HAKİKAT ARAYIŞCILIĞI BİR SORGULAMA İŞİDİR (11.BÖLÜM)
Canlıcılık Ve Animizim Mitolojinin Önemli Özellikleridir;
Din için ilahi yaratıcılık ya da kutsal yaratıcıyla yaşamın ifadelendirilmesi, anlatılması, açıklanması olarak belirttik.
Mitoloji ise tartışılıyor, daha az bilgi eldedir, fakat yaşamda daha çok fazladır, onu anlayabilmek önemlidir. Canlıcılık ve animizim mitolojinin önemli özellikleridir. Bu da her şeyi açıklamaya yeterli değildir, fakat doğa ve toplum gerçeğine daha yakındır. Önderlik “Evreni de canlı olarak görmeliyiz” dedi. İnsanı değerlendirdi. O boyutuyla daha yakındır. Fakat mitoloji yaşamı, her şeyi çok iyi açıklamıştı diyemeyiz. Öyle olsaydı mitolojide zihniyet farklılaşması olmazdı, niye olsun ki? Demek ki öyle değildi, yetmedi, yetersizdi. Onun için sadece animizm olarak da böyle dar bir canlıcılık ile yüzeysel bakış açısı da olmamalıdır. Bir de mitoloji sadece o değildir, bir ruhlar gerçeği var, dünyanın ruhlarla dolu olduğunu, mitolojinin yaşamı canlı ruhlarla izah etme durumu var. Bu çerçevede hala günümüzde mitolojik yaşama var. Rüya bile mitoloji ile ilgilidir, hayal görmeler mitolojiktir. Din ile çatışıyor ama birbirini besliyor da, öyle o çatışmalar birbirini beslemeyen çatışmalar olarak görülmemelidir.
Mitolojiye bakalım ruhu canlı olarak görüyor, görünmüyor ama görünen yaşam aslında o ruhun pratikteki şekillenmesidir, dolayısıyla yaşamdaki mücadeleyi ruhların mücadelesi olarak ifade ediyor. Tanrılar, tanrıçalar arasındaki kavgalar, insanlar arasındaki kavgalar, o izahların hepsi bunu ifade ediyor. Olumluluk-olumsuzluk açısından insan değerlendirebilir, ama hakikat budur diyemeyiz, yaşam hakikatini izah etmede o çok fazla açıklayıcı aydınlatıcı değildir. Bilim onu tümden reddetti, pozitif bilim de doğru değildir. Öbür uçta her şeyin ruhlarla izahı da, yaşamı ruhların yarattığı, bizi ruhların yönlendirdiği, yaşam gerçeğinin canlı ruhlar gerçeği olduğu da doğru değildir. Her şeyi anlatmaya, izah etmeye, yaşamı doğru anlamamıza, çözmemize yeterince hizmet etmiyor. Böyle bakabilmek lazım. olumlu yanları, özgürlüğe yakın yanları neler; ama öyle olmayan, hayali, yanlış, geriletici yanları neler onlara bakmak gereklidir.
Dini böyle sadece tek tanrılı dinler olarak görmemek gerekir. Sadece Tevrat ile başlayan süreç olarak da görmemek lazım. Din, inanç, kutsala inanma ilk insandan başlayan süreçtir, onun çeşitli aşamaları var, dinin topluma hizmet ettiği dönem de vardı. Sınıflaşmaya, sınıf sömürüsüne izin verdi, köleliğe, hiyerarşi ve devlete izin verdi, onun çok güçlü bir ucu oldu. Öyle bir savrulmanın, sapmanın ucu oldu. Ama orada bugünkü pozitif bilimciliğin ortaya çıkardığı sonucun ortaya çıkmaması için de gerçekten bir ahlaki örgü oluşturdu, her şeye bir sınır koydu. Dinin çok önemli bir ahlaki özelliği var, bu da önemlidir, kuşkusuz yeterli değil, eleştirilecek çok yanı var ama bir de toplum üzerindeki anlamı, rolü var. Metafiziğin oluşmasında o ahlakın çok büyük bir rolü var. Bazı felsefeciler de daha fazla da güçlendirdiler. Önderlik “Metafizik ahlakın kurucuları” diyor. Peygamberleri bir yanıyla değerlendirdi, ama bir yandan da Zerdüşt, Konfüçyüs, Sokrates gibi kişiliklerin de ahlak felsefelerinin ilkelerini değerlendirdi. Zerdüşt’te her şey iyi-kötü ikilemindedir. İyi-kötü onun bütün bakış açısını belirliyor. Ona göre bir ahlaki sistem oluşturuyor. Konfüçyüs Çinliler tarafından çok övülüyor. Sokrates’in felsefe yaklaşımlarını biliyoruz. Baskı ve sömürü sistemiyle, iktidar ve devlet sistemiyle iktidar güçleriyle çelişen-çatışan yanlarını biliyoruz.
