MODERNİTENİN KRİZLERİNE KARŞI ALTERNATİF BİR SİYASET: 3.YOL -3.BÖLÜM
Eşitliğin ve Özgürlüğün Ütopyası 3. Yolda Olmayı Gerektirir
Bilindiği gibi soğuk savaş yıllarından sonra bölgesel ve küresel rekabet, iki farklı ideolojik kutup arasında değil sadece kapitalist dinamikler arasında geçmektedir; kapitalist modernite içinde gelişen bu vahşi rekabet, iktisadi olarak sermaye grupları, siyaseten de devlet uzantısı siyasi blokların ilişki ağlarında yansımasını bulmaktadır. Bu kavgada birbirine benzeyen ve bir birinin uzantısı olan iki aktörün çoklu krizlere yönelik bir çözüm olabileceğini düşünmek için çok saf olmak gerek. Her iki rekabetçi kanadın vazgeçemediği iktidar alanları olarak devlet, militarizm, milliyetçilik ve kapitalizm gibi yapısal alanlar, yaşadığımız ve yaşayacağımız krizlerin ve olası felaketlerin ana kaynağını oluştururken buralardan çözüm beklemek için çok çaresiz olmak gerek; devlet makro iktidarı, militarizm savaş rejimini, milliyetçilik etnik ve ulusal eşitsizliği, kapitalizm sınıfsal çelişkiyi yeniden ürettiği sürece “bizler” yani dünyanın ezilen ve sömürülen kitleleri olarak yeni yollar aramak zorundayız. Bu alanlarda değişim sağlanmadan bize sunulan yeşil ekonomi, yeşil adalet ve sahte barışlar büyük bir aldatmacaya dönüşür. Peki ne yapmalı, nasıl yapmalı?
Elitlerin krizi yönetmek için bir rasyonaliteye sahip olmaması, farklı menfaat ve bağımlılık ilişkileri ile hareket etmeleri, küreselleşen dünyada devletin, iktidarın, iktisadın ve hukukun ilişkisel birer inşa olması siyasal alanda büyük yarıklar açıyor. Bu yarıkların olduğu her parametre yerel, bölgesel ve küresel ölçekte dünyayı yerel demokrasilerle yönetmeyi öneren üçüncü yol siyaseti için bir direniş ve değişim olanağı sunuyor. Bu açıdan toplumsal ve siyasal yapıları yerel, bölgesel ve küresel ölçekte “kamusal yarar” meselesine duyarlı hale getirmek çoklu iktidarların siyaset ve toplum üzerindeki sömürü kapasitesini sınırlandırmakla eşdeğerdir. Doğrudan ve dolaylı mücadelelerle kamusal desteği arkasına alabilecek bir siyaset inşası üçüncü yolun enternasyonal bağlamını güçlendirecektir. Söylemsel düzey ile sınırlı olmayan örgütsel ve eylemsel boyutları hayata geçirebilecek; ırkçılığa, ayrımcılığa, cinsiyetçiliğe, faşizme ve otoriterliğe meydan okuyabilecek bir politikleşme ancak 3. Yol siyasetini içselleştirmekle mümkün olabilir.Buradan hareketle demokrasiye yönelik erozyon, iklimsel krizler ve çoklu sömürü biçimleri üçüncü yolun siyasal felsefesi ve örgütsel modeli ile durdurulabilir, faşizm ve otoriterliğin genişlemesi üçüncü yolun çoklu direnişleriyle frenlenebilir.
Bu bağlamda zengin alternatifler sunmak ve sistemi zorlamak zorundayız. Zorlamanın farklı repertuarları var. Bu repertuar doğrultusunda yerel, bölgesel ve küresel ölçekte “direniş, talep ve inşa” at başı gitmek zorunda. Bu nedenle öncelikle daha az tüketip üretimi sınırlandırarak kitleleri politikleştirmek ve çoklu iktidar biçimlerinin sömürü pratiklerini kesintisiz bir şekilde teşhir etmek amacıyla geniş bir yelpazede protestolar, forumlar, kitle eğitimleri, sosyal medya mecralarını özgürleştirerek anlık reaksiyonlar göstermek önemli. Tüm bunların yanı sıra dayanışma biçimlerini çoğaltmak, söylemsel setler oluşturmak, alternatif ekonomileri genişletmek, temiz ve ucuz gıda için kendi kendine yeten tarımı başlatmak, göçleri durdurmak, yeni ve yaşanılabilir yaşama alanları, yıkılan toplumsal kırılmaları ve duygusal kopuşları tamir etmek için yeni kamusal alanları kurmak zorundayız. “Bizler” öz gücümüze dayanarak, kimseden beklemeden kendimizden başlamak suretiyle ortak geleceğimizi kurmak zorundayız. Devletin kapitalist modernite içinde kristalleşen iktidarcı ilişkiselliğini anlamak ve çözümlemek, üçüncü yol siyasetinin kalıcı tartışma başlıklarından biri olarak belirleyiciliğini sürdürüyor. Devrimci bir hedef olarak 21. yüzyılın olmazsa olmazlarından birisi yeni bir dünyanın inşası için devlet-modernite-iktidar ilişkisinin yeniden kurulması ve çözümlenmesidir.
