SADR HAREKETİNİN ÇIKMAZI VE HÜSEYNİ GELENEK
Irak’ta şaşırtan çıkışları ile dikkat çeken ve toplumsal gücünü her fırsatta ortaya koyan Sadr kimdir, mevcut siyasi krizde nasıl bir rol oynuyor ve ne amaçlıyor?
Mukteda es Sadr, 1974’te Irak’ın güneyinde yer alan tarihi Kufe şehrinde dünyaya gelir. Kufe şehri, tarihte İmam Hüseyin’e büyük ihanetiyle bilinen, Müslümanların kurduğu ve Şii inancına göre imam Mehdi’nin idari işlerin merkezi olarak tanımladığı bir şehirdir. Bilindiği gibi; imam Hüseyin Kufe halkının daveti üzerine Hilafet için Kufe’ye giderken, Muaviye’nin adamları tarafından kafası kesilerek şehit edilir.
Mukteda es Sadr, köklü bir tarih bilincine ve mücadele geleneğine sahip bu şehirde, Ayetullah Muhammed Sadık es Sadr’ın oğlu olarak dünyaya gelir ve dini lider, siyasetçi ve amcası olan Ayetullah Bakır es Sadr’ın damadı olur.
Mezhepsel ve etnik gerilimlerin yoğun yaşandığı, bir dönemde dünyaya gelen Sadr, Saddam rejiminin ailesi üzerinde kurduğu baskılardan fazlasıyla etkilenir. Aile ortamının doğal etkisiyle daha çocuk sayılabilecek bir yaşta ülkenin siyasi geleceğinde fikir ve eylem sahibi olan Sadr Hareketinde henüz 15 yaşında iken bazı sorumluluklar üstlenir. Aile, despotik Baas rejiminin, Sünni ve Arap olmayan muhalif guruplara uyguladığı soykırım politikalarına en sert tepkiyi gösteren, bu uğurda büyük bedeller ödeyen bir ailedir.
Mukteda es Sadr, hitabeti güçlü siyasi bir figür olarak, ailesinin sahip olduğu dini ve siyasi otorite gücünü en iyi şekilde kullanan, bu gücü ciddi bir toplumsal desteğe çevirmeyi başaran bir kişiliktir. Ancak sahip olduğu dini, siyasi ve toplumsal gücüne rağmen, Irak devlet yapısında, yapmak istediği değişiklikleri yapamamıştır. Siyasi ve dini görüşleriyle İran’a yakın olarak bilinen diğer Şii siyasi gruplardan önemli bir yaklaşım farkı gösteren Mukteda es Sadr’ın, her zaman açık olan eylem ve hedeflerinin yanında, bir de açık olmayan, gizli bir ajandasının var olduğu, birçok çevre tarafından dile getirilmektedir.
Irak’ın genellikle iç savaşın kıyısında geçen çetin mücadele tarihi, Mukteda es Sadr’ın eğitim hayatını da etkilemiş, içine doğduğu zorlu koşullar nedeniyle eğitim hayatı sürekli kesintiye uğramıştır. Bu durum, çok istediği ve önemsediği halde, kendisini Ayetullah makamından mahrum bırakan, aşılması zor bir engele dönüşmüştür. Ancak, önünde kendisini bu makama taşıyacak tek açık yol olarak görünen devlet yetkililerinin kendisine yeterlilik konusunda referans olmasıdır. Bunun da günümüz Irak şartlarında çok zor olduğu görülmektedir.
Sadr’ın seçim sonrasında sonuç vermeyen siyasetinin bir nedeninin de bu olabileceği düşünüldüğünde; Bağdat’ın önümüzdeki süreçte, daha nefes kesen siyasi oyunlarla çalkalanacağını öngörmek zor olmasa gerek. Kısacası görünen o ki çatırdayan fay hatları kırılmalarla devam edecektir.
Bu noktada Sadr, yıkılan Saddam rejiminden sonra Irak’ta oluşan devlet modelini ve kimi toplumsal dengeleri kendi lehine değiştirmek isteyen siyasi bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu temelde mevcut siyasi kriz, seçim sonrası ortaya çıkmış bir kriz olmadığı gibi, Mukteda es Sadr’ın kendi sisteminin ötekilerini yaratmasıyla da aşılacak bir süreç olmayacaktır. Çünkü Irak’ta yaşanan kriz bugün Suriye, Lübnan, Libya ve Yemende yaşanan ulus devlet krizinin ta kendisidir. İç çatışma ve savaşlarla sarsılan, bu devletlerin yaşadığı şey, yüz yıllık egemen devlet zihniyetinin iflası ve ulus devlet sisteminin krizidir.
