FEODALİZME YÖNELİK SON BİRKAÇ SÖZ
Feodalizm sürecine yönelik son olarak birkaç hususu da dile getirip anlatımı bitirelim. Çünkü esas olarak tek tanrılı dinleri ele alırken feodal süreci de ele almış olduk. Belirttiğimiz gibi tarihe yönelik birçok farklı yaklaşım vardır. Bu yaklaşımlar çerçevesinde uygarlık süreçlerine göre yapılan bölümlemeler temelinde Roma İmparatorluğunun yıkışından kapitalizmin doğuşuna kadar olan tarihsel bölüme feodal dönem denilmektedir. Marks, böyle tanımlıyor. Daha çok Ortaçağ dönemi, yani 5. yüzyıldan itibaren olan süreç feodalizm olarak kabul edilir. Köken olarak Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından itibaren başlayan feodalizm, tam kurumlaşmasına ise 9. yüzyılda ulaşır.
Önderlik, uygarlık tarihini bütünlüklü ele almak gerektiğini, uygarlık tarihini köleci, feodal, kapitalist vb. bölümlemelerle yorumlamanın sakıncalı olduğunu, bölümlemelerle tarif etmenin gerçekliği tam olarak ifadelendirmediğini belirtmektedir. Fakat bu tür tanımlamaların hâkim tanımlamalar olmasından da kaynaklı, kendi yorumunun anlaşılır olabilmesi açısından da bu kavramlaştırmaları kullandığını dile getirmektedir. Bu perspektifle uygarlık nehri içerisinde feodalizmi olgunlaşmış kölecilik dönemi olarak ele almaktadır.
Olgunlaşmış kölecilik sisteminden de anlayabileceğimiz gibi feodalizm köleciliğin genişlemiş, büyümüş, ilerlemiş halidir, devamıdır. Feodalizm kavram olarak toprağa dayalı işleyen sistem anlamına gelmektedir ve Latince feodum yani tımar (yani arazi tımarı) kavramından türetilmiştir. Kölelik döneminde esas sermaye insandır, ama feodalizmde esas sermaye topraktır, toprak mülkiyetidir. Sermaye değişmiştir. Kölelik sisteminde köle-efendi vardır. Feodal dönemde süzeren-vassal yani koruyan-korunan, serf-senyör, derebeyi veya ağa-uşak (xulam) vardır. Köleliğin yeni biçimidir aslında. Avrupa’da serf-senyör veya derebeyi, Ortadoğu’da derebeyi, mir, ağa-xulam vb. Kölelik sistemi yeni bir biçim almıştır. Aslında kölecilik sistemi çok değişmemiştir, sadece reforme edilmiştir. Sistemde reforma gidilmesinin ise sebepleri vardır.
Bunun en temel sebebi yaşanılan ekonomik bunalımdır. Roma İmparatorluğu sürecinde tarım ve tüm ekonomik üretim köle emeğine dayalı olarak yapılmaktadır. Elde edilen ürünler ticaret sahalarında pazara sürülmekte, bu biçimiyle gelir elde edilmektedir. Kent ve kır arasında bir denge mevcuttur, ağırlıklı olarak tarım köylerde, zanaat ve ticaret ise kentlerde yapılmaktadır. Yapılan bu üretimlerle birbirinin ihtiyacını karşılama gerçekleştirilmiş, birbirini tamamlayan bir ilişki ağı kurulmuştur. Ayrıca fetihler ve savaşlarda elde edilen ganimetler ve oluşturulan yeni vergi kaynakları da vardır. Fetih savaşlarının durması mali sıkıntıları doğurur, bu sıkıntıların atlatılması için ise toplumda vergiler arttırılır. Vergilerin arttırılması köylüleri zor durumda bırakarak köyden kente doğru bir göçü başlatır. Ayrıca bu durum ticareti de etkiler. Zanaatkârlar ve latifundialar denilen köle emeğine dayalı üretim yapan tarımsal işletmeler zor duruma düşer. Elde edilen ürünlerin pazarlanmasında sorunların yaşanması ve üretimin bu nedenle zayıflaması sıkıntı yarattığı gibi, köle nüfusunun çokluğu ve üretimin yapılmadığı dönemlerde de bu kölelerin beslenmesi zorunluluğu ekonomiyi iyice zora sokar. Bu nedenle köle sahipleri ve latiafundialar gibi işletmeler kölelerinin bir kısmını azat etmek zorunda kalır. Azat edilen bu kölelere aynı zamanda kira karşılığında, işletmeleri ve geçimlerini sağlamaları açısından belirli bir toprak parçası verilir. Fakat bu azat edilen köleler tümden özgür değildir, kendilerine verilen topraklardan ayrılmamaları koşulu konulmuştur. Bu biçimiyle toprağı işlemekte, toprağın ve ürünün mülkiyeti toprak sahiplerine ait olmakta, fakat toprağı işleten azat edilmiş köleler kendi geçimlerini sağlayabilecek kadar yiyecek ve içecek alabilmektedirler. Bu yeni bir sınıf olarak, feodal dönemin köle sınıfı olarak serflerin ortaya çıkmasını getirir. Aynı zamanda latifundialar da köy-kent ticaretinde yaşanan sıkıntıdan kaynaklı kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılamaya ve daha önce kentten aldıkları malları kendileri üretmeye başlar.
