ZİHNİYET DEVRİMİ VE POLİTİK GÖREVLER (4.BÖLÜM)
Politika Her Yerde Olmak Zorundadır
Yüzyıl bu temelde kapitalizmin her alanda zihniyet karşıdevrimini gerçekleştirerek zihniyet hegemonyasını kesinleştirdiği yüzyıldır. Bu döneme denk gelen K. Marks (1818-1883) ve F. Engels (1820-1895) öncülüğünde ilan edilen Bilimsel Sosyalizm teorisi ise, kapitalizmin zihniyet hegemonyasının, bilim değil bilimciliğinin (pozitivizmin) ağır etkisi altındadır. Zaten K. Marks ve F. Engels, kendi bilimsel sosyalizmlerini, kapitalizmi meşrulaştırma teorileri olarak tanımladığımız Hegel felsefesi, İngiliz ekonomi-politiği ve Fransız sosyalizminin bir sentezi olarak ilan etmektedir. Bu temelde liberalizmin içini boşalttığı bilimin, pozitivist (bilimcilik) tarzında tersyüz edilmiş zihniyetine, özne-nesne (burjuvazi-proletarya) ayrımına göre yapılmış kapitalizm değerlendirmeleri, liberalizmin zihniyet dünyasını aşamadığını gösterir. Teorideki yetersizlikleri (ayrıntılarına girme bu yazının sınırını aşar) pratikte başarısız olmalarının ana nedenidir. Özellikle kapitalist sistemin üç temel ayağı olan aslında ekonomi değil ekonomi karşıtı olan tekelci kapitalizmi, doğayı nesneleştirip kâr kanuna tabi tutarak alt-üst eden ekolojik dengeyi yıkan doğa düşmanı endüstriyalizmi ve toplumu demir kafese alıp nesneleştiren antidemokratik katı merkeziyetçi ulus-devleti olumlu ve ilerici olarak değerlendirmeleri farkında olmadan kapitalizmin küreselleşmesine de büyük katkıda bulunmuştur.
Son tahlilde Hegel’in ulus-devlet eksenli “Devlet özgürlük getirir” zihniyetinin özgürlük getirmediği Hitler faşizmi örneğiyle yeterince kanıtlanmıştır. Hegel’i ayakları üzerine oturttuğunu iddia eden Marks, Engels, her ne kadar devletin kökeni ve devlet öncesi toplum incelemelerine girişmiş ve devletin sönümlenmesi gereğinden bahsetmişlerse de alternatifini netleştirememişlerdir. Komünist Manifesto’da “Devlet olmayan devlet” deniliyor, yani devlete alternatif olarak yine devlet öngörülüyor, demokrasiden kelime olarak bile söz edilmiyor. Sönümlenmesi gerektiği tespit edilse de devlet yönetiminin (demokrasinin zıttı olarak şekillenen bürokratik yönetim) alternatifi demokratik toplum ve özgürlükler değil proletarya diktatörlüğü adı altında yeni bir sınıf devleti olarak pratikleşir. Sonuç devletin sönümlenmesi bir yana daha da azmanlaşarak şişen gövdesinin altında kalan toplumun ezilmesi olmuştur.
Her ne kadar Lenin, devrim öncesi “Sosyalizme giden yol demokrasiden geçer” tespitini yapmış ve Sovyet meclisleri o süreçte devrime gidişte önemli işlev görmüşse de devrim sonrası Lenin, “Bana sosyalist devlet ile ilgili kitaplar getirin” diyerek devlet ve iktidar eksenli sosyalizm inşacılığına girişmiştir. Sonuç Sovyet meclislerinin işlevsiz bırakılarak parti-devlet bürokrasisinin daha da azmanlaşması, kolektif devlet kapitalizmi olarak yozlaşma ve çöküş süreci olmuştur. Rosa Lüksemburg bu yetersizliği daha yolun başındayken ilk eleştiren (çelişki dar anlamda burjuvazi ile proleter arasında olmayıp, onu da kapsayan genel anlamda kapitalist olmayan toplum ile burjuvazi arasındadır) olarak bedelini hayatıyla ödemiştir. Teorideki yetersizlik (dar sınıf bakış açısı) burjuvazinin işine yaramış, işçiyi belli tavizlerle, sosyal devlet politikalarıyla satın alıp sistemine eklemlediğinde, toplum kapitalizm karşısında tamamen savunmasız kalmıştır. Son tahlilde “Sınıf özgürlük getirir” zihniyetinin de özgürlük getirmediği yaşanan reel sosyalizmin çöküşü deneyimiyle de doğrulanmıştır.
