İDEOLOJİSİZ İNSAN VE TOPLUM OLMAZ (1.BÖLÜM)
İdeolojik çalışma ve mücadelede zayıf olan bir hareketin başka çalışmalarda güçlü olması mümkün değildir. Her şey ideolojik mücadeleye, çalışmaya, çizgiye bağlıdır. Ne kadar ideolojik mücadele o kadar siyasi ve askeri mücadele, ne kadar ideolojik başarı o kadar siyasi-askeri başarı. ‘Ben ideolojik çalışma yürütmem ama iyi bir asker olurum, komutan olurum, zafer kazanan fedai militan olurum, iyi bir siyasetçi olurum, diplomat olurum, siyasi mücadele yürütürüm’ demek hiçbir şey anlamamak oluyor. Kesinlikle öyle bir yaklaşım doğru değildir. Çin’de de Mao o kadar ordu ve askerlikle işleri yürüttüğü halde ideolojik-örgütsel çalışmalardan, siyasetten kopuk askerliği eleştiriyor, onların hepsine ‘sapma’ diyor ve mücadele ediyor. Herkes için bir mücadele gerekçesi oluyor. Bizde de bu konuların mücadele konusu yapılmadığı, böyle de olunabilir sanıldığı durumlar yaşanabiliyor. Her şeyi kendine göre uyarlama sonucu bu tür durumlar ortaya çıkıyor, bu da çok anormaldir. Bunun gerçekle, hakikatle bir ilişkisi yoktur.
İdeolojik çalışmalarda kavramlar üzerinde tartışıyoruz. İdeolojik mücadelede, ideolojik çalışmada, ideolojik ifadede dil ve üslup çok önemli bir araçtır. Önder Apo’ya “en önemli silahın nedir?” diye sorduklarında hiç tereddüt etmeden “dilimdir” dedi. Bütün çalışmayı dil ile yaptığını, bütün başarıyı dil gücüyle kazandığını rahatlıkla söyledi. Üslup konusunda çok titizdi, çok dikkatliydi. Önderlik nettir, anlaşılırdır, üslubu vurguludur, polemikçi değildir, kimseyle bireysel polemiğe hiç girmedi. Mutlak doğrucu değildir, her düşünceye değer verdi ve sentez yarattı. Önderlik üslup, tarz konuları üzerinde çok yoğun duruyordu. O bakımdan bütün kavram kullanışlarına dikkat etmek gereklidir.
İdeolojik alan dediğimiz çalışmalar ifade çalışmalarıdır. Bu da dil, üslup ve kavramla oluyor. Sözlü yaparsın, yazı diliyle yaparsın, müzikle yaparsın hepsinde kavram ve ifade var. İçeriği bunlar belirliyor. Öz ve biçim gibidir. ‘Biçimi dikkate alma benim özümü bak’ dersen kimse inanmaz. O öz doğru bir biçim bulmazsa yeterince anlamını vermez. Dolayısıyla ideoloji, felsefe doğru kavram ile buluşmazsa içeriğini tam yansıtmaz.
Liberalizm, her şeyin özünü boşaltmaktır
Özel savaş dünyasında yaşıyoruz. Önder Apo liberalizm için “kapitalist modernitenin en temel silahıdır” dedi. Liberaliz demek, her şeyi sulandırmak demektir, her şeyin özünü boşaltmaktır. Sulandırmanın ve özünü boşaltmanın en temel araçları da kavramlar oluyor. Kavramların içini boşaltıyor, anlamını değiştirerek özünü saptırıyor. Güncel olarak topluma saldırı esas olarak kavramlar üzerinden geliyor, küçük burjuvaziye yaptırıyor. Durmadan yeni şeyler üretiliyor. Öyle bir şey ki Türkiye’deki Türkçeyi neredeyse anlamaz hale gelmiş durumdayız. Önce Türk Dil Kurumu vardı. ‘Türkçe zayıf yeni kelimeler üretiyoruz’ diye bir sürü anlamsız kelime üretti, bazıları hakim oldu ama çoğu olmadı. Güya Türkiye’nin devrimci akımı da oldu. Şimdi öyle değildir. Bu bozmayı şimdi özel savaş merkezi yapıyor, sokakta yapıyor, küçük burjuvazi yayıyor, kavramların özü boşaltılarak anlaşılmasın diye muğlak hale getiriliyor. Bu konularda daha mücadeleci ve dikkatli olmaya ihtiyaç var. Önümüze ne konuluyorsa kabul etmemeliyiz, ne konuluyorsa tekrarlamamalıyız. ‘Doğru-yanlış nedir?’ anlamak gerekiyor, çünkü aklımız var, ret-kabul ölçülerimiz var, doğru-yanlış ayrımını yapmalıyız. Her şeyi sorgulamadan geçirmeliyiz. Böyle bir sorgulama olmazsa doğru olmaz. Aslında dejenere olan insan tipi, yozlaşma buna deniliyor. Esas yozlaşma böyle bir muğlaklaştırmanın üzerinden gelişiyor. Öyle oluyor ki kimse kimseyi anlamaz hale getirilmek isteniyor. Sözün çekiciliği yanında, ciddiyeti, ağırlığı kalmıyor, yaşam laçkalaşıyor. Lümpenizm ve laçkalık böyle gelişiyor. Aslında bu ideolojiksizlik değil o da bir ideolojidir. Kapitalist modernitenin ideolojisidir. Liberalizmin bir versiyonu, bir hayat buluş biçimi oluyor.