Bir diğer etken ise toplumda da değişimler olmaktadır. Dinlerin insanlara getirdiği yeni bakış açıları ve Hristiyanlığın getirdiği ciddi bir sarsılma vardır. Bununla birlikte toplumsal hareketler ve düşünceler gelişmektedir. Tüm bunlar toplumda farklı arayışların gelişmesini sağlamaktadır. Kölecilik sistemini toplum artık kaldıramamaktadır. Toplum kaldıramadığı gibi sistemin kendisi de artık köleleri bir yük olarak görmekte, ekonomik hâkimiyetlerini tümden kaybetme kaygısı taşımaktadırlar. Bu, kölecilik sisteminin dağılmasını, sistemin bir kriz-kaos yaşamasını getirmektedir. Durum bu olunca bu da yeni bir sistem arayışını getirir.
Feodalizmle birlikte bazı değişimler yaşanır, kölecilik döneminde kölenin evlenme, ev sahibi olma, kendisine ait bir yerde çalışma hakkı yoktur. Tüm varlığıyla birlikte köle sahibine aittir, kendisine ait değildir. Feodalizm bunu biraz yumuşatır. Mesela köle istenildiği zaman sahibi tarafından satılabilirdi, fakat serfler satılamaz. Fakat sahibi toprağı sattığı taktirde, serfler de yeni efendilerinin hizmetine girerlerdi. Serflere efendisine bildirmek ve izin almak kaydıyla evlenme hakkı tanınır, aynı zamanda iş değiştirmek ve mallarını devretmeleri yine efendilerinin iznine bağlanır. Serfin toprağı işletme hakkı da vardır, ama toprak, toprak vergisi her şey derebeyine aittir. Ama serf toprağı işletebilir ve bu topraktan elde edilen ürünle geçimini sağlayabilir. Sistem böylelikle reforme edilmiş ve yumuşatılmıştır.
Sistem içindeki bu yumuşama, insan düşüncesinde de yumuşamayı ve değişimi getirir. Manevi, psikolojik olarak bir rahatlama getirir. Sistemin kurnazlığı burada yatmaktadır zaten. Özgürlüğünü vermez, tamamıyla özgür değildir, ama küçük bir delikten bir ışık, aydınlık gösterir, özgürlük hissini verdirtir. Sürekli olarak karanlıkta yaşayan bir insanı düşünün, küçük bir delikten bir ışık gördüğünde bunu kendisi için çok büyük bir aydınlık olarak görür. Serflerin özgürlüğü de, ulaştıkları aydınlık da bu şekildedir. Dolaysıyla serf sistemi, yeni kölecilik sistemidir; fakat bu bile insanın manevi ve ruhsal dünyasında bir rahatlama getirir. Egemenlikli sistemin devamlılığını sağlaması ve kendisini sürdürebilir kılması bunun üzerinden oluşturulur. Çünkü sistem artık kendisini aşmak durumundadır. Bunu yapmazsa varlığını sürdüremez. Bu nedenle sistemde değişim yaşadığında, yani kölecilikten feodalizme geçiş yapıldığında çok fazla kan dökülmez, savaşlar olmaz. Yumuşak bir geçiş var kölecilikten feodalizme. Yani sistem evrilme yaşanır. Daha öncesinde katliamlar, çatışmalar, savaşlar vardır, buna karşın direnişler ve ölümler çok fazladır. Ama sistem kölecilikten feodalizme geçtiğinde sert bir geçiş değil, yumuşak, evrilerek bir geçiş gerçekleştirir.
Feodal sistem içerisinde toprak yine egemen kesimler arasında bölüştürülür. Toprak yine egemenlere aittir. Fakat egemenler de kendi aralarında parçalıdırlar. Feodal sistemin doğup geliştiği mekân Doğu Avrupa’dır, bu nedenle bu sistemin şekil kazandığı yer de burasıdır. Feodalizmin Doğu Avrupa’da ortaya çıkmasıyla birlikte egemenler arasında da yeni tabakalaşma biçimleri görülür. Soylu olarak kabul edilen dönemin hâkim tabakası olarak senyörler çıkar ve senyörler de kendi aralarında ikiye bölünür. Bir kesimine vassal, bir kesimine de süzeren denilir. Bunlar arasında sözleşmeler yapılır. Bu sözleşmeler, süzeren ve vassal ilişkisini düzenleyen, karşılıklı olarak hukuki, mali ve askeri yükümlülükleri belirleyip düzenleyen sözleşmelerdir. Vassallar süzerenlerine yani senyörleriyle savaşa gitme, yardım etme, ödemeler yapma, evliliklerde senyörün rızasını almakla yükümlüdür. Süzeren ise vassalini korumak ve gözetmekle yükümlüdür.
