SOYKIRIM VE DİRENİŞ
Kürdistan ve Ortadoğu coğrafyasında yaşananlar kuşkusuz ilk değil. Kürdün yaşamı hep sırat köprüsünde geçti. Ve bu, ‘kader’, ‘takdiri ilahi’ safsatasıyla beyinlere, yüreklere kazıtılmak istendi. Dini söylevler, siyasi propagandalar, kültürel organizasyonlar, sosyal-politikalar, sömürgeci ekonomik kıskaç yetmediğinde, ulus-devletin sömürgeci hukuku şaşmaz biçimde hep işletildi. Var olan hukuk da fazla görülerek AKP’ye has özel kanunlar, kanunsuzluk Kürtler den başlamak üzere demokratik, muhalif kesimleri ve giderek tüm toplumu kapsar hale geldi. Toplum açık kafese alındı. Kadınlara ise harem kültürü dayatıldı. Kadınların örgütlülüğü, kurumları, bedenleri, iradesi; cinsel, siyasi, sosyal, kültürel şiddet metotları ile hedeflenerek teslim alınmak istendi. Devlet olmanın kendisi de zaten toplumu kafesleme, her bireyini devlet kutsallığı adına iktidarın kulu, kölesi yapmaktır. Devlet, erkek iktidar erkin örgütlü sistemidir. Devletin kendisi incelendiğinde karşınıza iktidar ve egemen erkeklik çıkar. Karakteri, kadınların modern köleleştirilmesi üzerinden sınıfsallığa, hiyerarşiye, zora, zulme, köleliğe, sömürgeciliğe, zorbalığa dayanır. Başka türlü devlet var olamaz, kendisini sürdürülür kılamaz. Yapısal hakikati budur. Kimileri bunu liberal, sosyal demokrasiyle yumuşak işletmekte, kimileri ise en gaddarca. İşletme diyoruz çünkü devlet, çok ortaklı elit çıkar grupların şirketidir. Rejim değişikliği, devletin özünü değiştirmez. Nihayetinde devlet olmanın gereği, iktidarı güçlendirmektir. Ve varacağı nokta faşizmdir.
Demokrasi ve iktidar bir arada yaşayamaz
Eğer gasp, hırsızlama yumuşak politikalarla yürütülemiyorsa devreye sertlik politikası girer. Faşizm dışarıdan türetilen, sonradan devlet zihniyetine, yönetim anlayışına eklemlenen bir olgu değildir. Devletin özünde vardır. İktidar, devletin bekası, vatanın kurtuluşu/savunması adına dilediğince hüküm sürmek için topluma her türlü kötülüğü yapmaktan asla çekinmez. Önemli olan iktidarın yaşatılmasıdır. Ve iktidar hep büyümeyi, güç biriktirme kanununa göre sağlar. Ya iktidarsın ya değilsin. Biraz iktidar biraz demokrat, biraz yöneten biraz halkçı olunamaz. İki zıt varlığın çeşitli manevralarla, siyasi, ekonomik, sosyolojik, kültürel yollarla bir arada tutulması devlet zorakiliğiyle olur. Buna tahammülü kalmayan toplulukların tepki göstermesi devlet ile toplum, devlet ile halk arasında şiddetli gerilimlere, çatışmalara yol açar. Radikal mücadeleye geçiş dönemleri de sıkça yaşanır. En sade tanımıyla demokrasinin halkın kendi kendisini yönetmesi olduğunu herkes bilir. Kendi kendini yönetme döneminde ise devletin imkanlarını ele geçirmiş iktidarlara gerek kalmaz. İktidarın olduğu yerde kadın özgürlüğüne, toplumsal özgürlüğe, birey haklarına, demokrasiye yer yoktur. İmparatorlukların, hanedanlıkların yerini ulus-devlete bırakmasıyla ‘demokratik iktidarlar’ kavramı üretildi. Demokrasi ve iktidar bir arada yaşayamaz. Görece daha yumuşak politika izleyen, insan haklarına saygı gösteren Batılı devlet modeli de var. Bu denge, uzlaşı durumudur. Ancak hangi Batılı devlet halkın topyekûn talebine, mücadelesine, isyanına gül dağıtmıştır. Gaz, cop, kurşun, tutuklama, katliam vb. zor, şiddet yöntemleri demokrasi mücadelesi verilen her ülkede yaşandı, yaşanıyor. Yasallaştırılmış seçim kanunları, iktidarın toplumca kabullenişini sağlamak, meşruluk kazandırmak içindir. Planların tersine sistem karşıtı bir partinin veyahut siyasi görüşün seçimi