PKK'YLE YENİDEN FİLİZLENEN ÖZGÜR EŞ YAŞAM VE KARŞILAŞILAN SORUNLAR-2
Cins Mücadelesine Yanlış Yaklaşımlar Özgür Eş Yaşama Yanlış Yaklaşımlardır;
Özgür iradeyi yaratmak için kadının kendi geri geleneksel yanlarına ve erkek egemen yaklaşımlara karşı cins mücadelesini yükseltmesi gerekmektedir. Cins mücadelesinde açığa çıkan bir yetersiz yaklaşım erkek egemen zihniyeti sistem ve uygarlık sorunu olarak ele almamaktır. Bu somut karşılaşılan sorunları derinlikli tanımlama ve doğru mücadele yöntemini geliştirmenin önünde engeldir. Zihniyet bir toplumsal tarihsel mirastır. Kadın ve erkek toplumsal inşa edilmiş bir mirasın içinde şekillenmişlerdir. Kadında ve erkekte somutlaşan zihniyet alışkanlıklarını, kendi cinslerinin ortak şekillenmesine yansıyan uygarlıksal yansımalardan kopuk ele alamayız. Erkek egemen zihniyeti sistem olarak ele alıp çözümlemeden bu zihniyet aşılamaz. Verilecek mücadele de parçalı, günübirlik ve ideolojik derinlikten kopuk kalır. Erkek egemen zihniyet bir uygarlık birikimi olarak alınmazsa mevcut anlayışlar ortak bir perspektiften çözümlenemeyeceği için erkek duruşları parçalı ele alınacaktır. Bunun bir sonucu da iyi erkek-kötü erkek anlayışıdır İyi kötü belirlemesi bile duygusal bir yaklaşımın yansıması olarak ideolojik ve politik yaklaşımdan uzaktır. Erkeği parçalı ele aldığı gibi erkek tarafından kadının parçalanmasının zemini de bu yaklaşımla açılmaktadır.
Cinsler içinde bireyler tek tek özgürleşemezler. Eğer ulaşılan bir özgürlük ölçüsü varsa bu öncelikle kendi cinsinin özgürlük ölçülerini yükseltme arayışı olarak mücadeleye yansımalıdır. Erkeği sistemin yarattığı zihniyetin ürünü olarak ele almak, kişiliğe yansıyan olumlu ve olumsuz özellikleri ayrıştırarak kaba red veya uzlaşmaya düşmeden objektif tanımlama ve doğru mücadele yöntemini geliştirmek için esastır. Kaba egemen özellikler zaten görünürdedir, bu nedenle çözümlemek ve karşıt tavır geliştirmek daha rahattır. Fakat daha da tehlikeli olan, ince ve ılımlı yaklaşımlar arkasında gizlenmiş, kadını kendine çeken, bağımlılaştıran, erkekle çelişkisizleştiren erkek egemen zihniyet ve yöntemlerdir.
Ilımlı erkek kadın emeğinden yararlanmayı en iyi bilen erkektir. Çelişkiye ve çatışmaya gelmez, anlayışlı ve kapsayıcı görünür, fakat sonunda, bu yumuşak yöntemlerle kadını kendi dediği noktaya getirir. Bu liberalizmin ince yöntemleriyle kadını kendi sömürüsüne alan erkek tiplemesinin yansımasıdır. Bu noktada yönteme yedirilen inceliğin arkasındaki erkek egemen zihniyeti kadının çözmesi ideolojik politik derinlikle olacaktır. Erkeğin kadın mücadelesine duyacağı saygı varsa kadının önünde engel olmaktan kendini kurtarmalıdır. Kadının erkeğin ne korumasına, ne acımasına, ne yardımına ihtiyacı vardır. Kadına baba, abi, kardeş, dayı gibi yaklaşımlar cinsiyetçiliğin farklı versiyonlarıdır. Kadını küçük görme üzerinden korumacı, iktidarcı yaklaşımlardır. Klasik namus anlayışının yansımasıdır. Kadını cinsel obje olarak görmekten kaçmak gibi görünse de, özünde cinsiyetçilik eksenli olduğundan nesneleştirme zihniyetidir. Kadının abiye babaya, dayıya ihtiyacı yoktur, olsaydı zaten evinde vardı. Kadına duyulacak saygı kadını toplumsal, siyasi, felsefi, anlamsal kimliğiyle tanımak ve özgür iradesine karışmamaktır. Mevcut haliyle erkeğin ince kaba tüm yöntemleri kadın üzerinde baskı ve yönlendirme içeriklidir. Erkeğin yapması gereken kadının “xwebûn” kendisi olması önünde engel olmaktan çıkmasıdır.
