DEVRİMCİ HALK SAVAŞI SÖMÜRGECİLİĞE, SOYKIRIMA VE FAŞİZME KARŞI HALKLARIN TOPYEÛN DİRENİŞ STRATEJİSİDİR (3.BÖLÜM)
Devrimci Halk Savaşı Mutlaka Yerine Getirilmesi Gereken Tarihi bir Görevdir
Önder Apo ve PKK öncülüğünde gelişen ve ellinci yılına varan Kürdistan Devrimci Halk Savaşı çizgisi bölgesel ve uluslararası karşı-devrim saldırılarına rağmen hem de en destansı direnişlerle ilerlemektedir. PKK’nin çıkışı ve silahlı mücadelesiyle başlayan Devrimci Halk Savaşına ilişkin tanımlamalar ve değerlendirmeler yapıldı.
Kürtler Devrimci Halk Savaşına sadece bir perspektif olarak değil, ulus ve halk olarak yer yüzünde özgürce var olmanın yegâne yolu ve çözümü olarak görmek durumundadırlar. Eğer kendi öz değerlerimizle, kimliğimiz ve onurumuzla yaşamak ve geleceğimizi belirlemek istiyorsak bizi tümden yok etmeyi amaçlayan düşmana karşı maddi ve manevi olarak bütün varlığımızla savunma savaşı anlamına gelen Devrimci Halk Savaşına göre örgütlenmek zorundayız. Özgür ve onurlu yaşamak isteyen Kürtler için Devrimci Halk Savaşı tarihi bir görev ve sorumluluktur. Zorunlu olduğu halde savunma savaşına başvurmamak tarih ve insanlık karşısında büyük bir suç olduğu kadar, varlık olarak kendini inkar etmek, özgürlük ilkelerine ters düşmek ve kurbanlık koyun misali soykırıma yatmak demektir.
“Hukukunu istememek, kullanmamak en büyük hukuksuzluktur. Bunun olduğu yerde orman kanunları geçerli olur. Dolayısıyla hakkı olan tüm birey, topluluk ve halklar, haksızlıklar karşısında sessiz durmakla hukuku çiğnemiş olurlar. Hak istemek ve zorla hakkı elinden alındığından gerekirse ayaklanmak, kutsal direnme hakkıdır. Hukukun ve adaletin oluşmasının da özüdür. Hiçbir kişi veya halkın hukuksuzluk karşısında susma, boyun eğme hakkı olamaz. Asıl hukuku çiğneme, bir toplum ve devleti zehirleme bu boyun eğmeden kaynaklanır. Meşru savunma, hukuku doğurmada ve kullanmada asla vazgeçilmeyen temel hukuksal duruştur. Bunun gereklerini yerine getirmeyen birey, topluluk ve halkların kendini insandan sayma ve şikâyet etme hakları olamaz. Özellikle tüm evrensel hukukun vazgeçilmez haklar haline getirip resmileştirdiği Birinci, İkinci ve Üçüncü Kuşak Hakları olan bireyin medeni, ekonomik, sosyal hakları ile halkların kültürel ve kaderlerini kendi belirleme hakları çağın yükselen değerleri olup, demokratik uygarlığın dayandığı köşe taşlarından birini oluşturmaktadır.” (Önderlik )
Devrimci Halk Savaşının dünyada yaşanan çokça örnekleri vardır. Coğrafyası, koşulları ve düşman karakteri değişse de Devrimci Halk Savaşı ezilen, sömürgeleştirilen, yok edilmek istenen, özgürlüğü elinden alınan, hak gaspına uğratılan ulusların, toplumların meşru savunma anlayışıyla geliştirdiği varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama savaşıdır. Devrimci Halk Savaşı, özgürlüğün ve bağımsızlığın bedeli olan yüzbinlerce, hatta milyonlarca kayıp pahasına yürütülen sert mücadele süreçlerini ifade etmektedir. Vietnam halkı Fransız ve ABD sömürgeciliğine karşı neredeyse nüfusunun yarısı şehit ve gazi olma pahasına bağımsızlığını elde etmiştir. Cezayir halkı özgürlüğü uğruna bir buçuk milyon insanını kaybetmiştir. Sovyetler Birliği Hitler faşizmine karşı ancak on milyonlarca insanın ölümüyle anavatan ve devrim savunmasını sağlayabilmiştir. Tarih böylesi örneklerle doludur. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi Devrimci halk Savaşı; sömürgeci egemen güçlerin işgal, yağma, imha, köleleştirme ve soykırım saldırılarına karşı halkların topyekûn direnişidir. Halkların maddi ve manevi varlığına yönelen imha saldırılarına karşı başvurulması zorunluluk olan haklı ve ilerici bir savaştır.
