YÜZÜNCÜ YILINDA LOZAN, KÜRDİSTAN ÖZGÜRLÜK GERİLLASININ DİRENİŞİYLE PARÇALANACAKTIR (2.BÖLÜM-SON)
Ne zamana kadar bu tanımlar geçerli oldu? Yunanlıları yenip de Lozan’a gidinceye kadar!
Yunan devleti ile Ege alanında sürdürülen savaşın, Sovyet Rusya’nın ve Kürt halkının verdiği destekli Türk sömürgecilerinin başarısıyla sonuçlanması üzerine imzalanan Mudanya mütarekesi neticesinden sonra Lozan’a gidiş oldu.
Lozan’da birçok konu tartışılır bu konuları bütün boyutlarıyla incelemek bu yazının sınırlarını fazlası ile aşar. Dolayısıyla biz Lozan’da esas olarak Kürt halkına ve Kürdistan’a ilişkin emperyalistlerin ve sömürgecilerin kirli pazarlıkların ana hatlarını ortaya koymaya çalışacağız. İngiltere’nin hegemon olduğu 1900’lü yılların başında, bu hegemonyaya itiraz eden Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu gibi devletlerin çıkışıyla birinci emperyalist paylaşım savaşı başlar. Fakat İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar, Almanya ve Osmanlı İmparatorluğuna karşı galip gelirler. İngilizler ve müttefikleri yenilen devletlere çeşitli konferanslarla dayatmalarda bulunurlar. İngilizler ve müttefikleri, Lozan konferansıyla da başka konular da olmakla birlikte esas olarak Osmanlı devletinin arttıklarına karşı bazı dayatmalarda bulunmak için toplanırlar. İngilizler Lozan konferansını koordinatörüdürler. Onlar planlar, onlar tartıştırır ve onlar sonucu belirlerler, ağırlıklı olarak böyledir.
İngilizlere Ortadoğu’yu yönetip yönlendirmek için kendisine bağlı Sovyet devrimi karşısında bir barikat görevi görecek, kapitalizmi yaygınlaştıracak ve kendi himayesinde bir ulus devlet modeline ihtiyaç vardı. Bu nedenle yönetip yönlendirebilecekleri ve kontrol altında tutabilecekleri bir Türk ulus-devleti sistemin bir ihtiyacı olarak ortaya çıkıyordu. Zaten 19. yy ortalarından itibaren de Türk elitleri içerisinde bir Türk ulus-devleti yaratma arayışları vardı. Somut olarak ifadesini Jön Türklerde yer bulmuştur. Daha sonra oluşturulan İTC (İttihat ve Terakki Cemiyeti) Pantürkizm temelinde Türk olan herkesi bir çatı altında toplamayı önlerine koydular. Bunun dışındakileri ise fiziki ya da kültürel ve etnik olarak soykırıma uğratmayı hedeflemişlerdir. Pantürkizm bölge tarihsel-toplumsal gerçekliği ve politik durumla çelişmesi nedeni ile Kemalistler, adına Misakı Milli dedikleri sınırlar dahilinde bir Türk ulus-devleti yaratmaya yöneldiler. Adına Misaki Milli dedikleri coğrafya ise ağırlıklı olarak Kürtler ve Türklerin üzerinde yaşadığı topraklardır. Zaten Misaki Milli de her iki halkın ortak vatanı olarak kabul edilir ve buna yemin içilir. Ulusal andın esas anlamı budur. Fakat daha sonra bütün bunların birer oyun-hile ve aldatma olduğu anlaşılacaktır ama işte işten geçmiş olacaktır. (Çünkü 1915 yılında İTC sömürgecileri, Türk ulus devletine yer açmak için Ermenileri soykırıma tabi tutmuşlardır. Bunu bizzat soykırımcı Talat Paşa’nın kendisi henüz Ermeni soykırımını yapmadan önce itiraf eder” (Bknz Modern Türkiye’nin şifreleri-Fuat Dündar).
Sömürgeci-soykırımcı zihniyetli Kemalistlerin Misakı Milli sınırları son derece muğlaktır. Fakat güçleri temelinde böyle bir programı önlerine koyarlar. Esas olarak Ermeni soykırımdan sonra Kürdistan’ı Türk ulus-devleti içerisinde eritip yok etmeyi daha ilk günden tasarladıklarını biliyoruz. Fakat Kürtlerin demografik ve coğrafik gerçekliği ve en önemlisi de dönemin politik ortamından dolayı Kürtlere muhtaçtırlar. Bu nedenle Kürtleri yukarda belirttiğimiz ‘şerbetleme’ siyaseti ile yanlarında ihtiyaç süreleri kadar tutma stratejisini uygulamışlardır. Kürtler ulus olarak, Kürdistan ülke olarak kabul edilmeyecektir. Lozan’a gitmeden önce oluşan heyete çizilen çerçeve bu temeldedir.