Diğer bir yanılgı ise kaba redci yaklaşımdır. Erkeği iyi-kötü olarak kategorileştirmek gibi salt kaba redci bir yaklaşım da mücadele derinliği olmayan bir yaklaşımdır. Kaba red keskin ya da radikal olmak değildir. Oysa kaba redci yaklaşan arkadaşlar kendilerini erkek egemen zihniyete karşı en güçlü mücadele verdikleri, cinsiyetçi toplum etkilerini kendinde aşmış oldukları yanılgısını yaşamaktadırlar. Cins mücadelesine kaba redci dogmatik yaklaşım yaşamın ve mücadelenin inceliklerinden kopuk yaklaşımdır. Kaba redcilik, derine inmeden, sorunun ayrıntısını kavramadan red olduğu için yüzeyseldir. Red yüzeysel geliştiği gibi yöntemi de yüzeyseldir ve çözümleyici değildir, sorunu içinden çıkılmaz bir krize çevirir. Kaba redci keskinliğine güvenerek radikal olduğunu düşünse de sorunlara yüzeysel ve yöntemsiz yaklaşımıyla çözüm getirmediği için sorunların daha da derinleşmesine ve tekrara yol açar. Bu yönüyle radikal değil liberal bir pratik sonuç açığa çıkar.
Yine cins mücadelesine karşı yeterince duyarlı olmama, sorunları görme ama müdahale etmeme, erteleme, alta ya da üste havale etme, kendi işi olarak görmeme yaşanabilmektedir. Cins mücadelesi sanki sadece yönetimin göreviymiş gibi yönetime havale etme, gördüğü yanlışları resmi platformlarda eleştirmekten kaçınarak yönetime aktarma cins mücadelesini daraltan yaklaşımlardır. Kadın yapısı cins mücadelesine karşı eskiden daha duyarlı, radikal ve kaygısızken son yıllarda daha kaygılı, çekimser bir duruş sergilemektedir. Bu acilen aşılması gereken bir pozisyondur. Cins mücadelesine yeterince duyarlı ve sorumlu yaklaşmama kadına kaybettirdiği gibi tüm özgürlük hareketinin gelişimini yavaşlatan bir yaklaşımdır.
Cins mücadelesi kadın için öncelikle kendi cinsini tanıma ve gerilikleriyle mücadele ederek özgür cins bilincini ortak inşa etmektir. Cins bilincinden uzak özgürlük mücadelesi olmaz. Cins bilinci olmayan kadın geri, geleneksel, egemen özelliklerini koruyan erkeğin etkisine almaya çalıştığı kadındır. Bilinç düzeyi olan kadın, bu erkek tipleri için uzak durulması gereken itici kişilerdir, çünkü bunların yanında kendi geriliklerini saklayamazlar. Cins bilinci olmayan kadın ise kendine ve cinsine ait olamaz. Ya erkeğin pohpohladığı bir erkek karikatürü olur ya da erkeğin etkisine aldığı ve yönlendirdiği bir erkek gölgesi-kuklası olur. Daha da ötesi geleneksel şekillendirmeden kopmayan kadın ve erkeğin birbirini düşürmesinin yaşanmasıdır ve birbirini mücadeleden koparışa kadar gider.
Cins mücadelesinde zayıflamanın olduğu, liberalizmin, dengeciliğin geliştiği hususları, son yıllarda gündemimizde olan bir husustur. Diğer taraftan pratik alanlarda ise cinsler arası çıkan çelişkilere suni çelişki, bireysel çelişki yorumu yapılarak ya sorun anlamından uzaklaştırılmakta ya da çıkmaz bir hale getirilmektedir. Bu noktada cins mücadelesinin önünü alan, cins mücadelesini istemeyen bir pratik yaklaşım var. Çelişki çıktığında ise bunu zıtlaşma, didişme, sorunu birbiriyle çalışamayacak derecede yokuşa sürme, tıkatma yaşanmaktadır. Cinsler arasında sunileşecek kadar çelişki varsa demek ki özgürlük bilincinde çok ciddi sorun vardır. Çelişki ne kadar küçük noktalardan patlak veriyorsa, bireyin özgürlük karşısındaki duruşunda o kadar derin çatlaklar ve çelişkiler var demektir. Bu nedenle çelişki bireysel ya da suni bir noktadan çıkmışsa orada anlayış düzeyinde çok ciddi sorun var, henüz toplumsallaşma ve amaç ekseninde bakış açısını yakalamada sorun var demektir.
Kadın ve erkek arasında çelişki mevcut toplumsal şekillenmelerin sonucu olarak her an vardır. Buna erkeğin refleksi, cins mücadelesinden kaçış, çelişkiyi suni diyerek anlamından boşaltmaktır. Bu tip erkek kendi anlayışında, alışkanlıklarında ısrar ederken, kadının müdahalesinden rahatsız olmakta ve manevra yapmaktadır. Özünde çelişkiden değil, çelişkisizlikten korkmak gerekir. Çelişki yoksa uzlaşma vardır, mevcut kişilik şekillenmeleriyle, uzlaşma, ancak uygarlık sistemi alışkanlıkları üzerinden olur. Bizler uygarlık sisteminin alışkanlıklarından tamamen kendini arındırmış özgür bireylerin oluşturduğu bir topluluk değiliz. Uygarlıktan kopma ve özgürlük ölçülerini yaratma arayışında olan bir topluluğuz. Uygarlık alışkanlıklarının çelişik karakteri en fazla kadın erkek ilişkilerine yedirildiğine göre, ne kadar çelişkili yaşıyorsak, bu çelişkileri açığa çıkarabiliyorsak, o kadar doğru yoldayız demektir.