Bu konuda çok dikkatli olmak gerekiyor. Önderliği bir de bu açılardan okumak lazım. Önderlik sadece bilgi yığını değildir. Sadece bir askeri savaş da değil, bir üslup, bir dil, bir tarzdır. Bunlar eğitim ve çabayla, toplumla bağ içerisinde tarihsel bilinç oluşturarak, amaçla bağlı olarak ortaya çıkartılmış gerçekler olmaktadır. Önderliğin de kendisini eğiterek ortaya çıkarttığı hususlar oluyorlar. Önderlik kendisini eğite eğite bu hale getirdi. Kendisini eğitmek için çok çaba harcadı. Hiçbir şey eğitimsiz, emeksiz ortaya çıkmadı. Kendisini eğiterek yaratılmış bir durumdur. Herkes kendisini eğitip Önderlikle aynı düzeye getirebilir. Biz de öyle olabiliriz. Önderliğin dilini, üslubunu, tarzını tümüyle uygulayacak bir düzeye kendimizi getirebiliriz, çünkü Önderlikte kendisini eğiterek o özellikleri kazandı, biz de kendimizi eğitirsek o özellikleri kazanabiliriz. Kazanamıyorsak eğitmiyoruz demektir. Kişiliklerimiz ayrı da ondan dolayı yapamıyorum’ dememek lazım. Öyle bir şey yoktur. Kendimizi eğitmiyoruz, başka türlü eğitiyoruz, başta yerlerden etkileniyoruz, çevremizden etkileniyoruz, liberal saldırılardan etkileniyoruz, onları kullanıyoruz. Bu hususlar ideolojik alan açısından çok önemlidir.
Liberalizm beyinsizleştirmeyi önce burada geliştiriyor, dili ve üslubu anlaşılmaz kılıyor. Ondan sonra düşüncesizlik yaratıyor. Dolayısıyla ideolojik çalışmanın, mücadelenin çok önemli boyutu bunlardır.
O kadar açık kavramlar olmasına rağmen her şey ters yüz edilmiştir. Biraz da farklı diller konuştuğumuz için böyle oluyor, doğru sanılıyor. Türkçe bilmiyor sonradan öğreniyor, ne öğreniyorsa herhalde Türkçe böyledir sanılıyor, halbuki öyle değildir, o bozulmuş bir Türkçedir. Kürtçe öğreniyor, herhalde Kürtçe böyledir sanıyor, halbuki bozulan Kürtçedir. Birçok dili öyle öğrendiğimizde dilin aslını bilememe, egemen sistemin, liberalizmin saldırılarını görememe sonucunda sanki doğru dilmiş gibi geliyor, bundan dolayı direnme ortaya çıkıyor. Eleştiriyoruz ama anlaşılmıyor, eleştiriler anlamsız karşılanıyor. Günlük yaşamda bunları fazlasıyla görüyoruz. Dilde milliyetçilik, dincilik, bilimcilik, iktidarcılık, cinsiyetçilik çok yansıyor, çünkü anlamadan kullanıyorlar. Güya mücadele ettiğini sanıyor ama aslında yanlış bulduğunun yayıcısı, onun destekleyicisi oluyor bunun farkında bile olunamıyor.
