DEMOKRATİK KADROYU ÖRGÜTLEMEK (2.BÖLÜM)
Varlığın İnşasını Başardık, Sıra Siyasal Kurtuluşta!
“Her devlet ve siyasal güç şunu iyi bilmektedir: Dengeler bir defa oturduktan sonra herhangi bir hamle ile dengeleri kendi lehine bozmak kolay değildir.”
Abdullah Öcalan
Bilinçli ve örgütlü pratiğin öznesi olarak kadro, demokratik modernite kuramının yol açtığı köklü aydınlanma devrimiyle birlikte yeni bir işlev ve görev üstlenir. Kadronun kuramsal ve eylemsel öncülük misyonuyla yetkinleşen partiyi ideolojik-politik ve örgütsel tüm hatlarda özümsemesi beraberinde partileşmeyi açığa çıkarır. Partileşme, kadronun partiye içkin hale gelmesi ve “yürüyen kuram ve eylem” olarak toplumsal doğaya doğru açılım göstermesidir. Bu durumda kadro partileştiği düzeyde militanlaşır, toplumsal dönüşümün kendi kendine yürüyen bir olgu haline gelmesini tetikleyen kuantumik saçılım halindeki çekirdeksel yapıdır.
Parti’nin ‘dalga’, militanın ‘parçacık’ tarzı paralel akışları, sürekli toplumsal doğanın iyi, doğru, ve özgür olanı yaratma eylemine yöneliktir. Eylemin mahiyeti düz-çizgisel değil, sıçramalıdır. Paradigmasal değişim bir gerçeklikten bir başka gerçekliğe sıçrama tarzındaki kuantumik sıçrayışı ifade ettiğinden, eylemde değişimin ve dönüşümün dinamiği olarak kuantumik sıçrayış özelliği gösterir. Kadronun görevi ‘parçacık’ ve ‘dalga’ işlevini iç içe ve yaratıcı bir şekilde pratikleştirerek yeni gerçekliğin, paradigmanın önünü kapatan bulutları, belirsizlikleri an’da inşa eylemleriyle ortadan kaldırmak ve zihnin berraklığını pratiğin keskinliğine ve açıklığına yansıtmaktadır.
Eylemde netlik ve keskinlik zihniyet yani anlam gücü kazanmış olan kadronun aslında muğlaklığa ve belirsizliğe yöneltmiş olduğu bir meydan okumadır. Yaratıcılığın kendi kaderini eline alması, kendi yasa ve ilkelerini geliştirerek kendi anlam dünyasını oluşturmasını, tecrit edilmiş, özünden uzak düşürülmüş tanrısal rolü yeniden aslı ile buluşturmasıdır.
Muğlaklığın ve belirsizliğin hakim olduğu ve birçok şeyin aleyhte göründüğü zaman aralığında kadronun an’da inşa eylemiyle gerçekleştirdiği yaratıcı hamleyi Öcalan, varlığın an’ da oluşma kararlılığı olarak değerlendirir. An’da oluşma, kadronun kapitalist sistemi, düşüncede çözmüş ve aşmış olmasını gerektirir.
Kapitalist modernitenin bilim ve bilme yöntemleriyle cendereye aldığı zihinleri özgürleştirmenin yolu duygu, düşünce ve yaşam boyutunda sistem dışına çıkmaktan geçer. Sistemin bilme ufkunun ötesine geçmek, çok yönlü ve çok boyutlu bir zihniyet mücadelesi yürütmek, dönüşümü doğru temelde gerçekleştirmenin anahtarı olduğu gibi toplumsal sistemi değişime uğratmanın da anahtarıdır. Bu da köklü yoğunlaşma ve kopuş demektir. Köklü kopuşu gerçekleştirmeden toplumsallaşma ruhunu ve görevlerini sahiplenme kültürü ve bilincini oluşturmak zordur. Kopuş içermeyen, bünyesinde sistemle barışık özellikleri barındırmaya devam eden yaklaşımlar er veya geç bir çarpılmayı yaşar ve yenilgiyi yaşatırlar. Bu nedenle kadro, biçimsel değil özsel değişimi, kısmi değil köklü kopuşun öznesi olabildiği oranda “an’da oluşma” eyleminin kendisi haline gelebilir. Direniş ve kopuş burada başlangıcı, yeniden oluşma yönünde bir irade beyanını bildirir; ancak esas oluşum süreci yeni paradigmanın hayata geçirilmesi inşasıyla başlar.