Cins mücadelesine diğer bir yanılgılı yaklaşım ise bunu sadece kadınların görevi ve işi olarak ele almaktır, yine cins mücadelesini de sadece kadın ve erkek arasında çıkan geleneksel yaklaşımların önünü almak olarak yorumlamaktır. Erkek cins mücadelesini kendi sorunu olarak görmemektedir. Kadın arkadaşlar cins mücadelesini vermelidir denirken bu erkeğin her yönlü geriliğine karşı bir mücadele olarak ele alınmaktan ziyade kadın yapısının denetlenmesi olarak yaklaşılmaktadır. Oysa cins mücadelesi cinsler arasında yaşanan tüm yanlış şekillenmelerin aşılması, tüm çelişkilerin çözümünün aranmasıdır.
Cins mücadelesi kadın özgürlük mücadelesinin temel dinamiği olduğu kadar tüm özgürlük hareketinin temel dinamiğidir. Erkeğin geriliklerine karşı bir duruştur. Erkek kadının duruşuna bakarak kendine biçim vermekte, pratik katılım biçimini de belirlemektedir. Duruşunda ısrar eden erkek karşısında gerilikleri karşısında kadın tavrını bulmaktadır. Kadın olmayan ortamda erkekte dağılma, düzensizlik, disiplinsizlik yaşanmaktadır. Kadının yaşama bu yön veriş gücü verilen cins mücadelesinin eseridir. Özgürlük saflarında kadın rastgele, örgütsüz, disiplinsiz, çizgiye ters, yetersiz duruşları kabul etmez, taviz vermez. Erkek bu noktada kadın tarafından belirlenen yaşam ölçülerine göre kendi katılımını geliştirmek durumundadır. Bu kadının oynadığı olumlu bir roldür. Fakat erkek tarafından buna faydacı bir mantıkla yaklaşım gelişebilmektedir. Kadının ortamlarda bulunuşunu sadece erkek yapısının katılımındaki etkisi nedeniyle gerekli gören yaklaşımlar vardır. Bu yönüyle kadının varlığı, erkeğin katılımına doğrultu vermesi ile bağlantılı ele alınırken, diğer taraftan cins mücadelesine gelmeyen, kendi gündemine almayan, salt geriliklere karşı denetim olarak ele alan yaklaşımlar hem çok dar hem de çok pragmatist olmaktadır.
Cins mücadelesi özgür yaşamın kadın ve erkek kişiliklerindeki geleneksel toplum alışkanlıklarının sökülmesi ve özgürlük ölçüleri temelinde cinslerin yeniden inşa edilmesi anlamına gelmektedir. Somutlaşan yaklaşımlar ise çelişkilerin dondurulması, sorunların idare edilmesi demektir. Çelişkilerin dondurulması değil sürekli gündemde ve canlı tutulması özgürlük tohumunun kişiliklerde kök salmasını getirecektir.
Örgütlülük Özgürlüktür
Özgür eş yaşamı inşa etmenin diğer bir gerekliliği ise örgütlülüktür. Örgütsüz cins iradesi açığa çıkmaz. Örgütsüz özgürlük mücadelesi verilmez. Örgütlülük yaratılan ortak iradenin ifadesidir. Bir irade olacaksa bu kadının kendi öz gücüne dayanmalıdır. Öz güç ise öz örgütlülükle açığa çıkarılabilir. Bu noktada uygarlık sistemli bir biçimde kadının örgütlenmesinin önünü almış, kadının sesinin çıkmaması için büyük özen göstermiştir. Güçlü kadın, örgütlenecek kadındır, düşünen kadın örgütlenecek kadındır, örgütlenen kadın ise mutlaka erkek egemenliğine çelişik kadın olacaktır. Egemen erkek güçlü kadın kişiliklerinin sesini kesmek için en vahşi yöntemleri kullandığı gibi bu kadınların yaratımlarını erkeğe mal etmiştir. Bu nedenle erkek egemen zihniyet kadın örgütlülüğünden her zaman korkarak bunun gelişmesinin önlemlerini sürekli geliştirmiştir. Toplum bireylerinin tek tek parçalanması ve birbirinden kopması kapitalizmin bir ürünüdür. Oysa kadın bireyleri daha uygarlığın ilk gelişimiyle kendi cins bütünlüklerinden koparılmışlardır. Kadın toplumu ta uygarlığın başlangıç anında kültür kırıma ve toplum kırıma tabi tutulmuştur. Cins bilinci yok edilmiş, cins sevgisi kurutulmuştur, geriye erkeğin ihtiyaçlarına ve beğeni ölçülerine göre kendini biçimlendirme kadının yaşam şansı olarak bırakılmıştır. Tek tek bireylere kadar parçalanmış kadınlık uygarlığın garantisidir. Belki de liberalizm kadının bu parçalanmışlığındaki sistem zaferini görerek bunu tüm topluma dayatmıştır.
