DÜŞMAN HUKUKU VEYA İLKEL İNTİKAMCI ZİHNİYET
Türk devletinin zindanlarında özellikle son dönemlerde tutsaklar hayatını kaybediyor. Garibe Gezer, Halil Güneş ve Abdulrezak Suyur bunlardan sadece birkaçı. Bu ölümleri normal görmek, biyolojik ve fiziyolojik sorunların sonucu olarak değerlendirmek bizi yanılgıya götüreceği gibi, onların devrimci anılarına da büyük haksızlık olacaktır.
Bir ülkenin zindanları o ülkeye hükmeden devlet ve iktidarın aynasıdır. Zindanlar iktidarın maskesiz olarak hükmettiği, o çirkin ve bir o kadar gerçek yüzünü gösterdiği somut mekanlardır. Bugün Türkiye’de on binin üzerinde insan siyasal nedenlerle, yüz binlercesi sosyal sorunlar nedeniyle zindanlarda. Sürekli yenileri yapılmasına rağmen zindanlar tutsaklara yetmemektedir. Mevcut zindanlar tıka basa dolu durumda. Katiller, tecavüzcüler, çeteler iktidarın lütfuyla serbest bırakılırken, devlete, iktidara muhalif olanlar ise onlarca yıla varan cezalar verilerek zindanlarda adeta çürütülüyor.
BU ZİHNİYET IRKÇIDIR MİLLİYETÇİDİR FAŞİSTTİR
Bugün Türkiye ve Bakurê Kürdistan’daki zindanlarda faşizm en çıplak haliyle uygulanıyor. Faşizmi yoğunlaştırıp somut bir mekana dönüştürmek isterseniz karşılığını bu zindanlarda görebilirsiniz. Bu zindanlarda evrensel hukuk kuralları geçerli olmadığı gibi devletin mevcut anayasal kuralları da keyfe göre uygulanıyor. Dışarda devlet beslemesi mafya grupları ve tüm kolluk güçleri, nasıl toplumun başına bela kesiliyorsa, birer ceberuta dönüşüyorsa, bu hak ve cesareti, gücü kendinde görebiliyorsa, zindanda da her bir gardiyan her bir görevli tutsaklar karşısında benzer bir kudreti kendinde görerek cellat kesiliyor. Zindanlarda yasalar değil, hele hele hukuk hiç değil, devlet zihniyetinden beslenen bu güruhların keyfiyeti hakim.
Bu zihniyet ırkçıdır, milliyetçidir, faşisttir. En başta Kürt halkının inkarı ve imhası üzerine kurgulanmış ve kodlanmış bir zihniyettir. Özgür Kürde düşmandır. Bunların nezdinde Kürt ve Kürdistan kavramları anlamsal ve kurumsal olarak tarihten ve hafızalardan silinmesi gereken olgulardır. Türklüğün varlığı ve geleceğini Kürt ve Kürdistan’ın yok olmasında gören bir zihniyettir.
UYGULAMALAR YASAYA GÖRE DEĞİL ÖLDÜRÜLMEYE GÖRE AYARLANIYOR
Kürt Özgürlük Hareketinden direkt ve dolaylı olarak tutuklanan her devrimci-demokrat insan bu devlet zihniyetinin nezdinde düşmandır. Tiyatrovari göstermelik bir yasal sürece tabi tutulsa da yaklaşım ve uygulamalar her zaman düşman hukukuna göre olmuştur. Evrensel hukuku esas alan ve yasa ile kendini bağlayan devletlerde suç işlemiş bile olsa, ceza verdiği kişi onun vatandaşıdır. Vatandaşın yasal hakları ve güvenceleri vardır. Ancak düşman hukukuna göre hareket eden devlet ve iktidarlarda “suç” işleyen artık vatandaş değil, ezilmesi, yok edilmesi gereken bir düşmandır. Bu nedenle uygulamalar yasaya göre değil, düşman olarak görülen kişinin bitirilmesine, tekrar mücadele edemeyecek şekilde etkisiz bırakılmasına, hatta öldürülmesine göre ayarlanıyor.
MASKELER DEĞİŞMİŞ AMA ÖZGÜR KÜRDÜ YOK ETME AMACI HİÇ DEĞİŞMEDİ
Düşman sorgularında işkenceciler bize şunu söylerdi, “şimdi belki ölmeyeceksin, ama içini çürüteceğiz, zamana yayılmış bir ölümü tadacaksın” diyorlardı. Kışın ortasında kara yatırma, çıplak bedenlere soğuk su dökme, elektrik verme ve daha nice işkence bu nedenle uygulanırdı. Cezaevi süreci aslında bu sorgulardaki uygulamaların daha inceltilmiş yöntemlerle uygulanmasından başka bir şey değildir. Zindanın fiziki koşulları bile tek başına bu hedefe göre kurgulanmıştır.