Abdullah Öcalan, Hegel ve Marks’tan farklı olarak savunmalarında özgürlüğün temeline sınıf ve devleti değil politikayı koymuştur. Tarih boyunca politika ile onun karşı kutbunda yer alan sınıf, iktidar, devlet kutupları arasındaki diyalektik çelişki ve mücadeleye dikkat çekmiş, sınıfsız-iktidarsız-devletsiz en uzun süre toplumlarının ahlaki ve politik varoluşunu ifade eden ahlaki ve politik toplumu esas almıştır. O’na göre toplum tektir, o da ahlaki ve politik toplumdur.
Toplumlar sınıfsız ve devletsiz var olabilir ama ahlaksız ve politikasız var olmamıştır. 5 bin yıllık sınıf-iktidar ve devlet zihniyet ve yapılanmalarıyla alanı daraltılsa da yok edilemeyecek olan ahlaki ve politik toplum gerçekliğidir. Zaten en uzun süre tarihi (toplumlar tarihinin yüzde 99) boyunca sınıfsız ve devletsiz ahlak ve politika organlarının işlevselliğinde var olmuş, beş bin yıllık kısa süreli (toplumlar tarihinin yüzde biri) sınıf-iktidar-devlet oluşumlarına karşı da sürekli direniş (İnanna direnişinden, kabile ve aşiret direnişlerine, peygamberlik hareketlerinden felsefi hareketlere, Atina demokrasisi ve Roma Cumhuriyet deneyimlerine, Rönesans ve Reform hareketinden demokratik anayasa hareketlerine, sınıf hareketlerinden, sosyal demokrat, anarşist, ekolojik, feminist, kültürel ve ulusal hareketlere kadar) halinde olmuştur. Politikanın özgürlük sanatı olarak tanımlanması bu tarihsel rolünden ötürüdür. Öcalan demokratik moderniteyi, tarih boyunca direniş halinde günümüze kadar gelen politik hareketlerin alternatif zihniyet ve yapılanması olarak tanımlamış, kapitalist sistemle varlıkları, çıkarları çelişen tüm toplumsal birimler ve bireylerinin varlık ve duruşu olarak formüle etmiştir.
Kapitalist sisteme karşı mücadele eden güçlerin son 200 yıllık mücadelelerin kapitalizme karşı çözümsüz ve başarısız kalmalarının nedenini de taşıdıkları iktidar-sınıf-devlet perspektifine ve politik alanı boş bırakmalarına bağlamıştır. Bir bütün olarak sınıf-iktidar-devlet eksenli kapitalizmi, endüstriyalizmi ve ulus-devleti aşmak yerine olumlayan zihniyet ve yapılanmaları nedeniyle kapitalist moderniteye alternatif olamadıklarını belirten Öcalan’a göre, “Alternatif olmak, ancak kapitalist modernitenin üç temel ayağı olan kapitalizme, endüstriyalizme ve ulus-devlete karşı kendi sistemini geliştirmekle mümkündür.” Bunu kapitalizme karşı anti tekel piyasa ekonomisi, komünal ekonomi, demokratik komünalizm veya demokratik toplum ekonomisi, endüstriyalizme karşı eko-endüstri, ulus-devlete karşı demokratik konfederalizm ve demokratik ulus olarak formüle etmiş ve “Demokratik Modernite” adıyla karşıt sistem olarak önermiştir.