Bilindiği gibi kurulduğundan bu yana Ortadoğu’nun toplumsal ve tarihsel dokusuyla sürekli çatışan, her türlü toplumsal sorunun kaynağı olarak öne çıkan ulus devlet sistemi, özellikle son 10 yılda üst üste ciddi krizler geçirmiştir. Dolayısıyla, Irak ve bölgede yaşanan kaos ve yıkımlardan gerçek anlamda sorumlu olan ne Şii guruplar ne de Irak devlet sisteminin diğer siyasi aktörleridir. Bu noktada, gerçek suçlu, küresel güçlerin böl-parçala ve yönet zihniyetidir. Elbette ki mevcut yıkımın yol açtığı acılardan uygulayıcıların da büyük suç ve günahları vardır. Ancak bu güçler, daha çok kötü sahne oyuncularıdır. Asıl suçlu perde arkasında yönetmen koltuğunda oturan küresel güçlerdir.
Yeniden Sadr hareketine dönecek olursak; Sadr, toplumsal muhalefeti parçalayan ve halkı şaşırtan yaklaşımlarıyla süreci yönetmeye devam etmektedir. Fonda görünen, halkın olaylara doğru pencereden bakmasını ve gerçekleri daha sarih bir şekilde görmesini engelleyen, kafa karıştıran bir konsept dahilinde bir stratejinin hayata geçirilmesidir. Evet sistemde yolsuzluk, hırsızlık ve adam kayırma vardır. Ancak bu zaten iktidar mantığında var olan bir şeydir. Adorno’nun dediği gibi yanlış hayat doğru yaşanmaz. Çünkü zaten devlet zihniyetindeki talan, hırsızlık, yolsuzluk aynı zamanda devletin temel yapısal sorunlarını da ifade etmektedirler. Sorun ve kriz üreten totalde devlet, ama daha dar anlamıyla da ulus devlet sistemini palyatif dokunuşlarla iyileştirmek elbette ki mümkün olmayacaktır.
Dolayısıyla da Sadr hareketinin 30 yıllık süreçte devlet ve siyasetle ilişkisini ve gelişim grafiğini izlediğimizde, gördüğümüz şey, çizilen tüm zikzakların önemli bir tutarsızlık içerdiğidir.
Örneğin; 2003-2008 arası süreçte Mukteda es Sadr, ABD ve ABD işbirlikçisi olarak gördüğü rejim güçlerine karşı sürekli bir savaş ve direniş içerisinde olmuştur. Yine bu süreçte, ABD, İran ve Türkiye’nin Irak’taki varlığını işgal olarak değerlendiren Sadr, 2009 yılına gelindiğinde ise Ankara'yı ziyaret ederek dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmüştür. Kendisi, bu dönemde kamuoyuna “Türkiye'nin Ortadoğu’da istikrarın sağlanması için daha büyük bir rol oynamasını talep ettim” demiştir. Aynı Sadr, Temmuz 2017'de Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın misafiri olarak gittiği Suudi Arabistan ziyareti sonrasında ise, "İran İslam Cumhuriyeti ile Suudi Arabistan Krallığı arasında bazı sorunları çözmek için arabuluculuk yapmaya hazırım” diyecektir.
Sadr’ın bu ülkelere yapmış olduğu ziyaretler, Irak siyasetini yakından takip eden önemli bir kesim tarafından, devlet dışı toplumsal muhalefeti sisteme entegre etme ve İran karşıtlığı yapma şeklinde değerlendirilmiştir. 2009’da Türkiye’yi bölge işgaline davet eden Sadr’ın, 21 Temmuz 2022 Perex katliamını kınarken, işgalci Türk devleti demesi devlet ve iktidar ilişkilerindeki tutarsızlığının açık göstergesi niteliğindedir.
Sadr’ın veziri konumundaki kişinin 27 Ağustos 2022’de Irak siyasi güçlerine yaptığı, 2003 yılından sonra hükümetin kurulmasında yer alan kişi ve partilerin erken seçimlere katılamaması teklifinin üzerinden daha 72 saat geçmeden Sadr’ın siyasetten geri çekildiğini duyurması akıllara yeni komplo ve kaos ihtimalini getirmektedir.
Zira bu Sadr’ın ilk kez siyasetten çekildiğini ilan edişi de değildir. 16 Şubat 2014’te Mukteda es Sadar, bugün olduğu gibi, kamuoyuna yaptığı bir açıklama ile ailesinin itibarını korumak için siyaseti bıraktığını ilan etmişti. Ne var ki, daha sonra yeniden siyasete girme kararı almış, girdiği ilk seçim olan 2018 seçimlerini birinci parti olarak kazanmıştı. 10 Ekim 2021’de yapılan genel seçimlerden de birinci parti olarak çıkan Sadr, aynı ideolojik ve mezhepsel aidiyetlere sahip olduğu diğer Şii gruplarla içine girdiği iktidar savaşı nedeniyle hükümet kurma çabalarında engelleyici bir rol oynamıştır.