Örgütsüz yaratılacak irade ise ya erkeğin yoğun baskılarıyla nefes alamadan ezilecek, ya erkek karikatürü olmaktan kurtulamayacak ya da erkeğe hizmet edecektir. Bu nedenle kadın iradesini kendi cinsinin örgütlülüğünde aramalıdır. Örgütü olmayan kadın, kendini hangi yönlü güçlendirmiş ve geliştirmiş olsa da erkeğin tuzağına düşmekten kurtulamaz. Kölelikten tek başına kurtuluş yoktur. Ya tüm kadın cinsi kurtulacak ya da en güçlü olduğunu sanan kadın bile kölelik zincirlerini bir şekilde taşıyacaktır. Güç ve irade olmayı kendi cinsinde görmeyen kadın bunları erkekte gören kadındır. Kendi cinsine inançsızdır, çareyi erkeğe benzemekte ve dayanmakta görür. Erkeğe benzeşen kadın ise uygarlığa tamamen teslim olmuş kadındır.
Gerçek kendine güven de arkasında cins örgütlülüğü olduğu bilinciyle oluşan güvendir. Öncelikle cinsinin öz gücüne güvendir. Kadın bireyine içerilmiş güvensizlik kadın cinsinin güçsüzlüğüne dair oluşturulmuş yargının bireye yansımasıdır. Toplumu zayıf olanın kendisi güçlü olamaz. Toplumu güçlü olan ise hem toplumunun gücüyle güvenlidir, hem de bu gücün yansımasını kendi kişiliğinde hisseder. Bu nedenle özgür eş yaşamın oluşturulması örgütlülükten geçer. Bir sisteme karşı gelmek, karşı saldırılara açık hale gelmektir. Erkek örgütsüz güçlenmiş kadını kabul eder ama örgütlenmiş kadının örgütünü dağıtmak için her yolu deneyecektir.
Kadında cins bilinci ve sevgisini geliştirmede özgürlük hareketimizde önemli bir mesafe kat edilmiştir. Harekete katılırken cins gerçekliğinden, bunun kişiye yansımalarının bilincinde olmayan kadınlar, örgüt ortamında kendi cinsini tanıyarak, cins bilincini geliştirerek, cins sevgisini de yaratmışlardır. Bu bilinç ve duygu bütünlüğünden aldıkları güçle aşamayacakları engelin olmadığını da görmüşlerdir. Cinslerinin örgütlülüğünden aldıkları güçle hem düşmana hem de iç gericiliğe karşı mücadele etmişlerdir. Fakat uygarlık tarihi boyunca yaratılmış parçalanmışlığı örgütsüzlüğü aşmak kolay değildir.
Örgütlülüğün özgürlük olduğu bilincine ulaşmak uzun ve sancılı bir mücadeleyi gerektirmiştir. Parçalanmış halk ve kadın gerçekliği sonucu örgüte gelmede ciddi zorlanmalar yaşanmıştır. Kendine görelikler, ben merkezci yaklaşımlar, pasif, duyarsız ve ilgisiz duruşlar, tepkici ve dağıtıcı çıkışlar, dar sorumluluk anlayışıyla sadece kendi önüne gelen görevlerle kendini sınırlayan pratikçilik aslında örgüte gelememenin değişik yansımalarıdır. Yeterince kapsayıcı olamama, bürokratik, kalıpçı, dogmatik, esnekliğe kapalılık, yeterince kolektif, örgütleyici, hızlı olamama, yeri geldiğinde müdahale etme ve alternatifi sunma inisiyatifinde zayıflık, kadın örgütlülüğümüzde tarzlara yansıyan yanlar olmaktadır. Örgüt yaratan inisiyatifi geliştirmeme, ön görülü, yaratıcı ve çekim merkezi olamama, yetkiden kaçış adı altında sorumluluktan kaçış, kaba pratikçi dar sorumluluk anlayışları ve alışkanlıkları örgütlülüğü zayıflatan yanlardır.
Diğer taraftan cins bilincini geliştirmede hala yaşanan sorunlar vardır. Cinsinin gücünü kendi gücü olarak hissetmede hala yetersizlikler vardır. Cins örgütlülüğüne güç katma arayışından ziyade beklentili, cinsinden ilgi bekleyen bir ruh hali daha fazla açığa çıkabilmektedir. Kadın hareketinden ilgi bekleme, aşırı hassas bir yapılanmayı kendisiyle getirmektedir. Bu kadın örgütlülüğüne bilimsel değil duygusal bir yaklaşımdır. Bu duygusallık beklediği ilgiyi göremeyince kırılmaları getirmektedir.
Yine özellikle daha yeni olan kadın bileşeninde ise cins örgütlülüğünün gerekliliğini bilince çıkaramama vardır. Liberalizmin erkeğe karşı çelişkisizleştirdiği, kendisini erkekle aynı gören kadın gerçeği gibi, cinsiyetçi ilişki tarzının bilinçte yarattığı karartmayı aşamama ve bu konuda arayışsız duruşlar bunda etkilidir. Bir taraftan kendini erkekle eşit sanırken, diğer taraftan kendi cinsine yabancı, erkeği güç olarak görme öne çıkmaktadır. Erkek egemen anlayışlar hikâye gibi gelmektedir. Gelişmiş olan kadın örgütlülüğü kendisine hazır güç ve örgütlü irade olma koşulu sunmaktadır. Bu irade erkeğin geri ve egemenlikli yaklaşımlarına karşı kadını korumaktadır. Yaratılmış değerlerin temeli bilinmezse kıymeti ve kazanımları da bilinemez. Bu güne geliş büyük bir mücadelenin eseridir.