Felsefe için tanımlamalar oldu. Felsefe, bir bütün değildir. Sorgulayıcılık var, biraz eleştiri yorum da var. Felsefede de yorumculuk var, Önderlik onu esas alıyor, fakat felsefede sorgulayıcılık daha öndedir, anlamlandırıyor, anlam verme var. Yaşam gerçeğini açıklamada iki uçtur. İdealizm ve materyalizmdir. İkisi de felsefi akımlardır. İdealizm; dinden kopuyor. Dini idealizm, yaşamı tanrıyla, görünmeyen ruhla ifade ediyor. İdealist felsefe öyle değildir, düşüncenin gücüyle ifade ediyor. “Düşünüyorum öyleyse varım” demesi onun içindir. O kadar uç noktaya götürüldü ki kutsallık atfedilecek kadar bir duruma gitti. Sonra da ulus devleti tanrının yerdeki temsilcisi olarak tanımladı. Böyle bir yaşam tanımlaması var.
Materyalizm bunun tam karşıtıdır. Bütün o düşünce ruh açıklamasını reddediyor ve her şey maddidir, diyor. Maddeyi ele alıyor. Maddenin hareketiyle açıklıyor. Evren maddidir, gelişme maddenin mücadelesiyledir, dolayısıyla evren tanınabilir diyor, pozitif bilimler öyledir. Materyalizmi daha çok etkili kılan diyalektik yöntemdir. “Diyalektik materyalist felsefe” olarak tanımlanıyor. Diyalektik yöntem önemlidir. Maddeye ilişkin yanları yanlış değildir, fakat her şeyi maddeyle izah etmesi, evreni de madde ile izah etmesi, maddi olmayanı görmemesi topluma ve evrene sadece maddi gözle bakması yanlıştır. O da tek yanlılık ortaya çıkardı. Metafiziği dolayısıyla toplumu ve bireyi kavramayı, anlamayı ortadan kaldırdı, oraya tam tersine fizik gibi, kimya gibi diğer bilimsel disiplinleri dayattı, ağırlıklı olarak özellikle de aydınlanma döneminin filozofları, felsefesi oraya dayandı.
Diyalektik yöntemin temel ilkeleri var. Her şey birbirine bağlı, bir bütünlüğü esas alıyor. Diyalektikte parçalanma yoktur. Değişim içtedir, her şey çelişki halindedir. Çelişki de, karşıt iki ucun birliği ve mücadelesi vardır. Bunlar diyalektiğin temel ilkeleriydi. Birlik esas olandır. Fakat bunu giderek topluma uyarlayarak özellikle de topluma dönüştürüldüğünde zıtlar, çelişki, karşıtlar yok edici, yıkıcı olarak değerlendirildi. Çelişki teorisi önemliydi, gelişmeyi ifade etme noktasında hala da öyledir. Mücadele ve değişimin kaynağı gerçekten de önemlidir. Fakat şöyle tanımlanıyordu: Yıkıcı karşıtlık tanımlaması vardı, antagonist tanımlaması, çelişen tarafın zıtların birbirini yok etmesi ve birinin kalması olarak, birinin diğerini tüketmesi olarak tanımladı. Önderliğin en temel itirazı burayadır. Orada bir ucu tez bir ucu anti-tez mücadelede birinin diğerini yok etmesiyle ortaya çıkan sonucu sentez olarak değerlendiriyor. Önderlik bu yöntemi de reddetmiyor, fakat mücadele yok edici değil, besleyici birbirini içericidir diyor. Dolayısıyla birinin diğerini yok edici değil, ikisinin birbirini besleyen mücadelesinden yeni sonucun ortaya çıkması ve bu sonucun bir değil fazla olması değişimin çoğalma, farklılaşma biçiminde olduğunu, çelişkiden sonucun böyle ortaya çıktığını Önderlik ifade ediyor. Diyalektik materyalizme bu tüketici, birbirini tahrip edici, yıkıcı çelişki anlayışının sonucunu dogmatizm olarak tanımladı. Bunu topluma götürünce proletarya-burjuva arasındaki çelişki öyledir, o halde burjuvazi proletaryayı tüketiyor; proletarya da burjuvaziyi tüketmeli, proletarya diktatörlüğüne, burjuvaziyi böyle zorla ortadan kaldırma düşüncesine ve pratiğine buradan gittiler, bu felsefenin sonucunda reel sosyalizm pratiği ortaya çıktı. Sonuçta gördük ki doğru değildir, yaşam onu doğrulamadı. Toplumdan değerlendirdi, daha sonra Önderlik yaşamın doğruladığı biçiminde değiştirdi, düzeltti, yanlışlarını attı. Felsefe açısından bunları ek olarak belirtebilirim.