kazanması halinde ise ya sonuçlar kabul edilmez ya darbe yapılır ya da çeşitli hilelerle halkın oyları çalınır, iradesi tanınmaz. Toplumdan yasal veya gayri meşru yollardan çalarak zenginleşen devlet aygıtı, her türlü askeri-siyasi-ekonomik gücü elinde tutar, karşısında ise toplum güçsüz, devlete muhtaç, bireysel imkanları dışında elinde hiçbir şeyi olmayarak savunmasız bırakılır. Güçlü devlet otoriterlikle eşdeğer tutulur. Otoriteyi neye göre sağlar? İktidar, askeri şiddeti sözde kamu güvenliği olarak elinde tutarak bastırma, imha dahil her türlü zoru devreye koyar. Devletin yarattığı mağduriyete, adaletsizliğe tepki gösterildiğinde anayasa veya hukukun üstünlüğü denilen toplum karşıtı ferman hatırlatılır. Herkes birden bire devlet karşısında “suçlu”, “terörist”, “vatan haini”, “devlet düşmanı” oluverir. Bu türden suçlamalar ile idam, ölüm dahil devletin her türlü zulmüyle karşı karşıya kalır.
En büyük terörist devletlerin kendisidir
Yasaları yapan iktidardır. Toplumu 24 saat yönlendiren, zihninde hakimiyet kuran, kimliğini, kişiliğini, politik, sosyal yönelimini yönlendiren iktidar, sanki çok özgür, tarafsız, bağımsız bir ortam varmış gibi bir de referanduma başvurarak anayasayı toplumun teveccühü olarak sunar. İktidar bundan yola çıkarak halkın desteğini kendi hanesine geçirir. Bir deccal’a dönüşen devlet, her şeyiyle sistemleştiğinden değişimi de zor olur. Halk arasında ‘başına talih kuşu kondu’ tabiri, devletin sahip olduğu imkanların zenginliğine göndermedir. Tek imkan sahibi olan devlettir. Toplum ve birey devlet karşısında çırılçıplak ve yalnız bırakılır. Umutsuz, gündelik karın tokluğuna yaşamaya çalışan zavallılar sürüsü çoğaltılır. Toplum sürüleştirilir ki çobanı devlet olsun. Sürü toplumundan çıkıldıkça iktidarla karşı karşıya kalmamak mümkün değildir. Kadınlar, toplumlar, gruplar hiçbir zaman tamamen sürüleşmemiştir. İktidar eksenli, devletli yaşamaya zor ya da yumuşak politikalarla alıştırılsalar da tarihin her döneminde isyan, ayaklanma, mücadele hep baş göstermiştir. Kimi zaman başarmış kimi zaman yenilgiye uğramıştır. Günümüz dünyasında da böylesine çetin bir mücadele içindeyiz. Kapitalist sistemin acenteciliğini yapan ulus-devletlerde para, azami kar her şeyin üzerinde tutulur. Bu vahşet ortamında insanlık, insan olmada ısrarını sürdürmektedir. Kadınların mücadelesi bunu özetler. Bir yerde kadınlar ayağa kalkmışsa, silahlanmışsa, eylemdeyse orada yaşama sahip çıkma vardır ve toplumun iradesini temsil eder. Şimdi, üçüncü dünya savaş gerçeğinde yumuşak dönem kapanmış, yerini sertlik dönemine bırakmıştır. Hukuk anlamsızlaşmıştır. Güçlü olanın hükmü ve hukuku geçerlidir. En büyük terörist devletlerin kendisidir. Her türlü yıkımı, zulmü, katliamı, soykırımı yapmasına rağmen uluslararası alanda geçerli olan yasallığı devlet olarak tanındığından iktidarlar yargılanmaz. Ancak iktidarlar kaybedince yargılanır. Kadınlar, halklar gücünü örgütlülüğünden, mücadele sürekliliğinden alır. Gerçekte gelecek kaygısı taşımak demek birey ya da aile, çevre olarak maddi güç biriktirmek, devletli toplumsal düzene riayet etmekle olmaz. Bir ömür boyu çalışarak, alın teri dökerek biriktirilen maddi değerlerin bir gece ansızın, bir gün herkesin elinden kayıp gittiği süreçleri yaşadık. Bırakalım maddi değerlerin kayıpları şehirler yıkıldı, köyler yakıldı, aileler toplu katledildi, göçertildi. İşte Kobanê’de, Şengal’de, Efrîn’de bunları yaşadık. Afganistan halkı da bunun başka bir versiyonunu yaşamakta.