Heyete iki Kürdün dahil edildiği de doğrudur. Fakat bunlar heyet üyesi değil konferans yerine bile gitmemiştir. Lozan’ın otellerinde zaman geçiren, ihtiyaç duyulması halinde ortaya çıkarmak üzere bekletilen basit figüranlardır. Lozan’da Ekalliyetler (etnik azınlıklar) sorunu tartışılmaya başlandığında Türk heyeti ‘Ekalliyet diye bir şey yoktur. Ekalliyetler Gayri Müslimlerdir. Kürtler azınlık değildirler Kürtler ve Türklerin eşit olduğunu kendilerinin her iki halkın temsilcisi olduğunu’ söylediler. Bu durum İngiliz delegasyonunun başı Lord Curzon ve diğer koordinatörler tarafından şüphe ile karşılanır. Fakat konuyu çok fazla tartışma gereği duymaz. Böylelikle Gayri-Müslimler azınlık hukuku içerisinde statü, dil, kültür, din, ticaret, eğitim vb. konularda bazı temel haklar edinilirler. Fakat Kürtler kendi ülkelerinde yaşayan kadim bir ulus olmalarına rağmen azınlık statüsüne dahi tabi tutulmazlar. Lozan anlaşmasının “Azınlıklar” bölümünde ki maddelere bir bütün olarak (37. 38. 39. 40.41.42.43.44. maddeleri) bakıldığında Kürtlerin (adı geçmemesine rağmen) en azından dilleri ile konuşabileceklerine, mahkeme, ticaret vb. alanlarda konuşabilme serbestliğine dair muğlak ifadeler vardır. Yine bunlar dahi Kürtlerin lehine olabilecek tarzda hiçbir zaman ele alınıp yorumlanmamış, sözü dahi edilmemiştir. Bu maddeleri Özgürlük Mücadelesinin gelişmesi ve bir realite olarak süreklilik oluşturması gerçeği karşısında Baskın Oran başta olmak üzere bazı Türk aydınları bu maddelerin Kürtlerin bazı hakları kullanmasına açık olduğu yorumunu yapmışlardır. Bunlar da hiçbir zaman anayasal-yasal bir zeminde yer almamışlar ve pratikleşmemiştir.
Avrupa ve Türkiye’deki bazı çevreler sorunu bir halkın, bir ulusun ve bir ülkenin hakları temelinde tartışacaklarına sorunu bireysel insan haklarına indirgeyerek inkarı ve soykırımı meşrulaştırarak Sömürgeci Soykırımcı Türk devletine (SSTD) yardımcı olmuşlardır.
Aslında Lozan’da Musul ve Kerkük sorunu en fazla tartışılan sorunların başında gelir. Türk devletinin temsilcileri Musul ve Kerkük’ü bırakmak istemezler. Fakat İngiliz emperyalistleri de Musul ve Kerkük’te diretir. Bu nedenle de daha sonra her iki devletin tartışarak sonuca bağlayacağı bir sorun olarak kalır. 1926 yılında ise Musul ve Kerkük bugün bile içeriği yeterince açıklanmayan, bilinmeyen ve özenle gizlenen bir anlaşma temelinde Irak’a bırakmışlardır. Türkler Musul ve Kerkük’te diretmelerinin bir nedeni petrol ise esas nedeni İngilizlerin Kürtlere en azından dil-eğitim imkanı sunma olasılığıdır. Çünkü kendileri Kürtleri tümden tarih sahnesinden silmeye çalışırken yanı başında Musul ve Kerkük’ün en yoğun etnik nüfusu olması nedeni ile sınırlı bazı ulusal haklara kavuşması halinde Şark Islahat planını yürütemeyeceklerini bilmektedirler.
Evet Şark Islahat planının 1925’te çıkarıldığını biliyoruz. Fakat Şark Islahat planının zihniyet olarak 2. Mahmut’tan başlamaktadır Ve giderek sistemleşerek Abdülhamit’te, İttihat Terakki’de ve Kemalistlerde gizli bir ajanda olduğundan kuşku yoktur. Mustafa Kemal, Lozan’daki bu sinsi planlarını ve ajandalarını hayata geçirmek ve meşru kılmak için birinci meclisi bir gecede tasfiye etmişlerdir. Ve onun yerine kendi çetelerini ve uşaklarını milletvekili olarak meclise taşımışlardır. Adına ikinci meclis denilen bu meclis artık Kürt ve Türklerin meclisi değil, Kürt soykırımcısı M. Kemalin meclisidir. Ondan sonra Büyük Millet Meclisinin adını, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak değiştirmiştir. Mustafa Kemal, 24 Temmuz’da imzalanan Lozan’ı büyük bir zafer olarak Meclis’te kabul ettirir. Çünkü bazıları hala eski Osmanlı arayışı içerisindedir. Bu anlaşmayı özellikle Musul ve Kerkük’ü İngilizlere kaptırmanın ne anlama geleceğini bilerek itiraz etmişleridir. Fakat Mustafa Kemal ve İsmet İnönü meclise bu anlaşmayı zafer olarak kabul ettirir. Bununla birlikte Musul ve Kerkük’ü yeniden ele geçirmeyi çeşitli dar toplantılarda dile getirmişlerdir.