Teorinin amaç kazanmasına ideoloji diyebiliriz
İdeoloji tanımına, ideolojinin ilişkide olduğu diğer kavramlara değinebiliriz. Ahlak, ideolojiye daha yakındır. Yakınlığı ilkesel olmalarından kaynaklanıyor. Felsefe, ideolojiye daha yakındır, yorum olsa da yaşamla çok daha bağlıdır. En çok karıştırılan teori ve ideolojidir. Teori, sistemleşmiş bilgidir. Analiz, yorum, bir şeyin değerlendirilmesidir. Bilgi yığını teori değildir ama sistemleşmiş bilgidir. Peki neye göre sistemleşmiş bilgi oluyor, hakikat ve yönteme göre sistemleşmiş bilgi oluyor. Teorinin sistem kazanması da hakikat ve yönteme göredir. Sapmış hakikate göre olmuşsa, sapmış hakikate göre oluyor. Yöntem sistem kazandırıyor. Dolayısıyla teoriyi böyle anlamak gerekiyor. Teori ideolojiyle karıştırılıyor. Teori ideoloji sanılıyor, ne kadar çok bilgi olursa o kadar çok ideolojik olunduğu sanılıyor, dolayısıyla teorik bilgi, sistemli konuşma, yazma ideolojik faaliyet görülüyor ya da ideolojik durum olarak değerlendiriliyor, bu yanlıştır. Birbiriyle bağı var ama ideolojik sonuca gitmeyen bilgi birikimine ya da analize, yoruma teori denilmez. Bir bilgi sistematiğinin teori olabilmesi için, bir hakikat ve yönteme göre sistematize olması gerekiyor, bir de ideolojik sonuca gitmesi lazım. Öyle olmazsa amaçsız ve muğlak kalıyor. Bir şeyi böyle değerlendiriyor ama ‘niçin değerlendirdi, nereye gidecek?’ sorularına cevap veremiyor, amaçsız kalıyor, teorinin amaç kazanmasına ideoloji diyebiliriz. Yine sistemli bir bilginin yeni bir şeyi ifade etmesine, onu tanımlamasına ideoloji diyebiliriz. Yani tanımlanan duruma ideoloji diyebiliriz. Bu biçimde yakınlıkları var. Ondan dolayı birbirine karıştırılıyor. Teori ideoloji sanılıyor, ideoloji teori sanılıyor, ideolojik mücadele teoriymiş gibi ele alınıyor.
Gerçek tanımından koparıldığı için ideoloji doğru anlaşılmazsa doğru ideolojik mücadele yürütülemiyor, doğru duruş gösterilemiyor. Teori de amaca bağlanmaz, ideoloji haline gelmezse bir analizdir ama bir çözüm değildir, bu işle uğraşanlar ‘muğlaktır’ diyorlar. Lenin ‘teori gridir’ diyor. Yani içinde çeşitli tonları barındırıyor, doğru ve yanlışları içinde taşır, net değildir, ‘pratik beyazdır’ diyor. Yani somuttur, doğru ve yanlış pratik ile belli olur. Teoride ne yüzde yüz doğru ne yüzde yüz yanlış yoktur, doğru ve yanlışlar iç içedir, birçok yöne gidişi ortaya koyar, bu bir düşünce gücü bir bilgi yığınıdır, onun somutlaştığı yer pratiktir. İşte teoriden pratiğe giderken aradaki aşamaya da ideoloji diyoruz. Böyle tanımlayabiliriz. Teorinin pratiğe geçerken şekilleniş haline ideoloji diyebiliriz.
Pratikleştirilmek istenen teorinin ortaya çıkardığı ilke ve ölçülere ideoloji diyoruz. Dikkat edilirse ideolojinin pratik ile de bağı var, kesinlikle pratikten kopuk değil, teoriyle de bağı var ama ne teoridir ne de pratiktir, teorinin sonucu pratiğin başlangıcıdır. Pratiğin yolunu çiziyor, ahlakta böyledir. Önder Apo ahlaki toplumu böyle tanımladı. Onun için ideoloji ahlaka daha yakındır. İlkeler ve ölçülerin toplamı olarak ahlakta öyledir. Ama ideolojinin teoriyle yakınlığı da belirttiğimiz temeldedir. Kesinlikle birbirine karıştırmamak lazım. O zaman pratiğe geçerken alınan şekil, ilke ve ölçülerdir.
DURAN KALKAN
YORUM GÖNDER