EFRİN SOYKIRIMI VE ZAP DİRENİŞİ'Nİ ANLAMAK (1.BÖLÜM)
Mayıs şehitlerimize, Zap’ın, Kurejaro ve Avaşin şehitlerinin yanına büyük militan Aysel yoldaş da eklendi. Hakiler, Karasungurlar, Çeko, Azad, Denizler, İbolar, Ferhatlar, Ulaşlar, Mizgin ve Şirinleri saygı ve minnetle anıyorum. Yazımıza onların umut ve hayallerini pratikleştirme sözümü tekrarlayarak başlamak istiyorum.
Sömürgeci Soykırımcı Türk Devleti, Rojava Kürdistanı’na 1 milyon Arap mülteciyi yerleştireceğini ilan etmiştir. Bunun anlamı tartışmaya yer bırakmayacak şekilde demografyanın değiştirilmesidir. Demografyanın değişimi ise soykırım suçu kapsamında ele alınan bir pratiği ifade etmektedir. Söz konusu uygulama, Raphael Lemkin’in soykırıma ilişkin kapsamlı değerlendirmeleri ve 1948 yılında Birleşmiş Milletlerde kabul edilen soykırım suçu kapsamı içerisine girmektedir.
İşin ilginç tarafı şudur ki Sömürgeci Soykırımcı Türk Devletinin şefi 2019 yılında Birleşmiş Milletlerde tampon bölge adı altında işgal edeceği Kürdistan’ın Rojava ve Güney bölgesini de dahil etmiş ve kendi emperyal hayalinin haritasını bu şekilde göstermiştir. Soykırımın bir insanlık suçu olarak kabul edildiği bir çatı altında bunu söylüyor olması ve dinleyenlerin konuya ilişkin hiçbir tavır ve tepkide bulunmamaları şu an yürütülmekte olan Rojava, Şengal ve Başur Kürdistan’a dönük olan saldırılara sessiz kalmalarının nedenlerini de açıklar niteliktedir.
Avrupa birliğinin, Sömürgeci Soykırımcı Türk Devletinin (SSTD) şefi T. Erdoğan’a şimdiye kadar mülteciler politikası için milyarlarca dolar vermesi, Rojava’daki demografya değişimine nasıl yardımcı olduğunu, cesaretlendirici ve hatta teşvik edici olduğunu ortaya koyar.Avrupa-ABD yöneticileri istediği kadar,insan haklarından,evrensel hukuktan vb. sözedebilirler.Ancak bu tür değerlerden sözettiklerinde dahi bilmeliyizki,özellikle Kürtler bilmelidirlerki,onlar öncelikli olarak sermayelerinin,gelecekte elde edecekleri çıkarlarından sözetmektedirler.Bu Suriye’den çok planlı bir politikayla Türkiye’ye çekilen Arap halkının bir kesiminin bölgesel siyasi haritanın yeniden SSTD ve NATO güçlerinin lehine sonuçlanması için kapalı kapılar ardında yapılan kirli planların bir sonucudur.
Demografya değişimi veya zorunlu iskân yabancısı olduğumuz kavramlar değildir. Sömürgeci-soykırımcı Selçuklu, Osmanlı İmparatorlukları ve onların enkazı üzerinde kurulan SSTD’nin tarihini okuyan ve biraz bilgi sahibi olan herkes Türklerin Ortadoğu’ya gelişinden bugüne kadar ki pratiğinin demografyanın değiştirilmesi, halkları ana topraklarından korkutup göçertirerek ya da kılıçtan geçirerek, onların yerine Ortaasyadan gelen Türk topluluklarını yerleştirme yoluyla ya da ezip-teslim olmaya zorlayarak halkları ve inançları tebası haline getirme olduğunu rahatlıkla görebilir.