Tarihte görüldüğü gibi iktidarcı-devletçi-işgalci uygarlığın militarist gelişimine ve insanlığı köleleştirici faaliyetlerine karşı ezilen toplumlar kendilerini korumak için daima savunma savaşlarına başvurmuşlardır. Toplumların binlerce yıllık gelişimi ancak öz savunma temelinde çeşitli direnme ve ayaklanmalar tarzında sağlanabilmiştir. Halklar sömürgeci ve istilacı, yine iç gerici egemen güçlere karşı isyan, gerilla, milis ve halk savunma orduları biçiminde büyük savunma savaşlarına girmişlerdir. Toplumların haklı savunma savaşları militarist tekel savaşlarıyla içerik açıdan farklıdır. ‘’Bütün savaşlara karşıyız’’ gibi genellemeci, bir açıdan da tekelci, sömürgeci militarist tekel savaşlarını meşrulaştıran ve ona dolaylı destek sunan anlayışlara düşmemek gerekir. Biz de sömürgeci, sömürücü, talancı, anti toplumcu ve köleleştirici soykırım savaşlarına karşıyız ve bu savaşlara karşı insanlığın özgürlük savaşını yürütmekteyiz. Bu tür gerici gasp savaşlarına karşı çıkmak insani, ahlaki ve demokratik bir görevdir. Devrimci Halk Savaşları; toplumun varlığını, maddi ve manevi değerlerini koruyan, ahlaki ve politik yeteneklerini özgürce gelişimini sağlayan özgürleştirici ilerici savaşlardır. Sömürücü egemen güçlerin yürüttüğü fetih ve talan savaşları gericidir, anti-toplumcu, sömürücü, talancı, yok edicidir. Demokratik uygarlık sisteminin geleneği üzerinde ilerleyen Demokratik Modernite güçleri Devrimci Halk Savaşı ile öz savunmalarını sistemleştirerek merkezî uygarlıkçı militarizme karşı savunma savaşına başvururlar. Bir yerde barış yoksa ve düşman varsa orada savaş kaçınılmazdır. Hem düşman ve faşizm tespiti yapacaksın hem de ‘’ben savaşa karşıyım’’ demek yenilgiyi ve köleliği kabul etmektir. Düşman bilinci bu açıdan önemlidir. Düşmanını tanımayan savaşmayı da özgür yaşamayı da bilemez. PKK’nin en önemli çalışması Kürlerde ihanet-teslimiyet ve direniş, işbirlikçilik ve yurtseverlik olgularını netleştirmek olmuştur. Bazı çevreler elli yıllık mücadelemizin sonucunda netleştirilen yurtseverlik ve direniş ölçülerimizi saptırmaktadır. Amed gibi bir yerde düşman tarafından görevlendirilerek aile imajı verilmiş bir grup ajan ve hain HDP’nin önüne oturmuş her gün gerillamıza, değerlerimizi hakaret edip teslimiyet ve ihanet çağrısı yapmaktadır. Dağıtılması gereken bu ajan gruba yurtsever Amed halkının, özellikle gençlerinin asla tahammül göstermemesi gerekir. Demokratik siyaset yaptığını sanan bazı kişiliklerde ajan grubu sözde siyaset ve demokrasi adına ‘‘demokratik haktır’’ deyip meşrulaştırıyorlar. İhanet ‘’hak’’ olarak tanımlanabilir mi? Hakikati saptıran ve ihaneti meşrulaştıran benzer yaklaşımları ret ve teşhir etmek gerekir. Bu tür anlayışlar liberalizmin yaymaya çalıştığı bir haslıktır. Bunlar ya yurtseverliğin esaslarından nasiplenmemiş ve konuştuğunun farkında olmayan düzeysiz gafiller, ya değerlerle alakası olmayan yurtseverliği saptırılan, muğlaklaştıran sahtekârlar veya özel savaşla bağları bulunan ajanlar olabilirler. İhanet hak olamaz, ihanet ortadan kaldırılması gereken bir lanettir.
