları sevmeliyiz. Erdemli olmak önce gerekeni yapıp sonra istemeyi gerektirir.
Jen’in özellikleri: alçakgönüllülük, dayanıklılık, sadakat, sağlamlık, doğruluk ve dürüstlüktür. Jen’i özümseyen başkasının eksikliklerini söylemezken, öz eleştirel davranış sergiler.
Li = “Din” demektir. Toplumsal düzeni tesis eden genel törensel ilkelerdir. Oruç tutmaktan, konuşma, yemek yeme, giyinme, mimiklere kadar bir dizi kural belirler. Düşünce ve eylemde tutarlılığı esas alır.
Yi = Doğruluk anlamına gelir. Li’nin özü ve temelidir. Ahlâki bütünlüğün sonucunda olan eylemdir. Li’ye göre yaşayanlar Jen’e ulaşırlar
Hsiao = Nesep (soy, baba soyu) dindarlığı. Ataya, anaya, babaya saygıyı esas alır. İnsanların kendilerine ait olmadığını savunan Konfüçyüs, bir “üstün insan” ya da “üst insan” modeli–hedefi gösterir toplumuna. Buna göre akıllı, cesur, nazik, müziğe bağlı, açgözlü olmayan, mütevazı insan, chun tzu= “üstün insan’dır.
Konfüçyüs’e göre, “doğruluk” kutup yıldızı gibi yerinde durur. Geriye kalan her şey onun etrafında döner.”
Sentezin Aydınlık Gücü: Mani
Özgür toplum, ahlâki düşünce ve direniş birikimlerini, nehirler ve dereleri kendinde toplayan bir derya gibi bağrında taşıyan Mani’nin, ahlâki- felsefi öğretisinde bir sentezleme mevcuttur.
Kendi ifadesiyle, her fikrin kabuğunu kırıp, özünü almayı-anlamayı amaç edinmiştir. Böylelikle de Roma ve Sasani imparatorluklarının zulmünden, esaretinden insanlığı kurtarıp, manevi temellere dayalı özgür bir toplumsallığı geliştirmek istemiştir. Hz İsa’ya benzer şekilde dönemin menakkede (Essenilere de benzerler) isimli komünal demokratik, vejeteryan ve ekolojik bilince sahip tarikatından etkilenir. Adının Aramicedeki anlamı da ışık kavramından türemiş “Aydınlatan” manasındadır.
Zerdüşt, Buda, Hıristiyanlık ve Grek felsefesinden oluşturduğu sentez inancını belli bir otoriteye, hiyerarşiye, ama en önemlisi de, öz disipline dayalı kadrolar olan SEÇKİNLER üzerinden inşa etmek istemiştir. Seçkinler, “Dürüstler ve hakikiler”dir. Onlar toplumun rol modeli olacaktır. Göle atılan taşın oluşturduğu halkalar çelik çekirdek kadroların katı ilkelere bağlı olarak sürdükleri yaşam standartlarını belirleyecektir. Sempatizan diyebileceğimiz “Dinleyiciler”e gelince kurallar biraz daha esnek uygulanacaktır.
Alevi inanç felsefesindeki “Eline, diline, beline hâkim ol” düsturunun benzeri şekilde Seçkinler’den üç mühür ile yaşamlarını sürdürmeleri istenir:
Ağız Mührü: “Tüm kötü sözleri ve kötü yiyecekleri yasaklar.”
El Mührü: “Canlı varlıkların içindeki ışığa zarar vermeyi önler; insan ve hayvanları öldürmemek, bitkileri, çiçekleri, meyveleri dalından koparmamak” vb.
Gönül Mührü: Mani inancına ve yaşam tarzına karşı olan her düşünceyi yasaklar.
Dinleyiciler için olan On Emir’de şöyledir;
Geçirilmiş olan zamana (Tarihe) inanmak.
Çok tanrılı döneme inanmak.
Yalandan kendini korumak.
Kötü insan olmamak.
Et yememek.
Başkasının namusuna kötü gözle bakmamak.
Hırsızlık yapmamak.
Okumak, sihirle hakikati tanıyarak bunları birbirinden ayırmak.
Toplum içerisinde inançlı olmak
İşinde gevşek ve ihmalkâr olmamak.
Mani’nin zengin canlı, özgür ahlâk felsefesini savunan devrimci fikirleri, iktidarları rahatsız etmiştir. Roma İmparatoru Diocletianus M.S.279’da “Tüm Manici yazıların yok edilmesini” emrederken, Sasani imparatoru 1. Hürmüz tarafından ise dini kadroların telkiniyle Mani katledilmiştir. Böylece gerçek bir Rönesans ve ahlâki-felsefi devrimsel patlama Mani şahsında engellenmiştir.
Bahsi yapılan felsefi çıkışların gerçekleştiği coğrafyalara, şimdi de bakıldığında baskın bir ahlâkçılık göze çarpmaktadır. Dini formlar, kurallar biçiminde ifadeye kavuşan, toplumu etkileyen durumlar olsa da, toplumu esas olarak ayakta tutan ilkeler ahlâkidir. Budizm’in hakim olduğu Hind yarımadasında, Taoizm’in hakim olduğu Çin’de ve Zerdüşt’ü geleneğin hala Canlı olduğu Kürdistan coğrafyasında hayata şekil veren, anlam kazandıran temel değerler, adı geçen ahlâk filozoflarının öğretilerinden ibarettir. Ki buralar aynı zamanda toplumsallığın daha canlı olduğu insanların, resmi hukuk kurallarından ziyade ahlâk yasalarını öncelediği alanlar oluyor. Kuşkusuz buralarda da devletler var, onların hukukları var fakat başat olan ahlâki kurallardır. Kapitalist modernite koşullarında dahi böyle bir yorumda bulunmak, bu büyük ahlâkçıların bugüne bir yansıma halidir.
MAHİR TUNÇ
YORUM GÖNDER