HAKİKAT ARAYIŞCILIĞI BİR SORGULAMA İŞİDİR (8.BÖLÜM)
Kapitalizm Hristiyanlığın Parçalanıp İç Savaşlarla Zayıf Hale Getirildiği Bir Dönemde Ortaya Çıkıyor;
Dinin etkisi çok fazla ki, Marksizm ve onun dayandığı toplum bilimi, dine “afyondur” dedi. Uyuşturucu olarak gördü. Baskı ve sömürünün sınıflı toplumun ortaya çıkmasında toplumsal hakikati uyuşturan rolü esas olarak din oynadı. Demek ki, zordan ve silahtan daha etkilidir. Onun için o kadar tepki gösterdiler ve dinin etki düzeyini gördüler. Bu bakımdan baskıyı, sömürüyü, iktidar ve devlet egemenliğini, köleliği, kadın köleliğinden başlamak üzere her türlü kölelik sistemini din kabul etti. Dinle bunları kabul ettirmek daha kolay geldi ve dini bu konuda daha çok kullandılar.
Dinin bu süreçteki duruşunda şunu görmek lazım: Başlangıçta egemenlikçi zihniyet ve sistemin, iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkmasının en temel aracı olurken, diğer yandan şunları da biliyoruz: Bunlara bir sınır da koydu, yine de o dönemdeki din yaklaşımında özellikle tek tanrılı dinlerde hakikatini izah etmiş olduklarını da görüyoruz. Tevrat’ta da, Kuran’da da çok fazlasıyla vardır. Baskıyı, sömürüyü, egemenliği, köleliği kabul ediyor, onu esas alıyor; ama tekelciliğe karşıdır, aşırılığına sınır koyuyor, dinin ahlaki boyutu gelişiyor. Örneğin ‘faiz yapabilirsin ama şundan fazlası olmaz, ticaret yapabilirsin şundan fazla kâr koyamazsın, köle kullanabilirsin şundan fazlası olmaz, kadın köleliği olur ama şundan fazlası olmaz’ yani dindeki ahlak bu düzeydedir. Baskıyı, sömürüyü kabul ediyor, onun oluşmasına zemin teşkil ediyor, ama bir sınır da koyuyor, ‘din ahlakı’ denen çerçeve budur, aşırılığa ve tekelcileşmeye sınır koyuyor, her şeyi kâra bağlayan zihniyeti mahkum ediyor, kontrol altında tutuyor. Esas kapitalizm denen şeyi bu ahlakla denetim altında tutuyor. O dönemdeki din ahlakının rolü de odur. Sömürünün önünü açıyor, meşrulaştırıyor, ama kapitalist sömürüyü ise engelliyor mahkum ediyor, ayıplıyor. O tarzda her şeyi kâra bağlayan toplumdan kopmuş bir sömürüyü kesinlikle haram sayıyor; aşırı, belli bir düzeyden fazla mal-mülk sahibi olmayı haram sayıyor, onları paylaştırmayı öngörüyor, bu temelde birçok yöntem buluyor, icat etmiş kullanıyor. Böylece kapitalizmin daha Sümer’den itibaren gelişimini engelliyor. Kontrol altında tutuyor, ama sömürüyü de yaratıyor.
Bu sömürü ne zaman ortaya çıktı? Dinin en çok zayıfladığı orta çağda çıkıyor. İslam’ın artık denetleyemediği, Museviliğin sürgün edildiği ve zayıf düşürüldüğü, Hristiyanlığın da parçalanıp iç savaşlarla zayıf hale getirildiği bir dönemde ortaya çıkıyor. Hristiyanlıkta ortaya çıkan bazı mezhepler bu ahlakı zaten temsil edemiyorlardı. Oradan da faydalanarak kapitalist sömürü biçiminin ortaya çıktığını Önderlik çok net ortaya koydu ve çok iyi izah etti. Kapitalist sömürüye dair şimdiye kadar yapılamayan izah öyle oldu.
