TOPLUMSAL İNSAN, ÖZGÜR İNSANDIR
İnsan etten kemikten oluşur denir. İnsanı anlatmanın anaokul çağı dahi sayılamayacak ...
Toplumsallaşma insanı tüm diğer canlılardan ayırır. Toplumsallaşma insanın ahlak sahibi olmasıyla gerçekleşir. Evrensel varoluşta payına düşenin ötesine geçmeyi başaran, hatta verili sınırları zorlayarak kendi varoluş sınırlarını genişleten nadide türdür insan. Bunu başarmasını sağlayan en büyük güç insanın verili olanların ötesinde kurallar oluşturması ve bu kurallar etrafında yaşamın zorluklarının üstesinden gelme yöntemlerini bulmasıdır.
Kendi anı dışındaki anları yaşama hakikatini bulmasıyla ve bu hakikati sistemli, planlı ve programlı bir şekilde profesyonelleştirmesiyle insan türü diğer canlılardan ayrışmıştır. Türler hiyerarşisi oluşturup insanı o hiyerarşinin tepesine yerleştirmeden insandaki bu gelişimi anlamak, toplum hakikatini bilmekle mümkündür. Bundan dolayı sosyal bilimlerde araştırma ve kavrama yöntemleri kesinlikle birinci doğa dediğimiz toplumsallaşmanın dışındaki doğaya dair olan yöntemlerden ayrılır. Horozların yaşamını harem olarak değerlendirmek ve horozlara bakarak insan erkeği için harem oluşturmayı doğa kanunu gereği saymak, insan erkeğini aşağılamaktan ve en geri güdüselliğe indirgemekten başka bir işe yaramaz. Bu düşünüş biçimi aynı zamanda insan erkeğindeki ahlaki varoluşu, insan toplumsallığını reddetmek olur. Kimi sistem karşıtı hareketlerin de doğayı tek ve birebir çıkış noktası olarak görmesi, bu mücadeleler içindeki bireylerin doğadaki canlılara bakarak hayatlarını kurmaya çalışmaları kesinlikle insan doğasına aykırıdır.
İnsan doğası, toplumsal doğadır ve diğer canlıların yaşamıyla aynılaştırılamayacak kadar farklıdır. Her canlının kendi doğasında bir özgürlüğü vardır. İnsan türünün de ancak kendi doğası olan toplumsal doğada, yani ahlaki ve politik olduğu sürece yaşayacağı bir özgürlüğü olabilir. Doğaya uygulanabilen evrensel kuralları insana uyarlama yanılgısı sosyal bilimleri zehirlediği kadar sosyalistlerin, devrimcilerin de devrim algısını eksik bırakmıştır. İnsan türü katı evrensel kurallarla anlaşılamaz. Çünkü evrende yer alan milyarlarca insanın hiçbirinin basit görülen parmak izi dahi bir diğeriyle aynılaşmaz. Her biri bir başkadır. İnsanın özgür yaşamını evrenin insan somutunda kendini farklılaştırmasıyla bağlantılandırdığımız oranda insanı kavrayabilme potansiyelimiz artar. Tekil insanların sayısal toplamı toplumu oluşturmaz. Dünya insanlığı dediğimizde de akıllara nicel bir toplam gelmemektedir. Bu insan gerçeğinin biricikliğinden ve toplumsal gerçeğin hakikat oluşturmasından kaynaklanmaktadır.
İnsan etten kemikten oluşur denir. İnsanı anlatmanın anaokul çağı dahi sayılamayacak bu izah insanı tanımaya yetmez. İnsan, etten ve kemikten oluşmadan önce evrenin ruhundan oluşur demek daha doğruya ve insan bütünlüğüne yakın bir tanımlamadır. İnsanı salt nesnel tanımlamalara tabi tutmak, laboratuar çıkışlı betimlemeler yapmak hiçbir insanı hiçbir şekilde anlamaya yetmez. Ki öyle olsa, insanı insan yapan, toplumsallaşmayı sağlayan ve insan türünü diğer türlerden ayıran ahlak ve politikayı anlamak, anlamlandırmak mümkün değildir. Toplumsallıkla bağından dolayı ahlak ve politikayla en fazla ilgilenmesi gereken alan sosyal bilim alanıdır. Ancak bilimler bu alanı dine bırakmak suretiyle en çıkmaz yola çoktan girmişler, kendi alanları olan topluma kendi kapılarını kapatarak bir anlamda intihar etmişlerdir.
İntiharlardan geri dönme ve yeni toplumsal hayalleri gerçeğe dönüştürme arayışlarından ve mücadelelerinden dolayı çağın en gelişkin sosyal bilimcileri devrimcilerdir. Ancak sosyal bilimin tam olarak bu bilinçte olduğunu söylemek zordur. Sosyal bilimin çıkmazda olduğu söylenir. Aslında sosyal bilim toplumun bugünkü resmine bakmakla yetinmeyip varoluşundan bugünkü hayallerine kadar her şeyiyle ilgilenmeye başlamadığı müddetçe lanetli olmaktan kurtulamayacaktır. Sosyal bilimin zirvesi sosyalist mücadelelerdir. Ancak sosyalist mücadeleler de tüm toplumsal içeriğine ve devrim perspektifine rağmen Batı merkezli sosyolojik kavrayıştan kurtulamamışlardır. Örneğin toplumun oluşup bugüne kadar varlığını sürdürmesinde etnisitenin ve aşiretlerin oynadığı rolü reddetmek, toplumun temel varoluş formlarından olan bu oluşumları bir dönemin ürünü saymak ve bu çağda reddedilmesi gereken bir form olarak ele almak toplumu doğramaktır. Toplumun mayası reddedilerek toplum bilimin yapılamayacağı ne yazık ki bilinememiştir. “Maya, bir dönem yoğurdu mayaladı ama artık bu eskidi, aşıldı” denilemeyecek türde bir gerçektir bu. Maya hep vardır. Maya değişebilir ancak yok edilemez. Aynı şekilde peygambersel çıkışları, evliyaları, dervişlerin tüm hakim sistemlere karşı direnişlerini, etnisitenin direnişini, kadının duruşunu-direnişini ve varlığını koruma savaşını bir devrim dinamiği, hatta devrimin, devrimci direnişin kendisi olarak görememek sosyal bilimin lanetidir.
DİLZAR DÎLOK
YORUM GÖNDER