Bu mücadelenin tarihini bilmek bugünkü örgütlülüğe ve mücadeleye anlam vermek için şarttır. Bu noktada cins tarihine yabancılık, yeterince merak etmeme, araştırma noktasında yetersizlikler söz konusudur. Henüz yaşanmakta ve yazılmakta olan bir tarihin içindeyiz. Tarihin yaratıcıları ile aynı mekânı paylaşmaktayız. Fakat kıymetini bilmezsek bu tarihi çok hızlı unutma tehlikesiyle de karşı karşıyayız. Kadın tarihsiz bırakılarak güçsüzleştirilmiş ve direnci kırılmıştır. Tarihimiz temel güç kaynağımızı bize işaret etmektedir. Kadının yazısız tarihini açığa çıkarmak, yazmak ve temel güç kaynağımıza bu temelde dönmek kadar, henüz içinde yaşadığımız özgürlük hareketi tarihimizi de tanımak, anlamak ve hissetmek devrimci kişiliğe ulaşmak için şarttır.
Erkek egemen zihniyet kadın örgütlülüğüne fazla anlam biçmemekte ya da gerekli görmemektedir. “Kadın genel örgütlülük içinde kendini güç yapmalı” şeklinde somutlaşan anlayış kadının özgün örgütlülüğü ve emeğini görmemektir. Diğer taraftan kadının ulaştığı örgütlülüğün özgünlük yanını ihlal ederek genele yakınlaştırma, bağlama yaklaşımları da öne çıkmaktadır. Kadının özgün örgütlülüğünün erkekten bağımsızlığı erkek için sürekli bir kaygıdır, erkek bunu kabullenemediğini kadın sistemini kavramayarak yansıtır. Kadın sistemini bir türlü anlamaz ya da anlamak istemez. Diğer taraftan oturmuş kadın örgütlülüğünde zayıf bir halkayı yakalarsa buradan egemen anlayışlarını sızdırmak isteyecek, bu örgütlülüğü parçalamak isteyecektir.
Erkeğin kadın örgütlülüğüne yaklaşımında çokça açığa çıkan bir cinsiyetçi ve egemenlikli yaklaşım da yapı ve yönetimi parçalamadır. Yönetim suni çelişkiler üreten, parçalayıcı, bireysel denilip yargılayarak sürekli dışlanıp baskı altına alınmak istenirken, yapıya karşı yumuşak bir politika izlenmektedir. İyi yapı-kötü yönetim anlayışıyla yapı etki altına alınmaya çalışılmakta ve yönetimin insiyatifi daraltılmaktadır. Kadının özgün örgütlülük için harcadığı emek pek görülmez, kadın emeği genel çalışmalara katılım üzerinden ölçülür. Kadın genele kendi rengi ile katılırsa buna da sınırlama konulur, “iktidarcı-yetkici” gibi yargılamalarla sınırlandırılır. Yetkinin erkeğin elinde olması olağan, doğal görülürken kadının erkekle paylaştığı sorumluluk düzeyindeki müdahalesi iktidarcılık olarak görülür. Kadın, üstlendiği genel sorumlulukta bir yetersizlik yaşarsa bu erkeğin benzer yetersizliğine karşı fazlasıyla tartışmalık olur. Erkek kendini örgütün genel sahibi, kadını ise kendisini tamamlayan olarak görür. Kadının özgün örgütlülüğünün bağımsız karakterinin önemi kadının öz gücünü açığa çıkarabilmesi açısından bu anlayışlardan çıkan derslerle de anlaşılmaktadır.
Kadın ve erkek şahsında açığa çıkan bu yaklaşımlar cins mücadelesinde geriye düşmenin, idareciliğin, dengeciliğin nedenleridir. Mücadelesinde yeterince sonuç alamayan kadın pes etmekte erkekle karşı karşıya gelmek istememektedir. Bu da ya genel çalışmalardan geri çekilmeyi ya da genel içinde pasif duruşu getirmektedir. Mücadelenin bu şekilde geriye düşmesi ise geri yaklaşımların kendine zemin bulmasını getirmektedir. Kadının bağımsızlığı her iki cinsin de özgürlük koşuludur. İradeleşen, örgütleşen ve bu güç ile kendini yürüten kadın erkeğe ve tüm topluma da öncülük etme gücünü yaratmış kadındır.