Böylece dinin, azami kâr ve tekelcilik biçimindeki sömürüyü engelleyen, baskıyı, köleliği engelleyen gücü ortadan kaldırılıyor, geriye günümüze kadar gelen tekelleşme ve azami kâr düzeni ortaya çıkıyor. Dinde reform, değişiklikler denenler bunun üzerinde oluyor. Artık yeni bir din ortaya çıkıyor. Dikkat edersek tarihsel gelişme içerisinde din, inanç, kutsal yaratıcıyla yaşamı anlama, ona inanarak yaşamı anlama gerçeği üç temel aşamadan geçiyor. Birincisi, totemcilikle toplumsallığa hizmet eden. İkincisi, iktidar ve devlet sisteminin, sömürü ve baskının ortaya çıkmasına hizmet eden, zemin sunan, köleliği başlatan. Üçüncüsü, kapitalist liberalizmin dinciliği artık her türlü tekelciliğe ve sömürüye karşı çıkan değil, her şeyiyle ona hizmet eden, onu kutsayan hale geliyor. Toplumsallığın yaşamasını, kendini koruması amaçlı kutsallık; toplumu bitirmeye, tüketmeye yönelen saldırıyı koruyan, meşrulaştıran kutsallığa dönüşüyor. Dincilik diye liberalizmin bir kolu olarak Önder Apo’nun tanımladığı budur. Bunların gelişme süreçlerini görmemiz lazım.
Dincilik, cinsiyetçilikle birleşiyor kölelik oluyor, zaten sömürüyü teşvik ediyor. Diğerleri ise aslında hep dinin etkinliğine dayanak zihniyetimiz üzerinde etkili olmaya çalışıyorlar. Dine dayanmadan hiç birisi kendi başına zaten çok fazla etkili olamıyor. Daha etkili olan dindir, o bakımdan da daha doğru derinlikli anlamamız, Önderlik yaklaşımını doğru özümsememiz ve sürekli bir anlam gücü kazanma, zihniyet mücadelesini birinci planda dincilik zihniyetin üzerimizdeki etkilerine karşı mücadele biçiminde sürdürmemiz lazımdır.
Liberalizmin İçini En Çok Boşalttığı Kavram ‘Demokrasi’ Kavramıdır;
Bazı kavramlar üzerinde durarak daha iyi anlamaya çalışıyoruz. Pozitif ve pozitivizmin ilişkisi anlaşılmaya çalışıldı. ‘Rejim’ dolayısıyla ‘Hakikat Rejimi’ ne anlama geliyor? Kuramlaşmasını Önderlik “Demokratik Modernite” olarak tanımladı. Paradigmasal yapılanışı bütün düşünce sistemlerini kendinde birleştiren pozitif bilimciliğin sistemleşmesini de zaten kapitalist modernite olarak ifadelendirmişti.
Demokrasi kavramı üzerinde duruyoruz. Çünkü, Önderlik paradigmayı “Demokratik Modernite” olarak tanımladı. Daha önce de ekolojiye ve kadın özgürlüğüne dayalı demokratik toplum olarak tanımlamıştı. O nedenle demokrasi kavramı önemlidir. Bir de farklı anlamlar yüklenen, çok çarpıtılan, saptırılan, herkesin neredeyse her şeyini onunla izah ettiği ve kendisini o temelde aklamaya, kurtarmaya çalıştığı bir kavram durumundadır da. Bütün düşünce sistemleri, zihniyetler, ideolojik-politik çizgiler açısından da böyledir. Herkes de kendisine göre anlam yüklüyor, aslında liberalizmin en çok içini boşalttığı, özünü boşalttığı kavramlardan birisi oluyor, öyle ki her türlü despotizm kendisini demokrasi olarak ifade ediyor. Her türlü yalan, hile, dolan, sömürü kendisini demokrasi olarak yansıtıyor. Her türlü başıboşluk, örgütsüzlük, disiplinsizlik kendini demokrasi olarak tanımlıyor. Neredeyse her kavramın önüne bir demokrasi kavramı konabiliyor, haddinden fazla esnek bir kavram durumundadır, bu durum devam da ediyor.
Dikkat edilirse bizde bu kavramı kullanmak durumunda kalıyoruz. Önderlik “Yine de en iyi yapmak istediklerimizi ifade eden kavramdır, kullanmak durumundayız” dedi, ama sınırlar koydu, tanımlar getirdi, demokrasiye yüklenen anlamları eleştirdi, demokrasiyi oradan kurtardı. Örneğin devletin elinden kurtardı, en önemli bir şey oydu, devletle bağını yeniden tanımladı. O çok önemlidir. Çünkü ‘bir devlet biçimi’ deniliyordu, hala öyle diyenler çoktur. En despotik devlet yönetimlerine bile demokrasi diyebiliyorlar, öyle gösteriyorlar. Devlet ve iktidar her şeyi toplumdan çalıyor, toplumu öyle tüketiyor, en çok toplumdan çaldığı bir kavram demokrasi oluyor, çünkü demokrasi toplumla o düzeyde bağlıdır. Halkın yönetimi, halkın kendi kendini yönetimi, hem toplumun halk denilen bölümüyle bağlantılıdır hem de yönetimle bağlantılıdır. Önderlik kavramlarda da demokrasi için “Devlet tanımayan özyönetim” karşılıklarını kullandı.