Mukteda es Sadr, İran’a yakınlığıyla bilinen, Şii Çerçeve Koordinasyonu içinde yer alan diğer bütün parti ve örgütleri, yolsuzluk, hırsızlık ve Irak halkının milli menfaatlerine ihanet etmekle suçlamaktadır. Aslında sürecin başından beri yürüttüğü siyasetin hedefinde İran’ın rol ve nüfuzunu azaltmak olduğu görülmektedir. Bu nedenle Sadr, hükümet kurma çalışmalarında ilk tercihini, Sünni Azim Koordinasyonu, Takkedun partisi ve KDP ile Vatanı Kurtarma İttifakı’ndan yana kullanmıştır. Ancak, bir araya geldiği partilerin toplam oy sayısı, meclis birleşeninin üçte iki çoğunluğuna ulaşamadığı için Türkiye- Suudi Arabistan vb. güçlerin sunduğu dış desteğe rağmen, hükümet kurma çalışmalarında başarısız kalmıştır. Hükümet kurma çabalarının bilinçli engellendiğini düşünen Sadr, sonraki süreçte Koordinasyon Çerçevesi’nin başını çektiği bloğun hükümet kurmaması için, arkasına aldığı toplumsal destekle üst üste birçok hamle yapmaktan ve Irak’ı sonu belirsiz bir krizin içine sürüklemekten geri durmamıştır. Meclis ve yüksek yargı kurumunun işgal edilmesi, bir milyon kişinin katıldığı Cuma namazı ve yeşil bölgenin işgal edilmesi gibi peş peşe yaşanan eylemlerle birlikte, Şii gruplar arasında büyüyen çatışma riski, Irak halkını adeta nefessiz bırakarak, büyük bir iç savaş korkusuna sevk etmiştir.
Mukteda es Sadr’ın 29 Ağustos itibariyle tekrardan siyaseti bıraktığını ilan etmesi, bir kez daha Irak ve bölge siyasetinin kırılgan koridorlarında ciddi bir deprem etkisi yaratmıştır. Sadr taraftarlarının açıklamadan hemen sonra sokaklara koşması neticesinde, Bağdat hükümeti, olası bir felaketin önüne geçmek için ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağını ilan ettiğini duyurmuş, ardından Sadr’ın ‘sokaklardan çekilin’ çağrısı ile yasak kaldırılmıştır.
Tüm bu anlattıklarımızdan bakılınca bölgede her geçen gün biraz daha derinleşen siyasi, toplumsal ve ekonomik kriz durumunda halkın yaşamının, can ve mal güvenliğini her açıdan ciddi tehlikelerle karşı karşıya olduğunu söylemek mümkündür.
Bu bağlamda değerlendirildiğinde Irak’taki, Sadr hareketinin arkasına aldığı dış destekle bütün enerjisini aynı mezhepten gelen rakiplerini ezmeye harcadığı görülecektir. Unutmamak gerekir ki, Ortadoğu kültüründe söz konusu iktidar olduğunda aynı mezhepten “kardeşlerin” birbirini acımasızca boğazlaması bir imparatorluk geleneğidir. Bu gelenek Muaviye’den Emevilere uzanan, ölüm geleneğidir, kardeşlerin iktidar savaşıdır. Ancak daha acı olanı şu ki, bugüne kadar her tür iktidar savaşının mağduru olan Ehl-i Beytin, yani Hüseyin’in torunlarının iktidar hırsına yenik düşmesidir.
Oysaki Muhammed Bakır es Sadr mücadelesini “Sünni despotizmine karşı Hüseyin’i mücadele’’ olarak tanımlamıştı. Bu tanım aynı zamanda yürüttüğü savaşın ideolojik yönünü ortaya koyan bir tanımdı. Ancak, 2022 Sadr’ın da bu yönüyle çok önemli bir siyaset ve yaklaşım farkı görünmektedir. Örneğin; insanları doğrama suretiyle öldüren Muaviye’nin torunlarıyla hükümet kurma çalışmalarında bir araya gelebilen ancak, kendi mezhebinden olan Şii kesimlere aynı tahammülü göstermeyen Sadr’ın siyasetini hangi Hüseyin’i ahlakla izah etmek mümkün olacaktır. Peki ya Hz Ali şahsında Ehli beyt’e yapılan zulüm ve hak gaspına yüzyıllardır karşı çıkanların, Kürtleri kendi evinin içinde öldürülmelerine seyirci kalanlar? Bu yetmiyormuş gibi bir de Erdoğan‘ı Ortadoğu istikrarını sağlaması için davet etmesini ne ile açıklayacağız?
Açıktır ki, devlet ve iktidar gerçeğinden kurtulmadıkça doğru bir siyaset, adil ve demokratik bir sistemin kurulması mümkün olmayacaktır. Yöntem ve aracın yanlışlığı zaman içinde amaçsal sapmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Bu saptamanın en bariz örneği ise hüseyni gelenekten gelme iddiasındaki Sadr hareketinde ironik bir şekilde bir kez daha ispatlanmaktadır.
NAHİDE ERMİŞ
YORUM GÖNDER