Cinslerin Özgürlüğü, Tüm Cinsiyetçi Alışkanlıklardan Sonsuz Boşanmayla Olur
Özgürlük ortamına cinsiyetçi paradigmanın kadına biçtiği geleneksel role göre yaklaşımı dayatan anlayışlar da köklü çözümlenmesi gereken anlayışlardır. Geleneksel toplum kadının toplumdaki rolünü erkeğin istediği gibi kullanabileceği bir mal olarak ele alır. Hem kendini tatmin edeceği bir cinsel obje, hem de soyunu sürdürmek için kullanabileceği bir araç, yegâne iktidar alanı olarak görür. Özgürlüğe gelemeyen, özgürlük düşmanı erkek, kadına da bu yaklaşımı dayatmak ister. Parti tarihimizde birçok tasfiyeci ve provakotör kadın özgürlük ölçülerini istismar etmek istemiştir. Kadına geri geleneksel toplum ölçülerinde bağımlılığı dayatmak ve kadını bir cinsel obje pozisyonunda tutmak istemişlerdir. Bunlar bir yandan sistemin bitirdiği, güdülerine hapsolmuş bireylerdir. Fakat daha da ötesi bu yaklaşımlarla özgürlük çizgisi baltalanmak istenmiştir. Bir tarafı güdüsellik iken bir tarafı düşman siyasetini yürütmektir. Kendini parti içinde alternatif bir iktidar odağı haline getirerek partiyi ele geçirmek isteyen kişiliklerin, bireylerin güdülerini körükleyerek yola çıkması sistemin bireyleri cinsellikle kışkırtan iktidar anlayışının aynısıdır. Sistemin kadına ve erkeğe dayattığı güdülerle, birbirine bağımlılığın iktidar odaklı olduğu bu tiplerin yaklaşımında da somutlaşmaktadır.
Mücadele azmi zayıflayan, özgürlük arayışı soğuyan, boşluğa düşen erkeğin ya da kadının başvurduğu yer geriliklerine dönüştür. Boşluk yaşayan geriye düşer. Enerjisini özgürlüğe, mücadeleye aktaran kişi ne yaptığının farkındadır. Fakat özgürlükten soğuyan kişi güdülerin tuzağına kapıyı aralayan kişidir. Kadını sadece cinsel obje olarak görme uygarlık sisteminin insan zihnine yerleştirdiği bir algılamadır. Bir kadının ya da erkeğin cins karakterlerinden önce birçok başka anlamları ve yetenekleri vardır. Toplumun kurucusu, koruyucusu, besleyeni, yürüteni olan kadın uygarlık elinde sadece cinsel bir objeye dönüştürülmüştür. Erkek için, kadını toplumsal rolleri, düşünsel yetenekleri, aklı, beyni, duyguları ve ruhuyla bir bütün olarak görmek uygarlıktan kopuş olacaktır. Özgürlüğü geliştirmek öncelikle kadına cinsiyetçi paradigmanın bakışından kurtulmayı gerektirir.
Kadının tek özelliği cinselliğiymiş gibi algılamak kışkırtılmış erkekliğin bir uygarlık alışkanlığıdır. Uygarlık, aşkı kadın erkek arasındaki cinsel ilişkiye indirgemiştir. Eğer böyle olsaydı o zaman kendini çoğaltma temelinde birleşen tüm hayvanların ilişkisi aşk olarak yorumlanmalıydı. Oysa hayvanlar insana göre çok daha dengeli, kendi nesillerini sürdürme ilkesi temelinde birleşmektedirler. Yaşamın sürdürülmesinin temel üç güdüsü olan korunma, beslenme ve üremeyi, hayvanlar uygarlığın bu her üç konuda da insana dayattığı sapma düzeyindeki kışkırtma ve saldırganlığa göre oldukça dengeli yaşamaktalar.
Hayvanlarda bütün enerji yaşamı sürdürmeye odaklanmıştır ve bunda doğa dengesini bozacak hiçbir aşırılık öne çıkmamaktadır. Tam tersine birbirini tamamlayan bir simbiyotik ilişki vardır. Aslında insan ulaştığı düşünce ve yaratımlarıyla bunları yaşamın temeline koyma aşamasını aşmıştır. İnsan için, üreme, beslenme, korunma sorunları, ulaşılan toplumsal örgütlülük, teknik düzey ve anlam gücüyle aşılmış olabilirdi. Oysa bu gelişim tersine çevrilmiş ve bunlar kışkırtılmıştır. Saldırma, zor, tecavüz, cinayet ve doyumsuzlukla tüm hayatını cinsel ilişkiye bağımlılaştırma, kadını cinsel meta olarak sömürme, pazarlama, ticaretini yapma insan dışında hiçbir canlıda görülmediği gibi bunların aşkla alakası yoktur. Bunlar aşkın kışkırtılmış cinsel güdüyle katledilişidirler.
Oysa insanın diğer canlılardan farkı anlam gücüne ulaşmış olmasıdır. İnsan yaşamında anlamdan bağımsız hiçbir şey yoktur, her şey bir anlam arayışına yöneliktir. Kadın yaşamda bir anlam arar. Erkek de anlam aramalıdır. Aşk bu anlam bütünlüğüne ulaşmaktır. Oysa aşkın cinselliğe indirgenmesi anlamın bitirilişi, aşkın bitirilişi, kadın ve erkeğin salt bedenlere indirgenmesidir. Bir anlamda nesneleşmektir. Ruhu ve anlamı red ederek varlığı sadece görünen, olgusal yüzüyle tarif eden pozitivizm, bu tarifle insana en büyük darbeyi vurmuştur. Anlam arayışı, bu arayışın yarattığı ruh bütünlüğü olmadan insanın hayvandan bir farkı kalmaz, nitekim pozitivizm insanı anlamdan boşaltmış, ruhunu öldürmüş, elinde sadece bedenini ve bedenin doyumsuzluğunu bırakmıştır. Anlamdan ve ruhtan kopan beden kendisinin mahkûmudur artık, açlıklarını doyurmaktan başka bir şey bilmez. Oysa akıl ve ruh, insanın, bedenin sınırlandırıcılığını parçalaması, sonsuzlukta kendini aramasıdır. Sonsuzlukta aranan evrensel anlamdır, bu anlamı bulmanın aşkıdır. Buradan bakıldığında, belki de “yaşamın anlamı aşktır” demek gerekir. Aşk evrensel anlamın sınırlarında dolaşmaktır, sırlarına ulaşmaktır.