Sömürge ve soykırım boyunduruğuna alınan halk olarak özgürlüğümüz kurtuluş savaşındadır. Savaş için halkın örgütlenmesi, eğitilmesi, silahlandırması gerekir, komutanlık, sevk ve idare gerekir. Bunların toplamı Devrimci Halk Savaşıdır. Bunlarsız kurtuluş da, özgürlük de, barış da gerçekleşemez. Öz savunma gücü olmayan halk ciddiye alınmaz ve hak tanınmaz. Çünkü öz savunma hukukun ve adaletinde güvencesidir. Caydırıcı ve engelleyici gücü olanlar ancak hasımlarına kendilerini kabul ettirerek barışı sağlayabilirler. Kardeşlik denen şey ancak birlikte yaşadığın halklar kadar eşitsen gerçekleşir, başka türlüsü sahtedir, kandırmadır. İbrahim Kaypakkaya’nın yorumuyla “Halkların kardeşliği sloganı liberal burjuva bir hiledir. Önce tam hak eşitliği, sonra halkların kardeşliği…”
Daha başta bu durumu en iyi şekilde analiz eden Önderlik tüm yoğunlaşmasını Savaşan Halk Gerçekliği ve savaşçı militan-komuta kişiliğini yaratmaya verdi. Kürdün yeniden dirilişi böyle gerçekleştirildi. Tüm bunlar Parti öncülüğünde gelişti. Demek ki, güçlü Parti kurmaylığı ve ideolojisi olmadan bırakalım stratejik ve uzun soluklu bir devrimci halk savaşı yürütmeyi bir günlük direniş bile geliştiremez. Önderlik bunun için ‘’parti olmadan Kürdistan’da yaprak dahi kıpırdamaz’’ demiştir. Çünkü parti devrimci halk savaşının amacını, strateji ve taktiğini belirleyen öncü motor güçtür. Parti örgütlülüğü ve ideolojik çizgisi olmadan savaş geçekleşmez. Ne kadar güçlü bir parti öncülüğü sağlanırsa o kadar güçlü savaş yürütülür ve özgürlük sağlanır.
Eğer toplumlar maddi, manevi, ahlaki ve politik açıdan kurumlaşamaz ve yaşayamaz hale getirilmişse bu savaş durumunu ifade eder. Kürtler fazlasıyla bu duruma sokulmuştur. Soykırım uygulamalarıyla tasfiye edilmek istenen halkların iki seçeneği vardır; ya Devrimci Halk Savaşına yönelecek varlığını, onurunu koruyarak ve özgürlüğünü sağlayacak ya da onursuz bir biçimde baş eğerek egemen güçlere teslim olacaktır. İkinci durum iradesizlik, teslimiyet ve onursuzluk demektir ki, bunun barışla bir alakası yoktur. Fransız sömürgeciliğine karşı mücadele vermiş Cezayir’li devrimci aydın Frantz Fanon’un dediği gibi; “Sömürgeleştirmenin sömürgeciye de sömürgeleştirilene de dayattığı patolojik durumun tek tedavisi ulusal kurtuluştur. Sömürge durumuna alışılamaz; demir bir yaka gibi ancak kırılabilir…(…) Kenara çekilip seyredenler ya korkaktır ya da hain.”
Çokça dillendirilen ve umut edilen ‘’barış’’ kavramını doğru tanımlamak gerekir. Barış öz savunma savaşıyla mümkündür. Uzun süreli Devrimci Halk Savaşı teorisyeni olan Çin devrim lideri Mao Zedung’un ‘’barış için savaşıyoruz’’ belirlemesi bunu dile getirmiştir. Herkesin kendine göre yorumladığı barış kavramı en fazla muğlaklaştırılan kavramların başında gelmektedir. Önderlik barış olgusunu da net bir biçimde netleştirmiştir. ‘’Barışın gerçekleştirilmesi ancak toplumların öz savunması işler halde olursa, dolayısıyla ahlaki ve politik toplum karakteri korunur ve sağlama alınırsa gerçek anlamına kavuşabilir. Bunun dışında anlamlar yüklenen bir barışın tüm topluluklar, halklar adına bir tuzak olmaktan, savaş halinin örtük biçimler halinde sürdürülüp gitmesinden öteye bir değer ifade etmez. Barış kelimesi kapitalist modernite koşullarında tuzak yüklü bir kelimedir. Doğru tanımlanmadan kullanımı çok sakıncalıdır. Bir kez daha tanımlarsak, barış ne tümüyle savaş halinin ortadan kaldırılmasıdır, ne de bir tarafın üstünlüğü altındaki istikrar durumu ve savaşın olmaması halidir. Barışta taraflar vardır; bir tarafın kesin üstünlüğü söz konusu değildir ve olmaması gerekir. Üçüncüsü, silahlar toplumun öz ahlaki ve politik kurumsal işleyişine rıza gösterme temelinde susturulmaktadır. Bu üç koşul ilkesel barışın temelidir. Gerçek bir barış bu ilkeli koşullara dayanmadıkça anlam ifade etmez…
Ahlâk ve politika işlev görmediğinde toplumun yapabileceği tek iş kalmıştır: Öz savunma. Savaş hali barışın olmaması halidir. Dolayısıyla barış ancak öz savunma temelinde anlam kazanabilir. Öz savunması olmayan barış teslimiyetin ve köleliğin ifadesi olabilir. Liberalizmin günümüzde halklara, toplumlara dayattığı öz savunmasız barış, hele hele demokratik istikrar ve uzlaşı denen oyun tek taraflı, gırtlağına kadar silahlı güç ile yürütülen burjuva sınıf egemenliğinin örtbas edilmesi halinden, savaş halinin örtülü yürütülmesinden başka bir anlam taşımaz. Öz savunmasız bir barışı gerçek barış gibi göstermek ideolojik sermaye hegemonyasının en büyük çabası olarak karşımıza çıkar.’’