Kürtler DAIŞ’e karşı direnmeseydi DAIŞ de resmen tanınacaktı
AKP-MHP faşist iktidarı toplumun üzerinden buldozer gibi geçmiş, topyekûn savaş açmıştır. İçerde savaş halindeyken, sınırlarının dışında da -başta Kürt yerleşim yerleri olmak üzere- Ortadoğu’da hükümranlık alanlarını genişletmek arzusuyla saldırmaktadır. En büyük korkusu kadınların özgürlüğü ve Kürt halkının özgürlüğüdür. Çünkü kadınlar ve Kürt halkı, Ortadoğu halklarının kaderini tayin edici kilit roldedir. Bu dinamiğin önünü almak isteyen faşist AKP iktidarı, Rêber APO üzerindeki mutlak tecridi sürdürmekte, hareketimizi terörist ilan ederek uluslararası alanda engelsiz yürümek istemektedir. Batılı toplumlar her ne kadar -halkın mücadelesi, baskısı sonucu- kerhen arada bir ses çıkarsa da esasta ortak planlarıdır. Faşist Türk devleti uluslararası güçlere rağmen bu stratejinin sahibi değildir. Strateji özgür Kürdü imhayla bitirmek ve geriye kalanı sindirerek teslim almaktır. ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ kapitalist yeniden paylaşım projesidir. Sistemin yaşaması için halkların hiçbir değeri yoktur. Daha düne kadar terörist listelerinin başında yer alan Taliban ile anlaşma ve görüşme halindeler. Nihayetinde Afganistan katliamcı, gerici, kadın düşmanı AKP dostu Taliban’a teslim edildi. Kürt gerillalarının Kürdistan’daki mücadelesi, savunması olmasaydı, kadınların direnişi olmasaydı, Kürtler DAİŞ’e karşı savaşıp direnmeseydi aynı güçler, çoktan DAİŞ’i de resmen tanıyacaklardı. Taliban, DAİŞ, Boko Haram, El-Kaide, Müslüman Kardeşler ve AKP birdir. AKP’nin bu belli başlı vahşi çetelerle ilişkisi ayyuka çıkmışken, en büyük finansör ve garantörleri olduğu belgelerle deşifre edilmişken tek bir adım atılmadı. AKP iktidarı fuhuş, uyuşturucu, çete organizasyonudur. Herkesin bildiğini çete başı Sedat Peker ayrıntılarıyla ortaya koymakta. Şahlandırılan Türk milliyetçiliğinin, AKP soslu dinciliğin altında kadınların pazarlanması mevzusunda Aliye Uzun açığa çıkmış bir numunedir. AKP-MHP, en büyük alçaklığın, ahlaksızlığın, kirliliğin iktidarıdır. Suçlarını gizlemek adına içerde mücadeleci kadın hareketleriyle, kadınlarla, toplumla savaş, dışarda halklara karşı savaş halindedir. Rojava’da, Şengal’de tüm Kürdistan’da kadınlar ve Kürtler birincil hedefidir. Öz savunma örgütleri imha edilmek istenmektedir. Her türlü askeri teknik donanımla askeri zorbalığın iktidarda olduğu bu dönemde kadınların, halkın öz savunma örgütlenmesi hayati önemdedir.