Bu temelde “Demokratik Uygarlık Manifestosu” başlıklı beş ciltlik savunmalarında, beş bin yıllık sınıf-devlet zihniyetiyle onun en gelişkini olan kapitalist modernite zihniyet ve yapılanmalarını çözümleyerek aşmakla yetinmemiş, alternatifi demokratik modernite zihniyet ve yapılanmasını ve onun entelektüel, ahlaki ve politik inşa görevlerini de netleştirmiştir. Bununla da yetinmeyerek “Özgürlük Sosyolojisi” başlıklı savunmasında, ayrıntısıyla tanımladığı beş bin yıllık sınıf, iktidar ve devlet eksenli zihniyetinin yarattığı 12 temel toplumsal sorunun (1-İktidar ve devlet sorunu, 2- Toplumun ahlaki ve politik sorunu, 3- Toplumun zihniyet sorunları, 4- Toplumun ekonomik sorunları, 5- Toplumun endüstriyalizm sorunu, 6- Toplumun ekolojik sorunu, 7- Toplumsal cinsiyetçilik, aile, kadın ve nüfus sorunu, 8- Toplumun kentleşme sorunu, 9- Toplumun sınıf ve bürokrasi sorunu, 10- Toplumun eğitim ve sağlık sorunları, 11- Toplumun militarizm sorunu, 12- Toplumun barış ve demokrasi sorunu olarak sıraladığı) çözümünü politik program olarak ortaya koymuştur. Politikayı bu temelde ortak toplumsal sorunları çözme sanatı olarak tanımlamıştır. Sadece ortak toplumsal sorunların çözümünde değil, öz savunma da dâhil toplumun tüm hayati çıkarlarının belirlenmesinde, korunmasında ve sürdürülmesindeki hayati rolünü de yerine getirmek durumundadır. Politikanın bunun dışındaki sınıf-iktidar-devlet eksenli tanımlamaları yalandır, sahtedir, demagojidir.
Tüm sayılan 12 temel toplumsal sorun devlet-iktidar-sınıf eksenli olarak ortaya çıktığına göre demokratik politikanın görevi de yeni bir sınıf, iktidar, devlet haline gelerek kendi toplumunu zor ve baskı altına alıp yeni sorunlara boğmak değil, tersine kendisini sınıf-iktidar-devlet haline getirmemekle başarısını kanıtlayabilir. Gerçek politika toplumun ortak sorunlarını çözme sanatı olmak kadar sınıf-iktidar-devlet saldırılarına karşı direnç halinde ahlaki ve politik toplumu savunmaktır. Öcalan’a göre; “Demokratik politikayı daraltma konusunda uygarlığın bir yaptığını kapitalist modernite bin yaparak sürdürmektedir. Tüm dünya ekonomisini ağ gibi saran sermaye tekelleri olarak kapitalizm, azami kâr getirecek düzeyde yayılmasını tamamlamış, artık yayılacağı tek bir köşe bile bırakmamıştır. Ayrıca ekoloji alanındaki krizi de hesaba katarsak, derinliğine erişemediği tek bir aile ve birey bırakmamıştır. Endüstriyalizmin kapitalistik yasalarının sonuçları, toplumun iç ve çevre yapısında yarattığı yıkımı, felaket düzeyine taşırmıştır. Ulus-devlet, tarihin en güçlü tanrısal gücü olarak sızmadığı ve üzerine hegemonya kurmadığı tek bir vatandaş bırakmamıştır. İktidarın bu gerçekliği (kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devlet) karşısında, politika da karşı kutup olarak, tarihteki hiçbir dönemle karşılaştırılmayacak bir farklılığı yaşamak zorundadır. İktidarın tüm toplum düzlemindeki ağlarını karşılayacak politik ağların oluşması ve yayılması gereği, anlaşılır bir husustur. Politika, iktidara karşı direnç olarak başlamak durumundadır. Kısaca formüle edecek olursak, iktidar ağları her yerde olduğuna göre, politika da her yerde olmak zorundadır. İktidar her toplumsal birime ve bireye dayandığına göre, politika da her birim ve bireye dayanmak durumundadır. İktidar, hedeflediği her toplumsal birim ve bireyi fethetmeye, sömürgeleştirmeye çalıştığına göre, politikada dayandığı her birim ve bireyi kazanmaya ve özgürleştirmeye çalışır.