Tabi ki demografya değişimi ve soykırım, öyle sıradan ifade edilecek sözler değildirler. Büyük zulümleri, acıları, travmaları ifade ederler. Bilindiği gibi insanların tarihsel ve toplumsal olarak yurt edinmeleri büyük zorluklar, sıkıntılar, emekler, mücadeleler, acılar ve sevinçler üzerine oluşturulur. Birey ya da halkların adeta kendisini bir parçası olarak gördükleri anası veya beşiği olarak gördükleri bir toprak parçası üzerinden hem de büyük katliamlar, zorlanmalar, ekonomik yoksullaştırmalar, işkenceler, açlık ve sefaletler sonucu bir toprak parçasından sürülmesi her birey ve halk için büyük travmalara yol açar. Kökünden sökülen herhangi bir bitkinin durumu ne ise toprağından sökülen birey ve halk topluluklarının durumu da benzerdir.
Türkler, sömürgeci-soykırımcı Selçuklulardan sonra beylikler biçiminde örgütlenir. Osmanlı beyliği ile imparatorluğa doğru ilk adım atılır. Sonrasında yüzlerce yıl sürecek tarzda çeşitli baskı, zor, katliam, korkutma ve benzeri biçimlerde bölgenin yerleşik halkları topraklarını terketmek zorunda bırakılırlar. Onların yerine Orta Asya’dan göç eden Türk boyları bu topraklara yerleştirilmiştir. Peki bu topraklar boş ve kimsesiz miydi? Issız çöl müydü? İnsanların adım atamadığı ormanlar mıydı? İkisi de değil…
Bugün Türk sömürgecilerinin ve ideologlarının Anadolu olarak nitelendirdikleri yerin sahipleri vardı. Buraları yurt haline getirebilmek için harcadıkları büyük emekleri vardı. Fakat Türk egemenleri yüzyıllarca sürecek bir politika temelinde bu toprakların insanlarını tehdit, korkutma ve katletme vb. biçimlerde kaçırtıp göçertmişlerdir. Ya da bunları Türkleştirme ve Müslümanlaştırma politikası temelinde kendi içerisinde eritip yok etmişlerdir.
Sömürgeci Soykırımcı Osmanlı Devleti’nin kendisini ayakta tutabilmek için ne kadar çok gerici bir biçimde direttiği biliniyor. Önce Osmanlıcılık politikası, tutmayınca Panislamizm, o da tutmayınca Pantürkizm resmi devlet politikası olarak belirlendi. Alman emperyalizminden öğrendiklerini hayata geçirmeye çalıştılar. Sömürgeci-soykırımcı Osmanlı imparatorluğunun aynı zamanda İslam halifesi de olan 2.Abdulhamidle başlayan, İttihat Terakki cemiyetiyle daha da kapsamlılaşan politika Kürtleri soykırıma uğratmaktır. Bunda “Anadolu’nun İslamlaştırılma ve Türkleştirilmesinde üç temel enstrüman kullanıldı: etno-istatistik, etnografik-harita ve etnografik araştırmalar.” Temelinde hayata geçirmeye çalıştıklarını Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi kitabında belirtir. Halkları ve inançları soykırım ve demografik değişikliklere uğratmak için öylesine derin düşünüp, incelikli ve planlı çalışmışlar ki, tesadüfe yer bırakmamışlardır. Önce, harita çıkarmışlar, sonra nüfus sayımı yapmışlar, her halkı ve inancı tarih ve sosyoloji bakımından incelemişler, ardından hangilerini nasıl yok edeceklerini, hangilerini topraklarından koparıp başka yerlere yerleştireceklerini, onların yerlerine Türkleri nasıl yerleştirip Türk-ulus devletini yaratacaklarını planlayıp pratikleştirmişlerdir. Ceza hukukunda, taammüden adam öldürme, diye bir ifade vardır. Soykırımcı Türk egemenlerinin yaptıkları da, tamamıyla taammüden, yani bir bilinç temelinde tasarlayıp-planlayarak halklara ve inançlara karşı soykırım suçu işlemektir. Bunun diğer anlamı da şudur, bölgeyi halklar mezarlığına çevirmek ve sonra, o mezarlık üzerinde kendi ulus-devletini kurmaktır. Bu insan-insanlık var oldukça unutulmayacak ve hiçbir biçimde affedilmeyecek bir suçtur. Bu suç bugünde işlenmeye devam etmektedir. Zihniyet-plan aynı, uygulayıcıların isimleri değişmiştir. Hepsi o kadar! Bunu aşağıdaki örneklerde çok daha iyi göreceğiz.