Bir ülkenin topraklarının parçalanması, parçaları arasına sınırların çekilmesi, o ülke üzerinde yaşayan halkın kendi arasında geliş-gidişlerin yasaklanması, siyasi, iktisadi, eğitim, kültürel ve ruhsal olarak farklılaşacakları kesindir. Çünkü her parça üzerinde de o Kürdistan parçasını kendi, ulus devleti içinde eritmek-yok etmek isteyen farklı devletlerin politikaları, doğal olarak ortak ideoloji, siyaset, ekonomi, askeri, dil- kültür-eğitim, ruhsal şekillenme gibi temel konularda ciddi farklılaşmalar ortaya çıkarır. Nitekim Kürdistan ve Kürt halkı arasında yaşanan durum da böyledir. Bugün ağır sonuçlarını yaşadığımız bu durumun temelinde Lozan konferansının etkileri vardır.
Türk egemenleri hiçbir zaman Musul-Kerkük’ü ele geçirme ve hakim olma amacını gündem yapmaktan vazgeçmemişlerdir. Koşullar oluştuğunda da bunu yüksek sesle dile getirmekten çekinmemişlerdir. Farklı kişilikler ve partiler dile getirmekle birlikte özü aynıdır. Amaç, Musul ve Kerkük’ü SSTD sınırları içerisine katmaktır. Bunu özellikle 90’lı yıllarda Mücadelemizin gelişmesi ve Körfez savaşı sürecinde Turgut Özal’da dile getirmiştir.
Son yirmi yıl içinde de Kürt Soykırımcısı Tayyip Erdoğan bunu daha fazla dile getirir olmuştur. 1992 yılında aslında SSTD, arkasına NATO’yu, Güneyli işbirlikçi-ihanetçi örgütlenmeleriyle PKK’yi tasfiye ederek yerine işbirlikçi-hain çevreleri yerleştirme ve onlar üzerinden bölgeyi tümüyle ele geçirme siyasetinin pratik adımları atılmak istendi. Çünkü PKK, Körfez savaşı ortamında Botan-Behdinan savaş hükümetinin oluşturulmasına ilişkin bir arayışı içine girmiş bulunmaktaydı. Bu saldırı, aynı zamanda Musul ve Kerkük işgalinin de hesabıydı. Fakat PKK’nin direnişi bu planı bozmuştur. Yine son yıllarda Sömürgeci Soykırımcı Türk devleti yoğun ve yaygın bir şekilde Musul ve Kerkük’te örgütlenmektedir. AKP- MHP çeşitli Türkmen oluşumları ve Barzani ihanet şebekesini bütünü ile yanına alarak bir kez daha Musul ve Kerkük sorununu gündeme taşımıştır. Ve bu süreçte öne çıkan propaganda şudur; ‘Lozan bir başarı değil, bir ihanettir’ Bununla esas olarak Mustafa Kemal denen Kürt Soykırımcısının muğlak ve belirsizde olsa Güney’de çizmiş olduğu Misakı Milli sınırları esas alınmaktadır. Oysa Musul’un Kürt olduğunu hatta en büyük nüfusun Kürt olduğunu 1920’lerde söyleyen Kürt soykırımcısı Mustafa Kemal, 27 Eylül 1925’te Avrupalı gazetecilere yaptığı açıklamadı ise; ‘Musul Türk’tür bu hakikati hiçbir şey değiştiremez’ diyecekti. İkinci Kürt soykırımcısı İsmet İnönü’de Kürtlerin Musul’da en büyük çoğunluk olduğunu dile getirmişti.