Bilim yöntemi için ise şunlar belirtilebilir: Aydınlanma dönemi, reform, Rönesans, aydınlanma çağı önemlidir. Sanayi devrimiyle de birlikte gelişiyor. Önderlik insanlığın ikinci büyük devrimi olarak tanımladı. Tarım-köy devriminden sonra en temel toplumsal devrim olarak bu süreci gördük, birçok bakımdan bunlara işaret etti. Fakat bilimsel teknik devrim deniliyor. Bilimde ve teknikte müthiş bir ilerleme oldu. Öyle ki fizik, kimya, biyoloji gibi maddi bilimlerde ortaya çıkan sonuçları olduğu gibi topluma da uyarlama oldu. ‘Toplum da bir maddi güçtür o halde öyle izah edilmeli’ denildi. Özne-nesne ayrımı, olguculuk, deneycilik, ampirizm; aslında o tehlikeyi Lenin görüyor, toplumsal mücadeleyle uğraştığı için “Materyalizm ve Ampiryokritisizm” kitabı var. Maddi bilimlerdeki deneyciliği, bunların ulaştıkları sonuçları olduğu gibi topluma aktarma durumuna karşı çıkıyordu. Toplumsal hareketin tümden öyle ele alınamayacağını, insanın biraz farklı olduğunu belirtiyor. Beyni inceliyor, “Beyin düşünce organıdır” diyor, bütün düşünceleri inceliyor, dolayısıyla insan ve toplum sanki biraz farklı der gibiydi, ama bu yetmedi, çok yüzeysel eleştiri ve değerlendirmeydi. Zaten Lenin’in kendisi pratiğe de koyamadı, birçok saldırılar karşısında önceki düşüncelerini değiştirmek de gerekti, önceki de toplumsal hakikati açıklamada yeterli değildi, hataları yanlışları çoktu, dolayısıyla çöküşe giden bir reel sosyalizm sistemi öyle gelişti.
Reel sosyalizm de pozitif bilimciliğin çok önemli bir yanı oluyor. Ama kapitalist modernite olarak tanımladığımız, anlamaya çalıştığımız, endüstriyalizm, ulus devletçilik, kapitalist sömürü buradan kaynaklanıyor. Toplumları, tarihsel toplum varlığını sadece ekonomi ile izah eden, alt yapı = ekonomi, toplum = alt yapı, o da = ekonomi, ekonomi de = üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkidir, çatışmadır, bütün gelişmenin temelinde bu var. Kapitalizme gelince de üretim güçleri araçlarla, işçiler, üretim ilişkilerine sahip olan burjuvalar; dolayısıyla aracı kullanan zaten üretim yapıldığı zaman sömürülüyor, temel sömürü olarak bunu gördü. Tarihsel olarak yaşanmış olanları görmedi. Etnisite nasıl köleleştirildi, kadın nasıl köleleştirildi, tarım-köy devrimi nasıl tahrip edilmeye çalışıldı, doğa üzerinde nasıl tahribatlar oldu. Bunların hiç birisini görmedi. Sömürü olarak gördüğü artı değer olarak tanımladığı sanayideki o sömürüdür. Oradan kalkarak da sadece işçi sınıfına dayalı burjuvaziyi yok etmeyi, diyalektiğin zıtlar karşıtlığı ve mücadelesiyle de sonuç almayı öngören bir devrim tasarladı. Kendilerinden sonra 20. yüzyılın başında iki tür yorumlama oldu. Bir taraf proletarya diktatörlüğü denen devlet sistemi kurarak, bir taraf sosyal demokrasi mücadele tarzında biraz daha uzlaşmayı öngördü. Reel sosyalizm bu mücadele içerisinde ortaya çıktı.