Öz savunma savaşına bağlı gelişen Devrimci Hak Savaşı özünde ahlaki ve politik toplumun güvenlik stratejisi ve politikasıdır. Öz savunma savaşı veremeyen toplumlar veya uluslar kendi maddi ve manevi varlıklarını, ahlaki ve politik yapılarını koruyamazlar. Öz savunma savaşı egemen sömürücü güçler tarafından gasp edilen toplumsal politikanın devrimci zor araçlarıyla yeniden işler hale getirilmesidir. Ahlaki ve politik vasıfların yeniden kazanılması için devreye giren toplumsal direniş ve mücadele süreçleridir. Devletçi, tekelci sömürücü güçler var oldukça toplumların en temel savunma askeri organizasyonu olan Öz Savunma örgütlülüğü de var olacaktır. Devrimci Halk Savaşları; varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama anlayışıyla, kendini savunan toplumların demokrasi, ahlaki ve politik vasfıdır. Bunun yerine getirilmemesi halinde toplum politik ve ahlaki vasfını yitirir ve bunun sonucu sömürgeleştirilme, halk/ulus statüsünden çıkarılma, öz yönetimden ve özgürlükten yoksun bırakılma gerçekleşir. Ahlaki ve politik vasıf kültürdür, demokratik öz yönetimdir, demokrasidir ve Demokratik Toplumdur. Öz savunma yetisini kaybeden toplum hakikatini kaybetmiş ve soykırım altına alınmıştır.
Önderliğimiz ve Partimiz PKK daha çıkışında Devrimci Halk Savaşının gereğini yapmıştır. Zira böylesi bir süreç yaşanmadan varlığın dirilişi, kimliğin gerçekleşmesi ve özgürlük söz konusu olamazdı. ‘’Kavram olarak devrimci halk savaşından kuşku duymuyorduk. Böylesi bir süreç yaşanmadan ne kimlik nede özgürlük söz konusu olabilirdi. (…) Ulus-devletçi egemenlik anlayışı asla bölünmez ve başkalarıyla paylaşılmaz güç teorisine dayanıyordu. Sınırların bir karışıyla dahi oynanamazdı. Bir çakıl taşı bile verilemezdi. Âdeta ol deyince olduran bir tanrısallık, daha doğrusu ulus-devlet tanrısallığı kendisini eski tanrısallıklardan bin kat daha fazla güçlendirilmiş egemenlik, merkezi güç, homojen toplum, mutlak köle vatandaş ve her konudaki tekçi (‘tek vatan’, ‘tek dil’, ‘tek kültür’, ‘tek bayrak’, ‘tek marş’ vb.) anlayışlar ve emrindeki güçlerle tartışılmaz kılıyordu. En ufak bir tartışma ve karşı tez, ‘vatanın birlik ve bütünlüğü’ne yönelik en tehlikeli suç olarak yargılanıyor ve en ağır cezayla cezalandırılıyordu. Böylesi koşulların bütün söylem ve eylemleriyle kendisini konuşturduğu ve geçerli kıldığı bir ortamda en ufak bir karşı ideada bulunmak, ancak kendini zor yöntemleriyle savunmakla mümkün olabilirdi. Tartışılan bu değil, bunun stratejik ve taktik gerekleriydi. Nitekim PKK’nin çıkış döneminde meşru savunma araçları tereddütsüz kullanılmıştı. PKK bir nevi milis güç olarak kendisini örgütlemek zorundaydı. Aksi halde bir gün bile ayakta duramazdı. Dursa bile diğer güçlerden farkı kalmaz ve tasfiye olmaktan kurtulamazdı.’’ (Önderlik) PKK nasıl ki, meşru savunma direnişiyle Kürdistan ve bölge devrimine yol açmışsa bundan sonra da toplumsal varlığını güvenceye almak için sömürgeci ve kapitalist sisteme karşı aynı anlayış ve pratikle mücadele edecektir.