Feodal düzende kral yine en üst tabakadır, siyasal yapısı da buna göre biçim kazanır. Kraldan sonra ise kendisine bağlı soylular gelir. Bu soyluların altında ise diğer soylular yer alır. Fakat kralın yetkisi sınırlıdır ve mutlak bir egemenliğe sahip değildir. Çünkü devlet idaresi tek merkezden yapılmamakta, prenslikler ve beylikler arasında yönetim paylaşılmaktadır. Hatta feodal beyler, gerektiğinde krala istemlerini kabul ettirebilecek güce sahiptirler. Bunun sebebi de hem toprak ve üretiminin ellerinde bulunması, toprağın bu prenslikler, beyler arasında paylaştırılması hem de her birisinin kendi askeri gücünün olmasıdır. Doğu Avrupa’da çıkış yapan bu sistem giderek yayılır ve oluşan yeni kast sisteminin, sınıflaşmanın isimlendirmeleri, tanımlamaları farklı olsa da kapitalizmin ve ulus devletin çıkışına kadar her yerde en hâkim sistem haline dönüşür. Ortadoğu ve diğer bölgelerde padişah, şah, çar, melik vb. isimlerle krallar, senyörlerin yerlerine derebeyleri, mirler, emirler, hanlar vb. biçiminde egemenler varlık gösterir. Bunların alt tabakaları da o topluma göre biçim kazanır.
Avrupa feodalitesinde oluşan sınıfları da kısaca ele alalım. Feodal sistemdeki en üst sınıf asillerdir, bunlar en fazla hak sahibi olan kesimdir. Asiller arasındaki en üst tabaka senyörlerdir, senyörler içinde en üst tabaka da derebeyleridir. Asiller içinde de hiyerarşik bir düzen ve buna bağlı değişik tabakalar vardır. Hiyerarşik sıralamaları düzenleri şu şekildedir dük, marki, kont, vikont, baron ve şövalye. Asiller tüm haklara sahiptir. Senyörlerin içerisinde en üst tabaka aynı zamanda kraldır. Senyörlerin ardından gelen ikinci toplumsal statü ruhban sınıfından oluşur. Ruhban sınıfı da senyörlerden sonraki en imtiyazlı kesimdir. En üstte papa vardır, bu şekilde de toplumun içindeki ikinci üst tabakayı oluştururlar. Tüm kiliseler papaya bağlı çalışırlar. Aslında krallık sisteminin kilise aracılığıyla yürütülmesidir. Zaten feodal sistemde birçok toprak mülkiyetini kilise edinmiştir. Bu kilisenin çok zenginleşmesini de getirir, kendi içinde tabakalaşmayı da getirir. Aynı zamanda krallar papanın önünde diz çökerek taç giyerler ve papa ile kilise istediği zaman kralları bile aforoz edebilecek ve düşürebilecek güce sahiptir. Üçüncü sınıf burjuvazidir. Ticaretle uğraşan kesimlerdir. Burjuvalar her yıl senyörlere belirli vergiler öderler. Hatta bir yerde özel veya bağımsız yaşamak isteseler, senyörlerden bu yerleri satın alıp yaşayabilirler. Dördüncü sınıf ise köylülerdir. Bu köylüler de kendi içinde ikiye ayrılır. Birincisi serflerdir, diğerleri ise serbest köylülerdir. Zaten serfler feodal dönemin köleleridir, serbest köylüler ise serflerden biraz daha haklara sahiptirler. Bir toprak parçasına sahip olabilirler, senyörlere vergi öderler, fakat kendilerine ait mülkiyetleri vardır. Serfler bağlı bulundukları topraktan ve efendiden ayrılma hakkına sahip değildirler, itiraz hakları yoktur. Ama serbest köylüler isteseler bir yerde topraklarını satıp başka yere gidebilirler. O hakları vardır, mal ve mülkleri de çocuklarına kalmaktadır.
Sonuç olarak; feodal sistem 15-16. yüzyıla kadar sürer. 16. yüzyılda artık yeni bir sistem olarak kapitalizm doğuş yapar. Yeni ticaret yollarının bulunması, teknik alanında yaşanılan gelişmeler, keşifler, barutun bulunuşuyla ateşli silah yapımına geçiş vb. birçok hususun ortaya çıkmasına kadar feodalizm sürer. Ondan sonrasında ise sistem yeniden el değiştirir ve feodalizm kapitalizme evrilir. Ama feodalizmden kapitalizme geçiş, kölecilikten feodalizme geçiş gibi yumuşak bir geçiş değildir. Oldukça çatışmalı, şiddet yüklü sert bir geçiştir. Ölme ve öldürmelerin, kanlı bilançoların açığa çıktığı bir geçiştir. Artık merkezi uygarlık yeni dönemde modernitesini kapitalizm olarak şekillendirecektir.
BERFÎN ZÎN
PAJK.ORG
YORUM GÖNDER