“Yöntemim Yorum Sanatıdır Anlamcılık, Buna da Hakikat Rejimi Diyorum”
Önderlik aydınlanma düşüncesini de reddetmiyor, büyük bir gelişme olarak değerlendiriyor. Fakat şimdi önemli eleştirileri var. Tarihsel toplumsal bakışına eleştiri var, toplumsal sistemi değerlendirişine eleştiri var. Pozitif bilimcilik oldu, metafiziği, insanı, toplumu tümden reddeden ve böylece özne-nesne ayrımı ile insan nesne; toplum, doğa nesne bu kadar sömürü azami kar, endüstriyalizm sömürüsü tahripkarlığı, ulus devlet faşizmi, baskı ve sömürü sistemi bu zihniyetin uygulanması, pratikleşmesi olarak ortaya çıktı. Yaşananların dayandığı zihniyet budur. Bunları böylece ortaya koydu, eleştirdi. Gerçekten de çok köklü bir kopuşu ifade ediyor. Kapitalizmden önceki her şeyi reddeden, kapitalizmle sanayi bilim ve teknik devrimi özdeşleştiren yaklaşımları çok yanlıştır. Çünkü tarihsel toplumun tümden inkarı var.
Oradan Marksizm çıktı, reel sosyalizmin tarihsel materyalizmi ile dinin yaşamı izah etmesi birbirine ne kadar benziyor, ne kadar da kolay öğreniliyor. ‘…Şöyle yaşayacaksın sonra öleceksin, öldükten sonra şöyle sorgulanacaksın…’ Aslında din daha sorgulayıcıdır, ‘Ölünce hesap vereceksin’ diyor, hem de öldüğün anda da vereceksin, mahşer gününde vereceksin, tekrar tekrar hesap sorulacak, yanlış yapmayacaksın, bir ahlakı var.
Diğerinde ise ‘Kapitalizm geldi, kapitalizmden sonra sosyalizm olacak’ Buna o kadar çok inanılmıştı ki, kapitalist olmayan sosyalist olmaz, o halde önce kapitalist olmak lazım. Reel sosyalizmden etkilenen Kürt reformist milliyetçi akımları, küçük burjuva akımlar onu o kadar benimsemişlerdi ki, hep burjuvalaşmaya çalıştılar, kapitalizmi Kürdistan’da nasıl geliştiririz arayışına girdiler. Önderlik daha o zamandan Kürdistan’daki duruma bakarak bir yanlışlığın olduğunu fark etti ve reddetti. İlk karşı çıkışını çok ayrıntılı ya da her alana yayılmamak kaydıyla fakat temel bir ideolojik duruş olarak Kürdistan’daki kapitalizm değerlendirmesi ve ulusal kurtuluşla Kürdistan’a giren sömürgeci kapitalizm denen gerçek arasındaki mücadeleyi tanımlaması, sistemden de bu tür düşüncelerden de Önderliği ilk kopartan düşünce oldu. Ondan sonra mücadele geliştikçe, bilgi düzeyi arttıkça, hem pratikten, hem de okuyup incelediklerinden edindiği bilgiyle mevcut zihniyet sistemini ortaya çıkardı. Bir hakikat açıklaması oluyor. “Yöntemimin adını öyle koyuyorum, yöntemim yorum sanatıdır. Anlamcılık, buna da hakikat rejimi diyorum” dedi.
DURAN KALKAN (HEVAL ABBAS)
YORUM GÖNDER