Öcalan, sömürgeciliğe karşı sömürge toplumunun mücadele ve kendini yeniden inşa etme olgusunu ele alırken süreci varlığın inşa tarzı ve siyasal kurtuluş tarzı olmak üzere iki farklı boyut biçiminde ele alır. Buna göre varlığın inşa tarzı, kültürel soykırımla paramparça hale getirilmiş varlığı, yeniden tüm nitelikleriyle inşa etmek, inşa edildiği oranda da form kazandırarak siyasal özgürlüğü için mücadeleye yöneltmektir. Burada varlığın varlık olduğu inkar edilmektedir. Dolayısıyla öncelikli görev varlığın var kılınması, yani zihniyetten duyguya, oradan yüreğe kadar her alanda inşasıdır. Bu bağlamda 20. Yüzyıldaki Kürtlük, kurtarılmadan önce var kılınması gereken bir Kürtlüktü. Başarılan şey var oluştu. Bir şey eğer varlık sorununu yaşıyorsa, öncelikli yapılması gereken onu kurtarmak değil, var kılmaktır. Kürtlerin durumu, önceliği tamı tamına var oluşa vermeyi gerektiriyordu. Siyasal kurtuluş tarzında ise, varlığın tüm temel bütünlüğünü korumuş ya da kazanmış, varoluşsal sorununu çözmüştür. Ancak bilinç ve form kazanarak siyasal özgürlüğe, kurtuluşa yönelme sorunu bulunmaktadır. 21. Yüzyıldaki Kürtlüğün sorunu çok bölünmüş ve parçalanmış yapısı sebebiyle hem “varlığın inşa tarzını ve hem de siyasal kurtuluş tarzını içermektedir. Her iki tarz iç içe geliştirilmek durumundadır. Herhangi bir kadrolukla bu görevlerin başarılamayacağını belirten Öcalan, bu nedenle geçmiş pratikleşmeyi yerine getirilmiş negatif görevler bağlamında değerlendirirken, demokratik modernite inşa eylemini ise yeni dönem kadroluk yerine getirmesi gereken “pozitif görevler” boyutunda değerlendirir.
Herhangi bir kadrolukla demokratik modernite inşası gerçekleştirilemeyeceğine göre, “Siyasal kurtuluş tarzı”nı pratikleştirecek ve “pozitif görevler”i yerine getirecek toplumun siyasal özgürlüğünü sağlayacak kadroluğu nasıl tanımlamak gerekir?
Öcalan, demokratik modernite kadroluğunun çıkış noktasını Kürt filozofu Ahmede Xani’nin Mem u Zin destanı üzerinden, tarihsel ve sanatsal bir bakış açısı kazandırarak açımlar. 17. Yüzyıl feodal Kürt beyliklerinin birliğe gelmeyen, kendi içinde çatışmalı ve parçalı hali Kürt halkını sürekli Arap, Fars, Bizans ve Türklerin istilalarıyla karşı karşıya bırakmaktadır. Buna duyulan tepki ve Kürtlerin kendi iç birliklerini sağlayarak uluslaşma, devletleşme arzularını Ahmede Xani “Mem u Zin” destanında ördüğü zorlu geçen ve sonuçta başarısız kalır ve buluşma gerçekleşmez. Çünkü feodal aristokratlar ve beyler kendi çıkarları uğruna bu birleşmenin önünde engeldirler. Dönemin İtalya Kent devletlerinde Machiavelli’nin İtalya’ya yönelik duyduğu acı ile Ahmede Xani’nin Kürdistan için duyduğu acı benzerdir. Farklı coğrafyalarda bulunsalar da yürekleri ve ruhları aynı ortak paydada ulusları için çarpmaktadır.