Ne kadar aşk deyince evrensel ve toplumsal aşkı algılayabiliyoruz? Sorgulamaya buradan başlamak gerekiyor. Aşkı evrensel, toplumsal ve anlamsal anlayamadığımız ve hissedemediğimiz müddetçe cinslerin birbirini uygarlığın alıştırdığı bakışla algılamasını kıramayız. Düşünce ve duygu gücü insanı diğer canlılardan ayıran insana has enerji patlamalarıdır. İnsanın kendisi enerjisini nereye sarf edeceğine karar verebilme iradesine sahiptir. Uygarlık bu enerjiyi sadece temel üç içgüdünün tatminine yönlendirerek insan düşüncesini köreltmiş, duygularını öldürmüştür. İnsan, yaşama, özgürlük arayışı ve özgürlükten süzülecek anlamla bakma gücüne kendisinde ulaştığında bu bedensel ihtiyaçların dayatıcı baskısından kendini kurtarabilir.
Bu anlamda hareket içinde gelişen düzeye baktığımızda kadının ezilen cins kökenli olması nedeniyle özgürlük ve anlam arayışı erkeğe göre daha keskindir. Yaşamla çelişkileri daha fazladır, yaşamın tüm alanlarında tutunabilmek için kendini oluşturma sorunları daha yakıcıdır. Dolayısıyla kendini özgürlüğe odaklama ve anlam verme gücü daha fazladır. Buna karşın erkekte daha yüzeysel, parçalı hatta faydacı yaklaşımlar daha öne çıkabilmektedir.
Özgür eş yaşamı sadece kadın ve erkeğin bireysel birlikteliğinin düzenlemesi olarak ele alan yaklaşımlar gelişmektedir. Ya da kadın karşısındaki duruşunu sadece kadına geleneksel yaklaşımdan uzak durmakla yeterli görme yeterli görülebilmektedir. Bu, sorunu ertelemekten başka bir anlam ifade etmez. Bu kadını hala toplumsal bütünlüğün bir parçası görememe, kadının toplumsal öncülükteki rolünü anlamamaktır. Uygarlık kadın erkek ilişkilerini tekile sıkıştırmış, dokunulmaz, mahrem kılmış, köleliği ise bu ilişki sistemi üzerine örmüştür. Toplumsal yaşam kadın ve erkek cinslerinin en geniş iki toplumsal yapı olarak ortak inşası iken sanki böyle bir toplumsal yapı yokmuş gibi bir algı inşa etmiştir. Kadın-erkek ilişkisine, hala, sadece cinslerin salt tekil ilişkisi ekseninden bakmak cinsiyetçi paradigmanın köleci zihniyetinden kopamamadır.
Önderlik mevcut kadın ve erkeğin ancak platonik aşkla bir arada olabileceğini, platonik aşkın ise düşünce ve eylem demek olduğunu belirtiyor. Platon, düşünceyi yaşamda her şeyden üstün tutan filozof oluyor. Ona göre düşünce her şeydir. Yaşamdaki her şey ise düşüncenin yansımasıdır. Buradan baktığımızda aşkın düşünsel anlamına ulaşmak asıl aşk oluyor, ya da düşünce aşkı asıl aşk oluyor. Düşünce özgürce akarsa onun pratiği de kendisiyle gelişecektir. Kadın ve erkek cinsleri yaşama ne kadar özgür düşünceyle bakabiliyor, bu özgür düşüncenin özgür pratiğini inşa edebiliyorlarsa aşk budur. Bu temelde ortak hedef, amaç temelinde birlikte yürütülen mücadelede ulaşılan düzey aşkın somut düzeyidir. Pratik hala yetersizlikleri barındırıyorsa demek ki özgür düşüncede netlik yeterince kurulmamıştır. Bu da eski alışkanlıklardan kopuşun sağlanmadığının göstergesidir.