Direnen kadınlar umudun kendisidir
En örgütlü, mücadeleci kesim kadınlar ve Kürt halkı olduğundan öncelikli hedef olarak bitirildikten sonra toplumun geri kalanını ele geçirme gayesindedir. Direnen kadınlar Kürt halkı, Türkiye toplumlarının, Ortadoğu halklarının değişim gücüdür, umudun kendisidir, mücadelenin iradesi ve kimliğidir. Kadın düşmanı, Kürt düşmanı, özgürlük ve demokrasi düşmanı, suç şebekesi AKP faşist rejimini çökertmek tarihsel stratejik sonuçlara yol açacaktır. AKP’yi çökertmek, ismi geçen tecavüzcü, katil sürüsü çete örgütlerinin büyük oranda bitirilmesi, desteksiz kalmasına yol açacaktır. Bu, dünya tarihinde yepyeni bir dönem başlatacaktır. Kadınların özgürlük çağı, halkların demokrasi çağı, ulus-devlet hastalığıyla bölünmüş, milliyetçilik propagandasıyla şişirilmiş ve birbirinden kopartılarak kapitalist devler karşısında güçsüzleştirilmiş halkların demokratik ulus çağı başlamış olacak. Görünürde ayrı devlet olup kendi aralarında ekonomik, askeri, siyasi güç toplama rekabeti sert ya da yumuşak süreçlerden geçse de kapitalist devletler, kapitalist sistemin çıkarları uğruna askeri-siyasi-ekonomik her türlü işbirliği içindedir. Ayrı devletler olup ancak kadınlara, halklara karşı politikaları birdir. Buna karşı kadınlar, gençler, halklar neden güçlerini birleştirmesin? İnsanlığın özüne aykırı, toplumsal yaşama aykırı, toplumun sürdürülmezliğini sağlayan, dünyanın eko-sistemini bozan, talan eden, dünyayı, yaşadığımız coğrafyayı yaşanmaz hale getiren, kıtlık ve açlık sınırında tutan, giderek temiz içme suyu bile bırakmayan bu vahşi sisteme karşı hiçbir insan sessiz kalamaz. İnsan olmada ve insanca yaşama ısrarımız askeri-politik-ekonomik zorba güçlere karşı, askeri-politik savaşı güçlendirmekten geçer. Kürdistan halkı için bunun adı ‘Devrimci Halk Savaşı’dır. Kadınlar için bunun adı kadın özgürlüğüyle devrimci halk savaşını örgütlemektir, katılmaktır. Her bireyin tüm yaşamını geleceği için devrimci halk savaşına göre örgütlemesidir. Üstelik Kürdistan’ın her yerinde bunun örgütlülüğü bin bir emekle, bedelle yaratılmıştır. Hiç kimse sıfırdan bir şeyi yaratma zahmetine girmeyecek kadar her türlü mücadele imkanı vardır. Altın tepside herkesin önünde durmaktadır. Bunun anlamı, düşmanla savaşı salt gerillanın savaşı olmaktan çıkarmaktır. Artık kadınların, gençliğin, halkın toplumsal mücadelesi gerillaya destek mücadelesi olmaktan çıkmıştır. 3. Dünya savaş gerçeği, AKP faşizminin örgütlenme, saldırı ve imha gerçeği herkesin devrimci halk savaşına birebir katılımını gerektirir.