Dolayısıyla biz demokrasinin bu özelliğine bakacağız. Toplumun kendi yönetimi, bu yönetim durumunu sadece seçime indirgeyen anlayışlar var, öyle de içi boşaltılmaya çalışılıyor, seçim oldu mu, “Demokrasi gerçekleşmiş” diyorlar. Biçim olarak doğru, fakat nasıl bir seçim, seçimi yapanlar kimdir, hangi koşullarda oluyor? Ne kadar eşit, adil, özgür ortamda bir seçme ve seçilme oluyor? Öyle olmuyor. Dolayısıyla ne diyoruz “Demokratik seçim olmadı” diyoruz, demokrasinin o zaman özgürlükle, eşitlikle, adaletle bir ilişkisi var, günümüz dünyasında tarihsel toplumun oluşturduğu zihniyette en pozitif kavram demokrasi kavramıdır diyebiliriz.
Şimdi hiçbir zihniyet demokrasiyi kötüleyemiyor, herkes kendi kötülüğünü demokrasinin içine gizlemeye çalışıyor, onunla kendisini gizliyor, maskeliyor, affettiriyor, demokrasi bu kadar pozitif bir kavramdır. Bu bir gerçektir. Önderlik kapitalist modernite sistemini aşmanın onun şahsında iktidar ve devlet düzenini aşmanın ilk adımı olarak demokrasi çağını tanımladı. “Demokrasiyle aşarız” dedi. “Buradan özgürlüklere farklılıklara dayalı eşitliğe, adalete dayalı yaşamlara ulaşırız, hakikatlere ulaşırız” dedi. “Sosyalizme, demokratik komünal topluma gidişin yolu bu biçimde açılır” dedi. Demokrasiyi, onların yolunun açılması olarak tanımladı. Bunlar önemli tanımlar oluyorlar.
Demokrasinin yönetimle bağını, toplumla bağını, kendi kendini yönetmeyle, iradeyle dolayısıyla özgürlükle, eşitlikle, politikayla, ahlakla yakınlığını, bağlarını hep yakın tutmalıyız, bunlar esası değil ama onlarla ilişkili bir kavramdır. Bu kadar pozitif yapısı oradan ileri geliyor, demokrasi kavramını öyle de kullanıyoruz. ‘Demokratik yönetim’ dendiğinde bile demokrasinin kendisi aslında yönetimdir. ‘Demokratik yönetim’ diyoruz, bu daha fazla yönetimin adil, özgür, eşit yapısını güçlendiriyor. Kendi kendini yönetme anlamına geliyor.
Önderlik savunmalarda, “Demokratik otorite” diyor. Bunları andıracak şekilde Önderlik kullanıyor, böyle tanımladıktan sonra birçok şeyi açıklamak için kullanıyor, çok rahat kullanıyor, demokrasi diye yazıyor, ama her yerdeki demokrasi aynı anlama gelmiyor. O yazdığı yerde anlamlarından birisini ifade ediyor, öne çıkarıyor. Demokratik otoritenin yanına hemen “Yararlı otorite” dedi. Mesela ana tanrıça otoritesini “Yararlı otorite” diye tanımladı. Yararlı otorite toplumun özgür, doğru, güzel yaşamına hizmet edecek şekilde olursa olur. Demokrasi mücadelesi içerisinde de örneğin böyle yarar getirecek otorite olabilir, otoriteyi düzenlilik, disiplinlilik olarak ifade etti, bir organizasyon, örgütlü olma, koordineli olmadır. Demokratik özne de bu anlamda söylenebilir. Demokratik özne ne anlama geliyor, bir yanıyla halkın kendini bilinçli yönetmesi diyebiliriz. Esas olarak biz özne-nesne ve ruh-beden ikilimini reddederek insanı temel alıp inceleyeceğiz, bu temelde insanda evreni çözeceğiz.
DURAN KALKAN (HEVAL ABBAS)
YORUM GÖNDER