Gerek birimsel gerek bireysel olan her ilişki iktidarsal olduğuna göre, karşıt anlamında politiktir de. İktidar, liberal ideoloji, endüstriyalizm, kapitalizm ve ulus-devlet doğurduğuna göre, politika da özgürlük ideolojisi, eko-endüstri, komünal toplum ve demokratik konfederalizm temelinde demokratik ulus üretmek, inşa etmek durumundadır. İktidar, her birey ve birimde, kent ve köyde, yerel, bölgesel, ulusal, kıtasal ve küresel düzeyde örgütlendiğine göre, politika da bireysel, birimsel, kentsel, yerel, bölgesel, ulusal, kıtasal ve küresel düzeyde örgütlenmek zorundadır. İktidar, tüm bu düzeylerde propaganda ve savaşlar dâhil her tür eylem biçimini dayattığına göre, politika da tüm bu düzlemlere propaganda ve eylem biçimleri dayatmak zorundadır. Günümüzde ahlaki ve politik toplumu koruma ve geliştirmeyi hedefleyen demokratik konfederal sistemi geliştirerek ulus-devlet krizine yanıt olmak temel görevdir.”
Yerelde doğrudan demokrasiyi, kültürel çeşitliliği ve çoğulculuğu yadsıyan katı merkeziyetçi ulus-devletin homojenleştirme saldırılarına karşı toplumu her yönüyle savunmayan, demokratikleştirip özgürleştirmeyen politika, politika değildir, yalan ve aldatmadır. Yapılması gereken yeni sınıf ve iktidar aygıtlarına koşarak toplumunu boğmak değil, tarih boyunca sınıf-iktidar-devlet yapılarınca alanı sürekli geriletilip daraltılan toplumun ahlak ve politik organlarına demokratik toplum olarak yeniden işlerlik kazandırmaktır. Bu yönlü zihniyet devrimini gerçekleştirmektir. Kapitalizmin özne-nesne ayrımına dayalı zihniyetinin bilim değil bilimciliğinin amacı, yaşamın anlamına varmak ve topluma yararlılık değil, daha çok para kazanmaktır. Bilim insanları da dâhil herkesin tanrısı, dini, imanı, hayali, ütopyası para olmuştur; böylece toplum ve ahlakla bağı kopan bilim, sanat, kültür, edebiyat her şey bireyciliğin ve paranın emrine girmiştir. Paranın satın alamayacağı değer kalmamıştır; hatta “kendini, onurunu, ahlakını satmayana ekmek yok” denilmiştir.
19. Yüzyıla kadar insan ve toplumu için para hiçbir şeydi ama kapitalist çağda artık para her şeydir. İktidar, “kâr ve para için her şey mubahtır” zihniyetiyle ahlaksızlığın, atom bombası ve nükleer dehşetin, ekolojik yıkımın, bireyciliğin zirve yaptığı bu çağda politika da katı merkeziyetçi ulus-devlete kurban edilmiştir. Katı merkeziyetçilik adına politikanın alanı, yerel demokrasi, doğrudan demokrasi yok edilerek toplum ulus-devletin demir kafesine alınmış, demokrasi, temsili demokrasi adı altında demokrasicilik oyununa dönüştürülmüştür. Ancak temsili demokrasi ile gizlenemeyen asıl özü faşizm olarak ortaya çıkmıştır. Zihniyet tekeli de resmi ideoloji olarak herkese dayatılan milliyetçi tekçi bakış açısıyla üstün ırk yarışına girişilmiş, her millet tarihi kendinden başlatmış, egemen ulus yaratma ve homojenlik adına toplumsal çeşitlilik fiziki-kültürel soykırıma tabi tutulmuştur. Adorno, “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” özdeyişiyle soykırıma varan kapitalist zihniyetin yanlışlığına ve aşılması gerektiğine işaret etmiştir.
