DOĞALLAŞTIRILMIŞ BİR ÖZERKLİK TEORİSİNE DOĞRU: NİETZSCHE'NİN TAN KIZILLIĞI (3.BÖLÜM)
II. Yaderk Öznellik Olarak Ahlak
Tan Kızıllığı boyunca Nietzsche hem “ahlak” eleştirisini hem de buna karşıt olarak “bireysellik”in pozitif değerine olan bağlılığı sürdürür. Bununla, insanın kendi ilkelerine göre kendine dair düşünme ve hissetmesinin önemini kastediyorum. (Zamansal ve mekansal olarak biyolojik bir varlığın varoluşu, bu anlamda bireysellik için bir gerekli koşul olabilir, fakat bu, yeterli olmaktan uzaktır.) Bireyselliğe olan bağlılığı, Nietzsche’nin eleştirilerini -biri için iyi olanın herkes için (ve tam tersinin) iyi olduğu – ahlaktaki herhangi bir evrenselliğe yöneltir:
Her bireysel eylem, her bireysel düşünce şekli dehşet uyandırır; tam olarak da, en nadir, en seçkin, en köklü ruhların tarihin akışı içinde hep kötü ve tehlikeli olarak algılanmış olmaktan dolayı ne tür acılara katlandıklarını tahmin etmek mümkün değildir, hatta bunlar kendi kendilerini böyle algılıyorlardı. Töresel ahlaklılığın egemenliği altında her türlü özgünlük vicdansızlaştı; bu ana kadar en iyi kimselerin ufku, olması gerektiğinden daha da çok karardı.[23]
Nietzsche, “töre ahlakı”nı – yalnızca yaratıcılığı ve bireyselliğin gelişimini engellediği için değil, aynı zamanda yaratıcılığı ve bireyselliği tam olarak da ahlakileştirerek engellediği için eleştirir. Yaratıcılığa ve bireyselliğe dayatılan ahlak kategorileri yaratıcı bireylerin kendilerini ahlaki açıdan anlaması anlamına gelir. Ancak Nietzsche, ayrıca hem bireyselliğin ortaya çıkmasını engelleyen toplumsal güçler nedeniyle hem de birey haline gelmesine engel olan psikolojik güçler nedeniyle birey olmanın çok zor olduğu konusunda ısrar eder. İlk önce Nietzsche’nin ahlakı nasıl değerlendirdiğine ve Nietzsche’nin ahlakı niçin sorunsallaştırdığına bakmak istiyorum. Sonrasında Nietzsche’nin analizlerinde ahlakın niçin yaderk öznellik olarak adlandırdığım şeyin bir formu olduğunu göstereceğim.
Nietzsche, ahlakı eleştirirken toplumun bireyselliğin gelişimine nasıl direnç gösterdiği konusunda üç önemli noktaya işaret eder. İlk olarak Nietzsche, bireylerin toplumsal bağlaşıklığa bir tehdit olarak görüldüğünü belirtir; bu nedenle bir insan “Bütün kötülüklerin ve husumetin, israfın, pahalı ve lüks şeylerin bireysel varlığın şimdiki biçimine yakışmadığını tek tek sayıp şikayet etmekten yorulmuyor, eğer sadece büyük bedenler ve onların öğeleri bulunursa, daha ucuz, tehlikesiz, muntazam ve birbirine daha uygun olarak idare edileceği umuyor.”[24] “Büyük bedenler ve öğeleri”ni toplumsal olarak ulaşılabilir kimliklerin çeşitliliği hakkında Nietzscheci bir yorum olarak kabul ediyorum- işçi birlikleri, sosyal klüpler, kültürel oragizasyonlar, politik birlikler, medya, üniversite vb. Nietzcshe’nin bu “büyük bedenler”in içinde yer almayan insanların varlığı ile ilgilenip ilgilenmediği net değildir; net olan şu ki Nietzsche bu büyük bedenlerde yer bulmayan değerlerle ve bu nedenle bir dereceye kadar kendini inşa sürecine girmek zorunda olanlarla ilgilenir.