Mevcut haliyle kadın ve erkeğin yaşama özgürlük gücüyle bakıp eylemlerini buna göre komünal yarattıklarını söyleyemeyiz. Henüz, erkek açısından, küçük görme, ezme, korumacı yaklaşma, cinsel obje olarak görme veya kadın cephesinden ezilme, irade ve güven kazanma, geleneksel bağlılıktan kurtulma sorunları vardır. Kadın ve erkeğin yaşama aynı paralelden bakma sorunu vardır. Erkek hala iktidarın semalarından aşağıdaki kadına bakarken, kadın hala erkeği kendinden güçlü, egemen, koruyan görme yanılgılarını yaşamaktadır. Bu geleneksel zihniyet aşılmadan cinslerin bir araya gelmesi bile özgürlüğe karşı bir tehlikedir. Bu nedenle öncelikle bu toplumsal zihniyetlerden sonsuz boşanma ve kopuş şarttır. Kadın ve erkek cinslerinin ortaklığı ancak sonsuz boşanma ve kopuşu sağlamakla oluşacak saygı olabilir. Şu anda ulaşılmaya çalışılan özgürlüğü yaşamsallaştırma mücadelesi, bireyci, iktidarcı, egemen ve köle yönleri kırarak komünal zihniyeti yaratma mücadelesidir. Şu anda kurulabilecek en anlamlı ilişki mücadele yoldaşlığıdır, kadın ve erkeğin ortak amacın ortak mücadelesini paylaşabilmesidir. Bu mücadele içinde birbirinin emeğine saygı duymadır. Mücadelenin anlam gücüne ulaşmaktır. Mücadelede başarı, kendi emeğinde toplumsal özgürlüğün yeşerdiğini görme yaşanabilecek aşktır. Kendinde bunu yaratan erkek kadına klasik yaklaşımlardan, iktidarcı, cinsiyetçi, cinsel obje algısından sıyrılabilir. Kadını toplumsal, siyasi, özgürlüksel, anlamsal kimlikleriyle yaklaşabilir ve saygı duyabilir.
Özgürlük Ölçülerini Kendinde Yaratan Kadın Özgür Toplumun Teminatıdır
Kadın neden krizli bir kişiliktir? Kadının krizi nedir? Kim, ne kadını krize sokmuştur? Buna verebileceğimiz yanıt şudur: Kendi doğal koşullarından çıkarılan her canlı tepki verir, kriz yaşar. Özgürlükten koparılış ve köleliğe mahkumiyet kadının temel krizidir. Kadının krizli kişiliği özgür tarihini unutmadığının göstergesidir. Erkek, egemen zihniyetin başına getirdiklerini kabul etmemekte ama nasıl direneceğinin yolunu da tam bulamamaktadır. Kadının krizli çıkışları ise erkek egemen zihniyet tarafından hışımla ezilmiştir. Uygarlığın krizli karakteri adeta kadının krizli direnişleriyle karşı karşıya kalmıştır. Sistem krizinin zirveye ulaştığı kapitalist modernite, kadına dayattığı derin köleci saldırılarıyla kadın açısından da krizin zirveleştiğini göstermektedir.
Bugün kadın özgürlük hareketimiz kadının krizli kişiliğini özgürlük çıkışıyla aşmaktadır. Aşılan kriz sadece kadın şahsında değil tüm toplum ve uygarlık boyutundadır. Yaşanan yanılgılar, hatalar, yöntemsizlikler, zorlanmalar kriz alışkanlıklarının yıkımıyla aşılacaktır. Kadın özgür iradesi, mücadelesi ve örgütlülüğüyle yaratmak istediği yaşam estetiğini geliştirecektir. Estetik kadınla anılan bir olgu olmakla birlikte uygarlık sisteminin kadına sunduğu estetik ölçüsü sadece kendini erkeğe beğendirme ölçüsüdür. Sistem kadını salt biçimsel de diyemeyeceğimiz aslında fiziken bile kendine yabancılaştıran estetik anlayışıyla çirkinleştirirken, toplumsal ve yaşamsal boyutta da hiçbir güzellik bırakmamış hepsini katletmiştir.
Oysa kadın daha toplumsallığın başında yaşamın estetik karakterini inşa etmiştir. Yarattığı her toplumsal değere kendi zihni estetiğini yansıtmıştır. Bu gün kadının öncülüğünde gelişecek olan özgür eş yaşam, tüm toplumsal alanların kadının özgür ruhuyla yaratacağı estetik ölçülerinde olacaktır. Bu temelde kadın önce kendi öz bilincini iradesini geliştirmelidir. Bunca yıllık özgür kadın hareketi tarihinden çıkardığımız temel sonuç budur. Öz iradesiyle özgürlük örgütünü geliştirmeli ve özgürleşme yolunda tüm dünya kadınlarına öncülük etmelidir. Yaşamın özgürlük estetiği değerinde yaratılması tanrıçalar katında bir mücadele ve yaratıcılık-öncülük gerektirmektedir. Erkek ise öncelikle kadın şahsında gelişen iradeye saygılı olmakla yola başlamalıdır. Yine kendi cins gerçekliği içinde özgür erkeğin yaratılması için sürekli bir arayış ve mücadele içinde olmalıdır. Prometheus nasıl tanrısal güçleri olduğu halde tanrı olmaya, özünde iktidar olmaya direnmişse, özgürlüğü iktidardan kurtulma olarak görmelidir. Gelişecek özgür zihniyetle kadın ve erkek cinslerinin özgür ve eş düzeyde yaşamı paylaştığı, örgütlediği özgür toplum gelişecektir.
HALKLAR ÖNDERİ SOSYAL BİLİMLER AKADEMİSİ
YORUM GÖNDER