Öcalan’a göre; “Demokratik modernite, bu anlamda toplum savunulduğu oranda özgürlüğün de kazanılmasında tek çıkış yoludur. Demokratik siyasetle kendini bireyciliğe, ulus-devlete ve tekellere karşı savunan toplum, politik dokusunu işlevselleştirerek kendini modern demokratik topluma dönüştürür. Modern demokratik toplum ise, tüm toplumsal işleri üzerinde düşünen, söyleyen ve kendini kararlaştırarak eyleme geçiren toplum olarak farklılaşmayı, çok kültürlülüğü, bu temelde eşitliği yaşamsallaştırarak üstünlüğünü kanıtlar. Böylelikle demokratik modernite sadece sınıfsal mücadeleyi doğru temelde vermekle kalmaz; aynı zamanda (reel sosyalizmin tarihsel trajik yanlışına düşüp) yeni bir iktidar veya devlet yaratarak kendi toplumunu da boğmaz, bu tarihsel tuzağa düşmez. Ne kadar iktidarlaşır ve devletleşirse sınıfsallığın da o oranda geliştiğinin dolayısıyla sınıfsal mücadelenin kaybedildiğinin farkındadır.
Kapitalist modernite, gittikçe merkezileşen, toplumun en iç gözeneklerine kadar yayılan iktidar ve devlet aygıtlarıyla kendini sürdürmeye çalışırken aslında politik alanı da yok etmiş oluyor. Buna mukabil demokratik siyaset, toplumun her kesimine ve kimliğine kendini ifade etme ve siyasi güç olma olanağını sunarken, politik toplumu da birlikte oluşturmuş oluyor. Politika, yeniden toplumsal yaşama giriyor. Politika devreye girmeden, devlet ve demokrasi krizi çözümlenemez. Krizin kendisi, politik toplumun yadsınmasından kaynaklanmaktadır. Demokratik siyaset, günümüzde derinleşen devlet krizlerini aşmanın yegâne yoludur. Toplumu savunmadan politika yapılamaz. Tekrar vurgulamalıyım ki toplum tektir, o da ahlaki ve politik toplumdur. Sorun, öncelikle uygarlığın hayli aşındırdığı, iktidar ve devletin istila ve sömürgeciliğine uğrayan toplumu modernitenin daha da gelişmiş koşullarında demokratik toplum olarak yeniden inşa etmektir.” Burada inşa derken yeni bir toplum projesi veya mühendisliği önerilmiyor, aksine beş bin yıllık sınıf ve devlet oluşumlarının hakikat algısını tersyüz ederek, doğal ahlaki ve politik toplumun elinden çalıp, işlevsizleştirdiği öz zihniyetine (topluma yararlılık, emek ve üretime dayalı kutsallık zihniyeti), özgürlük ahlakına (bedeli ne olursa olsun tercihini her zaman toplumdan, emekten, üretimden, iyiden, doğrudan, güzelden, hakikatten yana yapmaktan) ve doğrudan demokrasi tarzında icra edilen politikasına (toplumun söz ve karar yetkisine) kavuşturulmasından söz ediliyor.