Devlet iktidarlaşmanın anasıdır; bu organizma sanıldığı gibi homojen değil, çeşitli rant odaklarının yan yana gelmesiyle yönetilen bir paylaşım alanıdır.[6] Devlete ruh üfleyen ise siyasi rejimlerdir; dolayısıyla iktidar ve kaynak dağılımı rejimin niteliğine göre değişebilir. Peki kaynaklar nasıl eşit dağıtılabilir, iktidar nasıl sınırlandırılabilir ve yeni bir modernite için iktidarın merkezi yapısı olan devletin dönüşümü mümkün mü? Bu sorular üçüncü yol siyasetinin temel sorularından bir kaçıdır. Modernitenin siyasal uzantısı olan devlet, ekonomik uzantısı olan kapitalizm ve mekansal uzantısı olan kentler, devrimin ve değişimin yapılabileceği alanların başında gelmektedir. Bu alanlardan herhangi birine yönelik toplumsal ve siyasal mücadeleyi ihmal etmeden ortak bir gelecek yaratmak her zaman mümkündür. Siyaset kuramsal, örgütsel ve eylemsel bir pratiktir. Bu pratiğin devlet ile sınırlı kalması kurucu karakterine zarar veriyor. Kaldı ki siyaset kurucu olabildiği kadar devrimci olabilir. Bunun aşmanın yolu ise yeni yapılara alan açmaktan geçer. Demokratikleştirilmiş bir modernite bireysel ve toplumsal özgürlüğü hedefleyen demokratik siyasal alanlarını devlete bırakmayacak şekilde genişletmek zorunda. Yeni yapılar, yeni konuşma, örgütlenme ve itiraz etme alanları, merkezileştirilmiş siyasete karşı demokratik mevzi görevi görecektir. Siyasetin devlet dışına çıkarılması, partilerle sınırlı kalmaması, yeni öznelerin, yeni kurumsallaşmaların siyasal mekanlara dönüştürülmesi siyasetin yeniden kurucu olma karakterini güçlendirebilir.
Kongre, platform, sivil yapılar, sendika ve dernekler üçüncü yol siyasetinin yeniden politikleşebileceği alternatif yapısallıklardır. Toplumdan yana ve devlete mesafeli olan bu yapıların yeniliğe karşı yapısal bir direnci olsa da bu yapıların hala üçüncü yolun yerel, bölgesel ve küresel ağlarını kurabilecek politik yapısallıklar olduğu unutulmamalıdır. Sistem çökerken, ezerken ve sömürürken her zaman için unutmadığı veya ihmal etmediği bir şey var: Karşı alternatifleri boğmak, alternatif sistemlere asla tahammül etmemek, sistemsel alternatifleri ne ideolojik ne de politik bir zemin bırakmamak. Arap baharının radikal dincilerin parlatılmasıyla sapmaya başlaması, Rojava’da barışçıl Kürt baharının savaş ve işgallerle domine edilmeye çalışılması bunun somut örnekleridir. Yerel direniş ve protestoların hegemonya eliyle hızlıca bastırılarak boğulması enternasyonal bağlantıları önlemeye yönelik ideolojik müdahalelerdir. Bu da müesses nizamın olası çözüm ve alternatifleri kendi içinden çıkarmasına yönelik bir ortaklaşmaya yol açıyor. Türkiye’deki muhalefet ve iktidar bloğunun ilişkileri bunun somut örneği. Kapitalist kutuplar arasında bölgesel ve küresel ölçekte rekabet sürerken, sistem karşıtı direnişlerin yerellerde hala “sömürenler ile sömürülenler” arasında yaşanması “yerelleri” üçüncü yol siyasetinin üzerinde yükseleceği devrimci bir mevzi haline getiriyor. Yereller, direnen halkın, sömürülen sınıfların ve parçalı da olsa kritik reaksiyonlar gösteren toplumsal hareketlerin bölgesel ve küresel amaçları gerçekleştirmek için bir toplanma istasyonu görevi görmektedir. Bu hedefleri gerçekleştirmek için yerelin demokratikleştirilmesi ve yerellerde konuşabilme alanlarının çoğalması siyasetin merkezi yapılara karşı en rasyonel alternatifidir.