Kürtler PKK Öncülüğünde Gelişen Devrimci Halk Savaşıyla Dirilerek Varlık ve Bilinç kazandı
Eski paradigmamızda Devrimci Halk Savaşının stratejisi ve amacı devlet eksenliydi. Klasik Ulusal Kurtuluş perspektifini esas almaktaydı. Soykırımı aşma, varlığın irade kazanması, ulusal kimlik-birlik, özgürlük bilinci edinme ve iktidarlaşma hedeflenmiştir. Özcesi soykırımcı sistemlerin inkar ve imha politikalarına karşı varlığın inşası hedeflenmiş ve bu büyük ölçüde başarılmıştır. Yeni paradigmada ise farklılaşarak Demokratik Modernite ve Demokratik ulus sistemine göre bir içerik kazanmıştır. Varlık oluşmuştur, bu aşamada varlığın kendini sağlıklı olarak sürdürmesi gerekir. Bunun anlamı statüye kavuşmaktır. Devrimci Halk Savaşının birinci aşaması Kürt varlığını açığa çıkartmaktı. Şimdiki aşaması ise varlığı kesinleştirerek statüye kavuşturmak ve güvenceye almaktır. Türk devletinin tüm çabası bu statüyü engellemektir. Rojava ve Kuzey Doğu Suriye demokratik sistemini komple tasfiye etme ve Başurê Kürdistan’ı işgal planları buna bağlı olarak gelişmektedir. Daha somut haliyle güncelde Devrimci Halk Savaşının pratikleşmesi demokratik ulus perspektifindeki dokuz temel boyutun inşası anlamına gelmektedir. Yerel ve evrensel demokratik değerlerin senteziyle gerçekleşen bu inşa sosyalist ve enternasyonal karakterdedir. Öne sürülen model sadece Kürt sorununu çözmekle kalmıyor bölgenin de yaşadığı krizi aşmasını ve demokratikleşmesini yine kapitalist moderniteye karşı Demokratik Modernite sisteminin gelişimini sağlıyor. 1993 Ateşkesiyle Önderlik sorunun savaş dışında siyasal demokratik yöntemlerle çözümüne ağırlık verdi. Hareketimiz bu amaçla stratejik değişiklik yaptı. 2010 yılına kadar Demokratik siyasal ve barışçıl yöntemler öncelikle esas alınmasına ve büyük çabalar gösterilmesine rağmen sömürgeci Türk devleti soykırımda ısrar ettiğinden 4. Stratejik döneme geçildi ve tekrardan Devrimci Halk Savaşı sürecine girildi. Siyasal ve barışçıl yollardan gerçekleşemeyen KCK ve Demokratik Ulusun boyutları ancak Devrimci Halk Savaşıyla inşa edilecektir. Ulus-devletçi sistem Demokratik Ulusun iradesini kabul edene kadar Devrimci Halk Savaşı seçeneği esas strateji olacaktır.
Devrimci Halk Savaşı Kürt ve bölge halklarında sosyal devrim yapmış, özgür yaşam, özgür kadın-erkek ve militan gerçeğini açığa çıkartmıştır. Devrimsel gelişim Öz Yönetim gerçeğine dönüşerek demokratik ulus sistemine kavuşmuştur. 1990’lardan sonraki hem küresel kapitalist hegemonik güçlerin, hem de bölgesel sömürgeci olan Türk, İran, Irak, Suriye ulus-devletlerinin Birinci Dünya Savaşı sonrası izledikleri Kürdistan soykırım politikalarını boşa çıkarmıştır. PKK’nin öncülük ettiği Devrimci Halk Savaşı Kürt halkını diriltmiş, düşünce ve irade kazandırmış, ideolojik, politik ve askeri güç haline getirerek Kürdistan devrimini bölge devrimi düzeyine taşıyarak Demokratik Ortadoğu Konfedarelizmine yol açmıştır. Demokratik Ulus çözümü bunun sonucu gelişmiş ve Rojava örneğinde yaşam bularak oradan da evrensel düzeye ulaşmıştır. PKK’nin önderlik ettiği Devrimci Halk Savaşı kapitalist modernitenin ulus-devlet modelini ve ilkel milliyetçi anlayışlarını aşarak alternatif olarak Demokratik Ulus çözümünü gündeme taşıyarak evrensel çözüm modeli haline getirmiştir.
DIJWAR SASON
Devam edecek…
YORUM GÖNDER