İttihat ve Terakki ’nin üç katil ve soykırımcısından biri olan Talat Paşa kuracakları Türk devletinin coğrafyasını tarif etmesi istenildiğinde, buranın Anadolu olduğunu söyler. ‘Fakat buranın sahipleri var. Onlar ne olacak?’ diye sorulduğunda ise; cevap olarak bazılarını yok edeceklerini bazılarını da asimile edeceklerini büyük bir rahatlık içerisinde dile getirir. Bu temelde Ermenilere, Süryanilere ve Kürtlere karşı büyük katliamlar yaparak ve yer değişikliği temelinde soykırımı tamamlamak istemişlerdir. Kürtler için ise hiçbir vilayette nüfusları yüzde 5’ten fazla olmamak kaydıyla gerisinin kendi hakimiyetleri altındaki alanlara dağıtılacağını planlamışlardır. İttihat Teraki’nin iş başına gelmesinden sonra Rumların yoğun olarak yaşadıkları yerlerde bin bir hile ve yöntemle Rum halkı kaçırtılıp göçertilir. Yerlerine Türkler yerleştirilir. Ege kıyılarında, bu toprakları nakış nakış işleyen Rum halkı yurdunu terketmek zorunda bırakılır. Bu yerler Ege’nin en verimli toprak parçaları ve bayındır yerlerdir. 1. Dünya Savaşı yılları içerisinde Apê Musa’nın deyimiyle yarım milyona yakın Kürdün çeşitli biçimlerde yok edildiği dile getirilir.
1934 yılında çıkarılan İskân Kanununa bakıldığında Sömürgeci Soykırımcı Türk Devleti’nin bu konuda bir hayli tecrübeli olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Yüzyıllarca süren bu soykırım politikaları neticesinde adına Türkiye dedikleri; kendileri için yaşam ama başka halk ve inançlar içinse mezarlık haline getirilen ucube, katil, soykırımcı devlet şekillenmiştir. Bu konuda verilecek çok örnek, yazılacak, söylenecek çok şey vardır fakat bunlar daracık bir yazının içine sığdırılamaz. Fazla tarihsel örneklere girmeden geçen yüzyılın başlarındaki İttihat Teraki’nin nasıl etnik temizlik yaptığını, nasıl halkları soykırımdan geçirdiğini, nasıl kaçırttığını, göçerttiğini kısaca özetlemek istiyoruz.
Mustafa Kemal’in sahte ve iki yüzlü bir biçimde din kardeşliği temelinde tanımladığı vatanın Türk ve Kürtlerden oluştuğu vaadi, Lozan anlaşması ile birlikte tümüyle yok hükmünde kabul edilir. 1924 anayasası ile birlikte “herkes Türk ıtlak olunur” biçiminde artık sıra Kürtlerin soykırımdan geçirilmesine gelmiştir. Sonrasında yapılan her anayasada SSTD, ilk üç madde ve 66. Madde açık bir biçimde Kürt-Kürdistan gerçekliğini inkâr eder. Örneğin 66. Madde,”Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı bulunan herkes Türk’tür” ifadesiyle tam bir soykırım planlamasını anlatır.
Şêx Said direnişi gerekçesiyle çıkarılan Şark Islahat Planı tümüyle bir soykırım suç belgesi niteliğindedir. Yapacakları katliamların ve demografik değişimlerin planlamasıdır. Ağrı Zilan soykırımından sonra da sıra Dersim’e gelir fakat öncesinde İskân Kanunu ile 1934 yılında tümüyle yapacakları soykırımın kültürel, siyasal, ekonomik ve demografik değişiminin altyapısını oluşturabilmek için kapsamlı bir soykırım kanunu çıkarılır. Yani İttihat Terakki’nin soykırım anlamına gelen etno-mühendisliği güncellenmiş, Dersim Tertelesi de bunun somut pratikleşmesi olur. Sıdıka Avar bu soykırım politikasının kirli bir figürüdür. Talimatını bizzat Kürtlerin en büyük katillerinden bir olan Mustafa Kemal’den alır.
YASİN NAVDAR
(Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi)
YORUM GÖNDER