İkincisi, Nietzsche toplumsal bağlaşıklığı kaybetme korkusunun toplumsal bağlaşıklığın korunmasında önemli bir rol oynadığını farketmiştir. Nietzsche “bireyin korkusu”nu mahkum etse ve onu alaya alsa da, toplumun “tehlikelerin tehlikelisi-birey!”den korkmakta haklı olduğunu kabul eder.[25] Bu korku anlaşılabilirdir çünkü “birey” gerçekten de yaygın olarak anladığımız şekilde toplumsal bağlaşıklık için bir tehdittir. Nietzsche toplumsal bağlaşıklığı kaybetme korkusunun bir arzu yatırımı yolu ile sağladığını iddia eder:
“Çünkü, o çok fazla sinir gücü harcıyor ve onu düşünüp taşınmaktan, kılı kırk yarmaktan, düş görmekten, endişe etmekten, sevmekten, nefret etmekten mahrum ediyor”.[26]
Üçüncüsü, Nietzsche toplumsal bağlaşıklığın korunması yoluyla ahlakın, temel mekanizmalardan biri olduğunu savunur.
Ahlak eleştirilerine ragmen Nietzsche’nin Tan Kızıllığı’ndaki amacının tüm normatif standartların ve ölçütlerin ortadan kaldırılması olmadığının altı çizilmelidir. O, daha çok normlar ve onların insan ilişkileri içindeki yeri hakkında düşünmenin belirli bir biçimini- “ahlaklılık” olarak adlandırdığı bir düşünme biçimini- reddetmekle ilgilidir. Fakat ahlaklılıkta yanlış olan ve Nietzsche’nin buna ilşkin alternatif önerisi nedir? Bu soruna Nietzsche’nin amaçları açısından yaklaşılabilir:
“’Ve sonuç olarak: Gerçekten yeni olarak ne istiyorsunuz?’ —Nedenleri günahkar ve sonuçları cellat yapmak istiyoruz.[27]
Ahlaki kavramlar (“günahkarlar” ve “cellatlar”) ile doğallaştırılmış kavramlar (“nedenler” ve “sonuçlar”) arasındaki karşıtlık, Nietzsche’nin düşmanlığının ahlaki anlayışla gerektirilen anti-doğalcılığa bağlı ahlaklılığa yöneldiğini gösterir.
Kendilerini ahlaki kavramlar ve pratikler üzerinden anlamalarının bir sonucu olarak, kendilerini ahlaki failler olarak görenler, çektikleri çileyi doğalcı olmayan bir şekilde yorumlar. Doğalcı olmayan bir çile yorumunda ısrar ederek, ahlaklılık özgün bir çile çekme biçimine neden olur:
Mideden, bağırsaklardan, kalp atışlarından, sinirlerden, safra kesesinden, spermalardan ortaya ne çıkarsa… keyifsizliklerin, zafiyetlerin, aşırı gerginliklerin tümü, bizce pek bilinmeyen bu makinenin bütün rastlantısal işleyişi! — Bütün bunları Pascal gibi bir Hıristiyan, ahlaksal ve dinsel bir fenomen olarak ele alıp, içlerinde tanrının mı, yoksa şeytanın mı, iyinin mi, yoksa kötünün mü, sağlığın mı, yoksa cehennem azabının mı bulunduğu sorusunu sormak zorundadır! Ah zavallı yorumcu! Sistemini nasıl da sarıp sarmalayıp, çile çekiyor! Haklı olmak için nasıl da kendini sarıp, kendi kendine eziyet etmek zorunda kalıyor![28]
Nietzscehe ahlaklılığı eleştirir çünkü onun varsayımlarının temel olarak yanlış olduğunu düşünür; daha özgün olarak o, yalnızca dürtü ve duyguların doğalcı bir psikoloji tarafından iyiden iyiye altı oyulan varsayımlar ışığında anlaşılan kavramları kullanır. Nietzsche’nin, benlik ve ötekilerin toplumsal roller ile özdeşleşme eğiliminde olmak açısından ahlakı nasıl nitelendirdiğine bakalım. Böyle bir tanımlama ancak insan kendisini sabit bir kimlik olarak gördüğü zaman mümkündür.[29] Daha özel olarak, Nietzsche bu yanlış varsayıma dayanan öznellik-içi deformasyonlarla ilgilenir. Birinin sabit bir kimliğe sahip oduğuna ilişkin inanç, kendisini geçmişteki şeyler için suçlamasını mümkün kılar. Eğer insan kendisine bir kişinin belli bir türü olarak bakarsa bir kişilik türü sorununu kafaya takabilir. Bir “günahkar” mı ya da “iyi bir insan” mı? Cehenneme mi yoksa Cennete mi gidecek? Paranoya ve kendinen nefret etmenin sonucu hem bilişsel açıdan tehlikeli hem de duygusal olarak arzu edilmeyen bir şeydir. Bilişsel açıdan tehlikeldir çünkü sabit bir kimliğe takılmak, yapı ve öznellik hakkındaki yanlış inançlara dayanır (örneğin, öznelliğin esnek ve olumsal faktörler tarafından oluşturulduğunun reddi ve bilincin bilinçdışı tarafından koşullandığının reddi).