Öcalan’a göre Mem u Zin aşkı, “zor bir aşk. Neden zor bir aşk? Birlik çok zor, devlet olmak çok zor. Bunun gerçekleştirilmesi için bu aşkın o beyliği yıkması, feodal çitleri yutması gerekiyor. Bunların olması demek, ulusal demokratik devrimin gerçekleşmesi demektir. Ulusal demokratik devrim olmadığı için Mem u Zin de başarılı birliktelik sağlanamıyor.” Peki başarılı birlikteliği sağlamak için ne yapmak gerekiyor? Öcalan’ın yanıtı açıktır; “ulusal birlik büyük bir siyasal olay ve buna biz büyük aşk da diyebiliriz. Çünkü bütün küçük aşkların anlam ifade edebilmesi için önce bu büyük siyasal olayın, birliğin gerçekleşmesi gerekir. Fakat bu sefer bu aşkı olan ulusal çerçevede tutmayacağız, ondan çıkarıp daha evrensel, çoklu ve demokratik bir çerçeveyle ulusların ulusu olma gerçeğiyle, demokratik ulusla buluşturacağız. Bunu başarmak için de Mem u Zin’ler yaratmamız gerekiyor. Yaratacağımız Mem u Zin’leri klasik ve geleneksel biçimiyle anlamayın, çünkü küçük aşklara değil, özgürlüğe ihtiyacımız olan yeni Mem u Zin’leri özgürlüğü örgütleyen ve böylece hakikati mümkün kılacak halklara yaşam yolunu açan kadro olarak tanımlamak en doğrusudur. Demokratik modernite paradigmasıyla bu yürüyüşü güçlü bir tarihsel temele ve güçlü bir kuramsal çerçeveye kavuşturduk. Sıra bu büyük inşa hareketinin kadrosunu, zafer tutkusuyla donanmış Mem u Zin’lerini açığa çıkartmakta. Bu da sizlerin iddia, kararlılık ve bağlılık düzeyinize kalmış durumda.”
Öcalan açısından, özgürlüğü örgütleyen ve hakikati mümkün kılarsak halklara yaşam yolunu açan demokratik modernite kadroloğunu bütün bu bağlamları içerisinde, onu meydana getiren temel özellikler dahilinde ele alıp tanımlayarak ideolojik, politik ve ahlaki mecrasına oturtmak ve buna göre pratikleşmesini sağlamak günümüz devrimciliğinin en çok ihtiyaç duyduğu şeydir. Demokratik modernite perspektifinden kadroluğu örgütlemek, yüzyılın birikmiş sorunlarına demokratik sosyalist çizgide çözüm üretmektir. Kadro örgütlenme, ciddiyetsiz ve tereddütlü, liberalize olmuş bağlılıklarla yürütülemeyeceğine göre, toplumsal sorunlara duyarlı ve harekete geçmeye hazır, mücadelenin fikir, yöntem ve faaliyetleri konusunda eğitilmiş kararlı insanları yetiştirmek, olmazsa olmazdır. Bu da stratejinin, yani demokratik modernite fikriyatının kadrolaşması ve pratikleşmesi anlamına gelmektedir. Yapılanma stratejisinin kendisi olduğuna göre, zor koşulların baskısı altında faaliyet yürütebilme yeteneğini sergileyerek komünlerini, meclislerini ve konseylerini oluşturabilen kadro, bu yolun gerçek yolcusu olma vasfını kazanmış demektir.
Sonuç:
Hegemonik savaşlar düzleminde kendini sürdüren sistemsel kriz, ciddi sorun ve açmazlarla her gün yeni sistem içi çatışmaları tetiklemektedir. Böylesi bir zeminde kısa vadede uluslararası ya da bölgesel bir dengenin oluşmayacağı açıktır. Dolayısıyla an’ın ihtiyaçları doğrultusunda hızlı ve ihtiyatlı bir şekilde demokratik modernite örgütlülüğüne ve onun kadrolarına ivme kazandırmak, an’a müdahale de “herşey zamanla telafi edilebilir, ancak zaman hiçbir şeyle telafi edilemez.” Binbir şekilde kavraması buna an’da yanıt oluşturabilmesidir. Zamanın, stratejinin uygulama araçları içinde hatayı en az af eden olduğu gerçeğini bir an dahi utanmaksızın kadroluğun yapması gereken, an’da ve yerinde inşa eylemine girişmektir. Hiçbir dış veya iç etken gerekçesine sarılmadan “problemi görüyoruz, problem biziz” diyebilmektir. Stratejik tutum ve demokratik modernite kadroluğu bunu gerektirir.
LEYLA ZEYNEP KURAN
KAYNAK: DEMOKRATİK MODERNİTE
YORUM GÖNDER