Sonuç Olarak;
Toplumun zihniyet, politika (demokrasi), ahlak ve özgürlük sorunu, beş bin yıllık sınıf-iktidar-devletleşmeyle başladığına ve alanları hep sınıf-iktidar-devlet lehine daraltılıp son 200 yıllık katı merkeziyetçi ulus-devletle neredeyse tamamen işlevsiz kılındığına göre, ne kadar az sınıf-iktidar devlet, o kadar çok toplum, doğrudan demokrasi tarzında icra edilen politika ve özgürlük demektir. Bu yönüyle tarihte olduğu gibi günümüzde de politikanın temel görevi, sınıf-iktidar-devletin karşı kutbu olarak toplumu savunmak, demokratikleştirerek özgürleştirme eylemidir. Bunun teorisini ortaya koyan yeni zihniyettin (demokratik modernite) aydınlattığı toplum, ekonomik sorunları başta olmak üzere diğer tüm ortak toplumsal sorunlarının çözümünde (politikada) de söz ve karar sahibi haline gelerek, yerelde kendi kendisini bizzat ve bilfiil yönetme (doğrudan demokrasi) olanağına kavuştuğunda, özgürlüğünü de bizzat kendi eliyle gerçekleştirmiş olacaktır.
Bu temelde politikanın görevi, bilimsel gelişmelerin ve özellikle tarihsel-toplumu esas alan sosyal bilimin ışığında alanı gittikçe geriletilen ve günümüzde işleyemez hale getirilen ahlaki ve politik toplumu, öz zihniyetine (topluma yararlı emek ve üretime dayalı kutsallık) ve zihniyet merkezlerine (siyasi, ahlaki, dini, kültürel, felsefi sosyal bilim akademilerine), öz ahlakına (özgürlük ahlakı) ve politik organlarına (toplumun ortak sorunlarını yerelde bir araya gelerek tartışarak çözme olanağını sunan köy, ilçe, mahalle ve kent meclislerine) kavuşturmaktır. Buna karşı devletin, özellikle günümüzde katı merkeziyetçi en gelişkin siyasi, ekonomik, sosyal tekel olarak ulus-devletin bu gelişmeyi bastırmaya çalışması da doğası gereğidir. Çünkü o kendisini tarih boyunca karşı kutup olarak toplumun ahlaki ve doğrudan demokrasi tarzında icra edilen politikasını daraltma veya işlevsizleştirme üzerinden var etmiştir. O nedenle günümüzde ulus-devletin katı merkeziyetçi, vesayetçi, kayyımcı saldırılarına karşı toplumun öz savunması da olmazsa olmazdır. “Öz savunmayla birlikte demokratik siyaset, dönem politikacılığının özüdür.” Demokratik siyaset, toplumu ahlak ve politika organlarının işlevselliğine kavuşturup demokratik toplum olarak geliştirirken, öz savunma onu, iktidarın kendi varlığına, özgürlüğüne, eşitlikçi ve demokratik yapısına yönelik saldırılarına karşı korumaktadır. Son tahlilde gerek tarih boyunca gerekse günümüzde özgürleştiren toplumsal politikayla köleleştiren sınıf-devlet oluşumları arasındaki gerginlikte devletin, toplumun demokratik örgütlenmelerini tanıması ve demokratik anayasayla genel görevlerle sınırlı asli konumuna çekilerek yerele kendi kendini yönetme olanağı tanıması hali, demokratik çözüm ve barış halidir.
“Devlet artı demokrasi” veya “Demokratik anayasa yerel demokrasi” olarak da formüle edilecek bu ilişkide politikanın nihai hedefi, devletin giderek sönümleneceği, kaynaklık ettiği 12 temel toplumsal sorununu çözmüş, sınıfsız, sömürüsüz, kadın özgürlüğü eksenli doğrudan demokrasi zihniyet, kültür ve bilinciyle donanmış özgür yurttaşların aktivitesinde ahlak ve politika organlarının özgürce işlev gördüğü toplumun bizzat ve bilfiil kendi kendini yönettiği tam demokratik topluma varmaktır. Tam demokratik toplum ise, sınıf-iktidar-devlet, yalan, hile, aldatma, zor ve baskının olmadığı ahlaki olduğu kadar politik, politik olduğu kadar da özgür bir toplumdur.
EMRAN EMEKÇİ
YORUM GÖNDER