Şengal halkı kimsenin enstrümanı olmayacaktır
Kuruluşunu ilan ettiği 23 Nisan 1920’den, Şengal’in DAİŞ’ten kurtarıldığı 2015’e kadar Şengal’in ismini bile anmayan faşist Türk devletinin Şengal’i bu denli hedef almasının amacını bir kez daha irdelemek de fayda var. Musul kentine 120 kilometre, Türkiye’ye 80 kilometre uzaklıkta olan ve hiçbir sınırı olmayan Şengal her gün Türk devletinin saldırısına maruz kalmakta. AKP’nin, Êzidîlik inancının kültürel, fiziki ve manevi olarak yaşatıldığı, Êzidîlik inancı açısından sembol olan Şengal’i 2015’ten bu yana saldırı kapsamına almasının Êzidîlik-Kürtlük düşmanlığına dayanmaktadır. Êzidîler, DAİŞ katliamından geçerken birebir destek veren faşist şef Erdoğan’ın hayalleri Şengal’in kurtuluşu ardından yerle bir olunca, DAİŞ’ten görevi devraldı. Ardından KDP’yle anlaşmalı Roj peşmergeleri adı verilen kontra toplama askeri birliklerle Şengal sınırına dayanarak Şengal’e savaş açtı. Êzidîlerin özerk sisteminin ortadan kaldırılması için KDP’yle her türlü kirli işbirliğine girdi. Buna Irak’ı da dahil ederek 9 Ekim Komplosu olarak ifade edilen (Irak-AKP-KDP) anlaşmayla Şengal’e büyük baskı kurdular. Êzîdxan Halk Meclisi ve tüm kurumları bu baskılara boyun eğmeyince yeniden Şengal’e karşı hava saldırıları başlatıldı. PKK’nin varlığı bahane edilerek dünyanın gözü önünde Şengal’in siyasi-askeri temsilcisi, YBŞ Komutanı Seîd Hesen, yeğeni İsa Xwedêda ve beraberindekiler hunharca katledildi. Ardından Şengal’deki hastaneye hava saldırısı düzenlenerek yeni katliam eklendi. Oysa Şengal’in askeri-siyasi hiçbir kurumunun şimdiye kadar Türkiye’ye karşı bir tehdidi, saldırısı veya savaşı olmamıştır. Şengal halkı, özerkliğini ve varlığını savunma dışında ne Irak ne de KDP için bir tehdittir. Buna rağmen KDP ve AKP’nin soykırımcı politikalarına tercüman olan Rudaw, K24 gibi basın organları gece-gündüz Şengal’de PKK’nin varlığına işaret ederek Türk savaş uçaklarının vuruşuna meşruluk gayretini sürdürmektedirler. Êzidîlerin kanı üzerinden siyasi pazarlık yapan, düşmanla işbirliğine oturan KDP, tarihe şimdiden kanlı leke olarak geçmiştir. KDP’nin, yıllardır kendi güdümünde tuttuğu, sus payı olarak kendi listesinden Şengal’den seçtirdiği bir-iki vekil ile öte türlü sömürdüğü ve üzerinde söz hakkı, temsil hakkı gördüğü Şengal gerçeği artık değişmiştir. Şengal halkı hiçbir siyasi partinin yedeği, siyasi enstrümanı olmayacaktır. Êzidîler çok acı çekti. DAİŞ’in 2014 saldırısıyla 73. Ferman olarak adlandırdığı vahşeti yaşadı. Kadınlar köle pazarlarında satıldı, insanlık satıldı. İnsanlık DAİŞ ile, kadınların, köle pazarlarının şehir meydanlarında yeniden kuruluşuna tanıklık etti. Meydanlarda gövdelerden koparılan başları, asılan, kurşunlanan çocuk, kadın, yaşlı ve gençlerin katledilişini gördü. İster Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi olsun, hiç kimseye inancından dolayı bu soykırım vahşeti yaşatılamaz. Êzidîleri, DAİŞ katliamına karşı korumayıp kaçan KDP, bu soykırımdan sorumludur ve Êzidîlere karşı suç işlemiştir, tarihsel olarak borçludur. Kontrolünde olan hava sahasını Türk savaş uçaklarına açan ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, Êzidîleri 21. yüzyılda yeniden imhayla yüz yüze bırakmıştır. Şengal’de yaşanan katliamın en büyük günahkarı ve suçun sahibidir. Nitekim Afganistan’da halkı Taliban vahşetiyle yüz yüze bırakan da aynı ABD’dir. Bu ikiyüzlü politikayı dünyaya haykıran Afgan kadınlarının deyimiyle evet ‘tek kelimeyle iğrençsiniz!’ Êzidîleri korumak, kendi insanlığımızı korumaktır, savunmaktır. Afgan kadınlarıyla da dayanışma içinde olarak mücadele etmek tüm kadın hareketlerinin biricik görevidir.
