GÖÇEBE – PROLETERLER (4.BÖLÜM)
Belki Bu Boşluk Umut Kaynağı İşlevi Görebilir;
Buradaki mesele “mevcut ürünler için piyasaların büyümesini tarif etmekten çok piyasa kavramının menzilinin geleneksel anlamda ‘üretim alanının’ ötesine taşınması ve böylelikle sabit ‘ekstra artı değer’ için değer belirleme sürecine entegre edilebilecek, sınırların üstesinden gelebilecek yeni kaynaklar oluşturma meselesidir. Çünkü sermayeye, emek ve üretimin hem ‘objektif’ tarafında, hem de ‘sübjektif,’ tüketim ve kullanım tarafında değer biçilebilir.” [4]
Yani mesele yalnızca iş gücünü daha verimli hale getirmek değil, iş gücünün kendisini bir diğer kapitalist yatırım alanı olarak ele almaktır: “Sübjektif” yaşamının tüm yönleri (sağlık, eğitim, cinsel yaşam, psikolojik durum…) yalnızca işçilerin verimliliği için önemli görülmekle kalmaz, ek artı değer üretebilecek yatırım alanları olarak değerlendirilir. Sağlık hizmetleri yalnızca işçileri daha üretken hale getirerek sermayenin çıkarına hizmet etmekle kalmaz, doğrudan kendisi de inanılmaz güce sahip bir yatırım alanıdır. Bu, yalnızca sermaye için değil (sağlık hizmetleri tek başına ABD ekonomisinin en güçlü dalıdır, savunma dalından da çok daha güçlüdür) işçilerin kendileri (sağlık sigortasını gelecekleri için bir yatırım olarak görürler) için de böyledir. Aynısı eğitim için de geçerlidir: Eğitim sizi yalnızca üretim işine hazırlamakla kalmaz; gerek kurumlar gerek kendi geleceklerine yatırım yapan bireyler için, kendi başına kâr edilebilen bir yatırımdır. Adeta bu şekilde metalaştırma topyekûn hale gelirken aynı zamanda kendine göndermede bulunan bir döngüye sıkışır: iş gücü “(kapitalist) zenginliğin kaynağı,” artı değerin kökeni haline, kapitalist yatırımın momenti haline gelir. İşçinin “kendi girişimcisi,” artı değer kaynaklarını (ya da çoğunlukla borçlarla elde edilen kaynaklarını) nereye yatıracağına (eğitime, sağlığa, konut mülküne…) kendi karar veren bir kapitalist olarak görülmesi fikrinde bu döngü en açık haliyle ifade bulur. Bu sürecin bir sınırı var mı? Makalesinin tam da son paragrafında Balibar bu soruya yanıt ararken garip bir biçimde Lacancı bir referansa, Lacan’ın tüm olmayan (“cinsiyetlenme formülleri” metninden) mantığına başvurur:
“Buna (‘biçimsel’ ve ‘gerçek’ kapsamanın ardından) topyekûn kapsama adını veriyorum, çünkü hiçbir şeyi dışarıda bırakmaz (‘doğal’ hayat için hiç yer ayrılmamıştır). Ya da dışarıda bırakılan her şey bir artık ve daha fazlasını içine almak için bir alan gibi görülmelidir. Ya da böyle görülmeli midir? Tabii ki tüm mesele şudur ve bu soru etik olduğu kadar da politiktir: Metalaştırmanın sınırı var mıdır? İçsel ve dışsal engeller var mıdır? Lacanyen biri şöyle demek isteyebilir: Bu gibi tüm bütünleştirmeler ‘gerçek’ olana ait bir imkânsızlık öğesi barındırır; pas tout ya da ‘bütün olmayan’ olmak durumundadır. Eğer durum buysa heterojen öğeler, topyekûn kapsamanın içkin artıkları pek çok farklı biçimde su yüzüne çıkabilir, bazıları görünüşte bireyselken (anarşist direnişlerin patolojileri gibi) diğerleri ortak, hatta kamusal olabilir. Ya da neoliberal gündemin uygulanmasındaki, örneğin bir defa yasallaştırıldıktan sonra sağlık sigortası sistemlerinin yürürlükten kaldırılmasının zorluğu gibi belirli zorluklarda açığa çıkabilir.”[5]
Burada Balibar’ın söylediği, Lacanyen biri için oldukça tuhaftır: Balibar, Lacan’ın cinsiyetlendirme formüllerinin iki yüzünü sıkıştırmış ya da basitçe karıştırmış ve basitçe istisnayı bütün olmayan olarak okumuştur: Kapsamanın topyekûnluğu bütün olmayandır, zira Sermaye tarafından kapsanmaya karşı direnen istisnalar vardır. Ancak Lacan bütün olmayan ve istisnayı tam olarak zıt kutuplara yerleştirir: her türlü evrensellik, bir istisna üzerine kuruludur ve istisna olmadığında küme bütün olmayandır, yekûn olarak ele alınamaz. Bu zıtlık, kapsama konusuna da uygulanmalıdır: Kişi, kapsanmaya direnenler (evrensel) ve böylelikle “direniş alanı” olanlar için istisna arayışından, istisna olmaksızın kapsamayı onaylamaya ve bütün olmayışına güvenmeye geçmelidir. Balibar’ın işaret ettiği bireysel yaşamların kapsanması, evrensel kapitalist kapsamaya dair tekil bir örneğe indirgenemez, kendine üzerine kapanan doğasından ötürü (iş gücünün bizatihi sermaye haline gelmesi) artık değer üretimini tekrar ikiye katlar.
Marx’ın politik ekonomi eleştirisinde istisna yoluyla evrenselliğe dair iki temel durum bulunur: para ve iş gücü. Metaların alanı ancak tüm metaların genel bir denkliği olarak işlev gösteren, ama kullanım değerinden mahrum olan, özel bir meta ile yekûn hale getirilebilir. Metaların mübadele alanı ancak bireysel üreticiler yalnızca ürünlerini piyasaya sunduklarında değil, iş gücü (kullanım değeri, artı değer üretmek olan bir meta) piyasada bir meta olarak satıldığında ortaya çıkar. Belki de üçüncü bir durum da vardır: artı değeri üreten bu metanın kendisi artı değer getiren bir sermaye yatırımı nesnesi haline gelir.
Böylece iki tür artı değerden bahsedebiliriz: iş gücünün üretimiyle oluşturulan “normal” artı değer ve iş gücünün kendi üretimiyle oluşan artı değer. Hegel’in, Mutlak’ın daima kendini bölerek nasıl çoğalttığına ve bu anlamıyla bütün olmayan olduğuna dair görüşüne iyi bir örnek: İş gücünün kendisinin üretimi, bir sermaye yatırımı alanıdır, sermayenin altında kapsama topyekûn hale gelir –ancak tam olarak bütün olmayan haline de gelir, yekûn hale getirilemez, iş gücünün kendi üzerine kapanan öğesi sermaye yatırımı olur ve tüm alanda dengesizlik oluşturan bir boşluğa dönüşür.Belki bu boşluk umut kaynağı işlevi görebilir, belki de radikal değişim için imkanları açar: sermaye mantığı dışsal, entegre olmayan kimi artıklar tarafından değil, yekûn kapsandığında patlayacak olan, kendi iç tutarsızlığı tarafından tehdit edilmektedir.
SLAVOJ ZİZEK
KAYNAK: DEMOKRATİK MODERNİTE
YORUM GÖNDER