Burada Kürt soykırımcısı Mustafa Kemal’in Musul’un Türk olduğunu bu hakikatin değişmeyeceğini söylemesinin anlamı ile bugünde Musul-Kerkük’ün Türk olduğunu söyleyenlerin çıkması bir gen ortaklığını da ortaya koymaktadır. Bugün de, buraları SSTD’nin sınırları içine çekmek istemektedirler. Önder APO bir değerlendirmesinde, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin amacını çok net olarak şöyle belirlemişti: “Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının amacı; Misak-i Milli olarak yapmak istedikleri, Ortadoğu’da yaşanmakta olan krizden, koastan yararlanarak bunu kullanarak, kendimizi bölgesel hegemonik bir güç haline getirebilir miyiz? Misak-i Milli olarak belirlenmiş sınırlar içerisinde kalan yerleri işgal ederek, ilhak etmek, kendi coğrafyasının parçası haline getirmek istemektedir. Rojava Kürdistan’ı ile Güney Kürdistan’ı işgal ederek, ilhak etmek istemektedir. Bunların Misak-i Milli’den anladıkları ve yapmak istedikleri; Doğu Akdeniz’den, Halep’ten Musul, Kerkük, Süleymaniye’ye, İran sınırına kadar olan bu coğrafyayı ele geçirmektir. Buraları işgal ederek ilhak etmek, buna dayanarak da bölgesel hegemonik bir güç olmaktır. Lozan’ı ihanet olarak değerlendirmeleri; Lozan’ın yüzüncü yılı olan 2023 yılında bunu başarmak amacıyladır.”
Önderliğin İmralı duruşu, zindan direnişlerinin aralıksız sürmesi, kaskatı bir faşist ve soykırımcı bir politika uygulamasına rağmen halkımızın direniş konumunda ısrar etmesi ve en önemlisi de 2022 yılından itibaren Kürdistan özgürlük gerillasının tarihi direnişi soykırımcı sömürgeci Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli diktatörlüklerini derinden sarsmıştır. Ekonomik olarak ciddi bir kriz, siyasi olarak tam bir çöküş ve askeri olarak da yenilginin eşiğinde bulunması, faşist sömürgeci diktatörlüğü daha da saldırganlaştırmaktadır.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da gündemde olan genel seçim sürecinin yakınlaşması, dünya ve bölge dengelerinde ciddi, köklü değişikliklerin olması, söz konusu AKP-MHP faşist iktidarını ciddi bir biçimde zorlamaktadır. Artık çöküşün eşiğine gelmiş bulunmaktadır.
Bu alçakça ihanetlerinin önünde de Önder APO’yu ve Kürdistan Özgürlük Hareketini görmektedirler. Önder APO üzerinde yürütülen tecrit, Kürdistan özgürlük hareketinin ve özgürlük gerillasının üzerinde yürütülen en vahşi saldırıların temelinde böyle bir kökü tarihte olan güncel bir amaç vardır.
Fakat artık Lozan emperyalist aşamasının gerçekleştiği dünya, bölge ve Kürdistan koşulları ortada yoktur. İki gün önce Rojava Devrimi’nin 10. Yılını büyük bir coşkuyla kutladık. Artık bununla Lozan anlaşmasının bir alt basamağı niteliğindeki Ankara anlaşması yerle bir olmuştur, bu aynı zamanda Lozan’da ciddi, gözle görülür bir gediğin açılması anlamına gelir. Kuzey’de yaratılan ulusal bilinç, örgütlenme ve direniş, Zap’ta, Metina’da, Avaşin ve Xakurkê’de yaşanan direniş Lozan’ı paçavraya çevirmede ciddi bir adımdır. Ama en önemlisi, Kürdistan’ı bölen sınırlara rağmen Önder APO’nun çıkışı, PKK’nin öncülüğünde Kürdistan özgürlük gerillasının tarihsel direnişi, Lozan’ın Kürdistan halkında yarattığı ciddi tahribatları gidermede ve ortak düşünce, ruh, üzüntü ve sevinçler yaratabilmiştir. Kürdistan halkında önemli düzeyde ortak duyarlılıklar ortaya çıkarılmıştır. Kirmanşahlı bir genç Dersimde, Malatyalı bir genç, Şaho’da, Hasekili bir genç Botan’da ulusal özgürlük mücadelesine katılabilmektedir. Bu Lozan’ın ruhuna fatihadır.
Fakat dünün Lozan koordinatörleri bugün de, aynı zihniyetle Kürtleri, Kürdistan’ı çıkarlara kurban etmek için elinden geleni yapmaya devam etmektedirler. Lozan’ın güncellenmesi gündemdeki yerini korumaktadır. Ancak Kürtler eski Kürtler değil, Kürdistan eski Kürdistan değil ve zaman eski zaman değildir…Kürtler, Kürt özgürlük gerillasının tarihi direnişi, Kürt kadının özgürlük iradesi, Kürt gençliğinin dinamizmi ve Kürt halkının Önderlik felsefesi ve ruhuyla demokratik ulus inşasına yönelmektedir….Tüm bunların toplam anlamı olarak, Kürtler bugün bölgenin en dinamik ve en öncü halkı olarak çağdaş bir medya hareketini geliştirmektedirler. Ve bu hareket ne Lozan’ı ne de Lozan’ı kendi sömürgeci emelleri temelinde revize etmeye çalışanları kabul etmeyecektir…
YASİN NAVDAR
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
YORUM GÖNDER