Demokratik Ortadoğu sisteminin inşasından korkuyorlar
Geçen yıl 12 Eylül’de startı verilen Önder APO’ya “Özgürlük Zamanı” hamlesi birinci yılını doldurmak üzere. Hamleye kadınlar başta olmak üzere toplumsal sahiplenme güçlüydü. Ancak hala Rêber APO’dan hiçbir haber alınamamakta, avukatları, ailesi dahil hiçbir görüşme yapılmamaktadır. Rêber APO kadınların, halklarımızın özgür geleceğini temsil etmektedir. Dolayısıyla Rêber APO’nun özgürlüğü hepimizin özgürlüğüdür ve savaşın sonlandırılması, çözümün kilididir. Rêber APO’nun Ortadoğu sarmalına getirdiği çözüm en makul ve gerçekçi çözümdür. Kürt halk düşmanı sömürgeci ve hegemonik güçler, çözümün gelişmemesi için tecrit politikasında ısrarlılar. Hareketimizin tasfiyesinde AKP’ye özel misyon ve rol verilmiştir. AKP’nin bu denli dizginsizce her yere saldırması tarihsel Kürt düşmanlığı kadar, Osmanlıcılık hayalinin önüne engel olmamızdan dolayıdır. Bu sebeple uluslararası güçler de AKP’ye bu özel görevi vermiştir. Afganistan’da ise katliamın, uyuşturucu ticaretinin nöbetçiliğini vermiştir. Rêber APO önderliğinde adeta yeniden uyanan ve bugün Ortadoğu’da değişimin iradesi olan kadınların, Kürt halkının Ortadoğu halklarıyla birleşerek inşa ettiği yeni demokratik Ortadoğu sisteminden korkmaktadırlar. Çünkü bu inşa, iflasta olan kapitalist sistemler çağını kapatacak, dünya tarihinde yeni bir çağın başlangıcına kapı aralayacaktır. Rojava kadın devrimiyle, toplumsal mücadeleyle böyle bir sürece girilmiştir.
Her mücadeleci kadın başarıya aday olmalıdır
Defalarca görüldüğü gibi ezilen hiçbir kesim, ulus, sınıf, topluluk asla egemen güçlere bel bağlamamalı, medet ummamalıdır. Hak uğruna hür iradeyle ve her türlü bedeli göze alarak savaşıldıkça, mücadele edildikçe onurlu, özgür bir yaşamın sahibi olunacaktır. Başkaları, verdiği desteğin ya karşılığını ister ya ona göre olmanı dayatır. Kapitalist çağda kapitalist güçlerin anladığı tek dil güç, çıkar, pazarlık ve kârdır. Her ne kadar yeri geldikçe özgürlük ve demokrasiden söz etseler de bunun uzun ömürlü olmadığı bilinmelidir. Özgürlük de demokrasi de paranın, kazancın sınırında geçersizleşir. Halklar, kadınlar bir tek kendilerine, kendi öz güçlerine güvenmelidir. Öz güç olmak da örgütlenmekten geçer. Örgütlenmenin başında öz savunma gelmektedir. Eğer öz savunmamız yoksa siyasetimiz de, varlığımız da, mücadelemiz de yok hükmündedir. Kürdistan gerçeğinde bunun dışında yaşama ve mücadele ortamı yoktur. Böyle bir zorunluluk bilinciyle her dönemden daha fazla her yerde öz savunmaya katılımı güçlendirmek hayati önemdedir. Tüm bu çalışmaların öncüsüz yapılmayacağı açıktır. Öncülükte derinleşme, gereklerini yerine getirmede her mücadeleci kadın başarıya aday olmalıdır. Başarıya olan inançla Şengalli kadınların, analarımızın, halkımızın direnişini selamlıyoruz. Direnişleri görkemli kavgamızın en güzel kızıllaşan gülleri olarak her daim kadın devrimimizi taçlandıracaktır.
RONAHİ SERHAT
YORUM GÖNDER