Bu nedenle siyasetin toplumsallaştırılarak yeni sınırlar çizmesi artık kaçınılmazdır. Gericiliğe karşı demokratik ve seküler, merkezileşmeye karşı yerel, suça karşı meşru bir siyasetin ihtiyacını hissediyoruz. Yerellerden başlamak üzere siyasetin ortak ve genel yarar kapasitesini genişletmek için yurttaşların katılım biçimlerini, eleştirel düzeyini, rıza eşiklerini yeniden düşünmek gerekiyor. Yerelde kurulacak yeni siyasal yapılar demokratik siyasete yapılacak müdahalenin kurucu araçlarıdır. Dolayısıyla güçlendirilmiş demokratik yerel yönetimler, sivil yapı ve platfomlar genç kadın ve erkeklerin öncülüğünde bir sinerji yaratarak 3. Yolun yürüyüşünü büyütülebilir. Toplumsal olana ve müştereklere saldırılar her zaman ideolojik ve politiktir, masumane değil tehlikelidir. Bu nedenle siyasetin ideolojik bağlamını ve yeni yolları yeniden kurmak zorundayız. Çünkü yaşanan altüst oluşlar siyasal modellerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Batının liberal demokrasi macerası, neoliberal ekonominin salgınla birlikte sönmeye başlayan balonu, kapitalist modernitenin yaşanan krizleri bertaraf etme kapasitesinin daraldığını, dahası işlemez hale geldiğini gösteriyor; bu da pandemi sonrası iç krizlerini aşmak için savaş rejimine hızlı (Ukrayna savaşı) dönüş yapan ve çoklu krizleri şiddet ve güvenlik denklemi ile bastırmaya çalışan modernitenin şiddet aklına karşı yeni direnme alanlarını kaçınılmaz kılıyor. Her yerde barıştan her yerde savaşa giden bir hegemonya var dünyada; her yerde barışı ararken savaşı bulan bir uygarlık ile karşı karşıyayız. Hem soğuk savaş döneminin iki kutbu hem de kapitalistler arası rekabetin hegemonik dinamikleri savaş toplumunun uzantılarıdır. Modernite zafiyet barışını yarattı; modern barış, Mayıs 1945’ten bu yana savaş ekonomisinden barış ekonomisine geçiş yapmakla sınırlı kaldı. Üçüncü yol siyasetinin ütopyası ise barış toplumudur.
Barış üçüncü yol için taktiksel değil stratejik hedeftir, konjonktürel değil ilkesel ve tarihseldir.Ortak geleceğimizin tahayyül edilebileceği potansiyeli yüksek mekanların başında sokaklar gelmektedir. Dünya nüfusunun %70 72’si kentlerde yaşadığını ve nüfusun en çok büyük kent bulvarlarıyla temasını unutmamak lazım. Joseph Goebbels’in 1931’de Nasyonal sosyalistlerin Marksistlere karşı yürüttüğü kampanyada “sokağı fetheden devleti de fetheder” demesi boşuna değildi. Sokağın gücüne inanmak gerekiyor. Sokak, itirazlarımızı yükseltmek ve dünyayı değiştirmek için hala kullanılabilecek en demokratik yöntem ve en sonuç alıcı direniş alanıdır. Engels 1848’de “ilk sokak gösterileri Paris hayatının en yoğun biçimde aktığı yer olan büyük bulvarlar da ortaya çıktı” diye yazar. Demokrasi ve yeşil dünya savunusu, savaş, cinsiyetçilik, milliyetçilik ve ırkçılık karşıtlığı en kalabalık bulvarlar da protesto edilmeli. Üçüncü yol siyasetinin siyasal mekanı sokaktır; sokak 3. Yolun demokratik kamusal alanıdır.
MEHMET NURİ ÖZDEMİR
YORUM GÖNDER