Nietzsche ayrıca, sabit kimliğe yönelik ahlaklılık saplantısının, kişinin öznellik yapısına ilişkin ampirik (dolayısıyla doğalcı) hipotezlerin oluşturulması yoluyla artan benlik bilgisine neden olacak teknikleri azalttığı veya önlediği gerekçesiyle ahlakı eleştirir.[30] Anti-doğalcı ahlaklılık, doğalcı öznellik anlayışını reddeder ve çileyi yorumlamak adına farklı bir kavram seti türetir.[31] Nietzsche ahlaklılığa karşı çıkar çünkü ahlaki yorumun dayanandığı belli kavramlar (“günah,” “ceza,” “çöl”) metodoljik doğalcılıkla ile bağdaşmazlar; ahlaklılık insan edimi hakkında belli yanlış düşünceleri varsayar.
Ben, ahlakı bir yaderk öznellik formu olarak adlandırıyorum çünkü ahlaki özne tahakküm yapılarını başarılı bir şekilde içselleştirir; kendini suçlu bulur çünkü ötekiler tarafından suçlu olarak görülür ve Nietzsche bunun diğerleri üzerinde güç uygulamanın bir yolu olduğunu savunur. Kişi, kendini suçlu olarak kabul ederken, güçsüzlüğünü içselleştirir; kendini güçsüz kılar. Ahlaki etmen kendini “suçlu” olarak anlar, ve böylece “ceza”yı “haketmiş” olarak kabul eder, çünkü kendini doğalcı bir biçimde yorumlamanın eksikliğini yaşar.
Yaderk öznellik ahlaki yorumun iki özelliği tarafından mümkün kılınır. İlki, daha önce tartışıldığı gibi, ahlaklılık insan edimi yorumlarında anti-doğalcı kavramlar kullanır. İkincisi, ahlaki yorum bunun bir yorum olduğunu kabul edemez. (Dürtü ve duyguların belirsiz dünyanın yorumlayıcıları olarak oynadığı rol göz önünde bulundurulduğunda, doğalcı bir psikoloji hermeneutik döngünün kaçınılmazlığına bağlıdır.)[32]
Sonuç olarak, ahlaklılık kendisini öznellik hakkındaki hakikat olarak görür ve öyle görülmesini ister. Bu nedenle, ahlaksal olarak kendini yorumlama, özerklik için gerekli olan onayın oluşumunu engelleme eğilimindedir. Ahlakilik kendisini bir yorumlama olarak düşünmeyi reddettiği sürece kendi hakikatini kabul etmeyi de reddeder – yani, bu yalnızca bir yorumdur ve böylece sadece öznelliğin belirli bir formudur.
Buna karşın, tamamen doğalcı bir görüş, birden çok dürtü ve duygudan oluştuğumuz için bilince açık hale getirilebilecek hiçbir sabit özün olmadığını kabul eder. Özerk öznellik, mümkünse, birinin paranoya, suçluluk ve kendinden nefretle yıkıma uğratılmadığı bir öznellik türünün formasyonundan oluşur; bu, insanın artık kendisinin baskılanmasını arzulamadığı bir öznellik formudur.[33]
CARL B. SACHS
YORUM GÖNDER