BİLİMSEL, “REEL”, DEMOKRATİK SOSYALİZM, SINIF-İDEOLOJİ VE HEGEMONYA İLİŞKİSİ (6.BÖLÜM)
Alt-yapı, Üst-yapı İlişkisi ve Tarih Üzerine:
Karl Marx; “Kapital” in prema türü diyebileceğimiz “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” adlı eserinin önsözünde alt ve üst yapı arasındaki ilişkiye dair şu sözleri yazmıştır:
“İnsanlar, kendi yaşantılarının toplumsal üretiminde, istemlerinden-iradelerinden bağımsız ve zorunlu olan, kendi maddi üretim güçlerinin belirli bir gelişim düzeyine denk gelen belirli üretim ilişkileri içerisine girerler. Bu üretim ilişkilerinin genel toplamı; üzerinde genel ve siyasi-yasal bir üst-yapının yükseldiği ve kendisine belirli toplumsal bilinç biçimlerinin tekabül ettiği gerçek temel olan, toplumun iktisadi yapısını oluşturur. Maddi olan yaşamın üretim tarzı toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecinin genelini de şartlandırır. İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tam tersine, bilinçlerini belirleyen onların toplumsal varlığıdır.”[28]
Veciz bir ifade ile belirtmek gerekirse, burada Marx’ın söyledikleri, “insanlar düşündükleri gibi yaşamazlar, yaşadıkları gibi düşünürler” sözüne tekabül etmektedir. (Kulübede doğan birisi ile sarayda doğan birisi arasındaki örneklendirmeyi düşünelim.) Ancak; insanlar düşündükleri gibi de yaşamak için mücadele etmekten vazgeçmez. Elbette ki maddi koşulların insanın düşünme yapısında belirleyici bir etkisi olacaktır, lakin bu tek yönlü ve doğrusal bir etkileşim değildir. Tarih bizlere; (son 30 yılda yaşanan baş döndürücü teknolojik gelişmeler göz önüne alınırsa) hem egemenler açısından hem de ezilenler açısından üst yapının kendisi de, alt yapıya etkide bulunabildiğini, değiştirebilecek güce ulaşabileceğini çok açık bir şekilde göstermiştir. Tarihin; salt olan bitenler silsilesini bir araya getiren determinist bir bakış açısı ile aktarılmadığını, onun öznel bir yanı da olduğunu da belirtmek gerekir. En nihayetinde; muzafferlerin tarihi ile mağlupların tarihi tamamen birbirinden farklıdır. Hatırı sayılır bir tarihçinin kendi sözleri ile “Tarih nedir?” sorusuna verdiği yanıtla bu konuya ilişkin olarak son sözlerimizi söyleyelim.
“Tarih doğrulanmış bir olgular kümesidir. Tıpkı bir balıkçının tablasındaki balıklar gibi, belgeler, yazıtlar vb. içinde olgular hazır durular. Tarihçi onları alır, evine götürür, pişirir, canı nasıl istiyorsa o şekilde sofraya koyar.”[29]
Tarih doğrulanmış bir olgular kümesi olsa da nihayetinde, tarihçinin canının istediği şekilde kayda geçirdiği bir olgular kümesi haline de gelebilmektedir. Ancak tarihçi bunu yaparken; kullandığı istatistiki veriler gibi somut belgeleri kullanarak kendi çeperinde de bir sınır çizer.
SELAHATTİN IŞILDAK
YORUM GÖNDER