12 Eylül sonrası Amed’teki işkencelerden, Esat Oktay Yıldıran’ın uygulamalarından tutalım 24 Eylül Amed Zindan Katliamına, 19 Aralık Katliamına ve günümüze kadar sömürgeci Türk devletinin zindan politikaları hep bu çerçevede olmuştur. Taktik ve yöntemler değişmiş, maskeler değişmiş, ama özgür Kürdü ve devrimci her türlü muhalefeti yok etme amacı hiç değişmemiştir.
Ulus devletin bu faşist zihniyeti tüm uygulamaların esas nedeni ve kaynağıdır. Devrimci tutsaklara “asmayalım da besleyelim mi” zihniyetine göre yaklaşılmaktadır. İdam edemiyorsa da idamdan beter koşullarda tutarak tutsaklar katlediliyor. Bu uygulamaların en sistematik ve keskin hali İmralı’da Önder Apo’ya karşı uygulanıyor. Devletin faşist generali, Önder Apo için “idam etmedik, ama her gün öldürüyoruz” demedi mi? Bu ve benzeri uygulamalar genişletilerek tüm zindanlarda hayata geçiriliyor.
Düşman hukukunda tutsağın yasal hakları bir tarafa bırakılır. Tutsağın devlete karşı başkaldırma kapasitesine bakılır. Zindandan çıktıktan sonra devrimci mücadeleye devam edebilecek mi edemeyecek mi ona bakılır. Devlet tutsakları hasta edecek koşullarda tutarak, tedavi etmeyerek, hatta yanlış tedaviler uygulayarak fiziki olarak sakat bırakmanın, öldürmenin yanında çeşitli gerekçelerle ek cezalar vererek zindanda tutmaya devam eder. Örneğin direnen tutsaklara disiplin ve hücre cezaları vererek infazları yakılmakta, düşüncelerini ifade ettikleri için davalar açılmakta ve ek cezalar verilmektedir. Bu yetmemiş olacak ki, geçen sene oluşturulan bir “iyi hal kurulu” ile cezaları biten devrimci tutsaklara pişmanlık dayatılmakta, siyasi koğuşlardan çıkmaları isteniyor. Buna yanaşmayanlar ise tahliye edilmiyor.
İLKEL İNTİKAM DUYGUSUYLA HAREKET ETME BARBAR YAPILARDA GÖRÜLÜR
Faşist TC devletinin sahipleri demeçlerinde sık sık “biz bir aşiret, kabile devleti değiliz” diyerek böbürleniyor. Burada kabile ve aşiret yapıları ilkel ve geri görülerek küçümsense de aşiret ve kabilelerde ahlak ve toplumsal yaşam kuralları güçlüdür, buna sıkı sıkıya bağlıdırlar. Sömürgeci devlet bunların tırnağı bile edemez. Kendi koyduğu kurallara bile uymama, ilkel intikam duygularıyla hareket etme ancak Türk devleti gibi barbar yapılarda görülebilir. İlkellik, barbarlık kabile ve aşiret yapısında değil, ulus devletin ırkçı, militarist, faşist zihniyetindedir. Kendi dışındaki herkesi ötekileştiren, düşman olarak gören iktidarcı zihniyetindedir.
ZİNDANLARDA DİRENENLER BİZİM ONURUMUZDUR
Unutmayalım ki, devrimci tutsaklar, düşmana esir düşerek zindanda direnenler bizim onurumuzdur. Geliştirdikleri direniş çizgisi ve verdikleri bedellerle devrimde önemli bir rol oynadılar. Onlara sahip çıkmak tüm toplumun görevidir. Kaldı ki, bu tutsaklar kendileri için bir şey istemiş de değiller. Talep ve istemleri toplumsaldır. Halkımızın ve halkların geleceği içindir. Onlar da biliyorlar ki toplumsal kurtuluş olmadan, devrim mücadelesi amacına ulaşmadan bireysel bir kurtuluş olamayacaktır. Bizden talepleri devrime, özgürlük amaçlarımıza kolektif sahip çıkmaktır.
Başta Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü olmak üzere tüm devrimci tutsakları zindanlardan çıkarmak toplum ve hareket olarak en temel görevimizdir. Devrimci halk savaşını geliştirerek, toplumsal savunmamızı daha fazla yaparak ve en önemlisi de sömürgeci zihniyeti ve onun somut ifadesi olan AKP-MHP iktidarını tüm kurum ve yapıları ile işlemez kıldığımızda sadece Kürt halkının değil tüm Türkiye halklarının geleceği daha aydınlık olacaktır. Aksi durumda tüm Türkiye zindana dönüşecektir.
ORHAN KENDAL
(KAYNAK: ANHA)
YORUM GÖNDER