ULUS ÖTESİNİ DÜŞÜNMEK: DEMOKRATİK ULUS VE ÜMMET -5.BÖLÜM
A- Farklılıkların Bir Arada Yaşama Modeli Olarak Ümmet
İslâm’ın ümmet anlayışının somutluk kazandığı belge, Medine Sözleşmesidir.[20] Sözleşme; Medine’deki tüm farklı din ve kabile gruplarının ortak iradesiyle Hz. Muhammed tarafından hazırlanmıştır. Sözleşme; iki farklı toplumsal birim tanımlaması yapar; birincisi Medine’deki tüm kabile ve aileler sözleşmede isimleri zikredilir. İkincisi ise dini topluluklar kategorisidir.
Sözleşme; tarafları birleştiren temel hususun ortak yaşam iradesi olduğunu belirtir. Farklı kabile, etnisite ve dini grupların aynı toprakları vatan belleyerek beraber yaşama sorununa çözüm üretir. Bunu için öncelikli olarak ümmet (yani toplum) kavramını netleştirir. Sözleşmeye göre ümmet; Medine’de yaşayan farklı inanç (Müslüman, Yahudi, putperest, az sayıda Hristiyan ve kimi kaynaklara göre az sayıda Sabii) ve farklı etnik (Arap, İsrailoğulları, Habeşi ve Fars ve az sayıda Rum) gruplardan oluşmaktadır. Ümmet, bu farklı toplulukların eşit bir hukuki ve siyasi düzen etrafında oluşturdukları bir üst sosyal birim, üst-kimlik olmaktadır. Sözleşmenin “bunlar ümmeti oluşturur” dediği 1. maddede Müslüman, Yahudi, ve diğer inanç grupları ile beraber Medine’deki tüm kabileler teker teker sayılmaktadır. Fakat ümmet daha da esnek bir kimlik olarak tekrar başka yerde farklı bir şekilde tanımlanmaktadır. 25. maddede özellikle müslüman ve Yahudilerin ayrı bir ümmet oluşturdukları da vurgulanır; “Avfoğulları Yahudileri müslümanlarla birlikte bir ümmet oluşturur.” Dolaysıyla ümmet statik ve donuk bir kavram değil, ucu açık, farklılıkları barındıran dinamik bir sosyal-politik ve kültürel bir oluşumu ifade eder. Sonradan müslümanların zihinlerinde oluşturdukları gibi sadece dindaşlardan oluşan ve sadece kendi dindaşına hak veren bir oluşum değildir.
B- Farklılıkların Hukuksal-Siyasal ve Kültürel Muhtariyeti
Sözleşmenin düzenlediği ikinci önemli husus; bu farklı grupların birbirleriyle ilişkilerinin nasıl olacağıdır. Medine sözleşmesi, katılan tüm grupların hukuki, dini ve idari özerkliğini esas alır. Sözlemede üstün bir taraf yoktur. İster kabile , ister dini gruplar, iç özerkliklerini koruyarak katılmışlardır. Ortak savunma, ortak siyaset ve sosyal adaleti sağlamak amaçlı sosyal sigorta sisteminin yanı sıra her grup kendi dini, akidevi ve kabilevi hukukuna göre yaşamakta serbesttir. Muhtariyet yani özerklik, farklılıklara saygının somut hukuki ve siyasi karşılığıdır. Muhtariyet olmadan toplulukların bir arada yaşaması asimilasyon, erime veya çatışmalara yol açar. Özerkliğin sağlanması, siyasi literatürde bir tahakküm ilişkisi olan azınlık-çoğunluk ayrımına da son verir. Herhangi bir kesim çoğunluk olarak konumlansa bile var olan özerklik azınlık olan kesime temel koruma şemsiyesi sağlar.
C- Merkezileşmeyen ve Egemenliğe Yönelmeyen Siyasal Birlik: Konfederal
Ortak siyasal iradenin hangi esaslar üzerinde kurumsallaştırılacağı, siyasal yapının tahakküm ve egemenlik iddiasında olup olmadığı önemli bir konudur. Modern siyasal düşünce, devletin kurumsal yapısıyla “egemen bir güç” olduğunu esas alır. Hatta bu onun temel ilkesidir. Yani devlet belli sınırlar içindeki toplumun tüm fertleri ve toplulukları üzerinde daimi, sınırsız ve mutlak otorite sahibidir. Bu egemenlik iddiasını hangi mekanizma ile kullanıldığı tali bir konu olmaktadır. Tek’in yönetimi olan monarşi, elitler yönetimi olan aristokrasi, sınıfın yönetimi olan proletarya diktatörlüğü veya batılı söylemle halkın yönetimi olan demokrasi mi olduğu pek önemli değildir. Zira bütün bunlar devlette somutlaşan mutlak egemenliğin kullanım biçimleridir. Öz değişmemektedir. Öyleyse sisteme alternatif ve muhalif özgürlükçü söylemin kendisini egemenliğe yönelmeyen bir siyasal birlik ile ifade etmesi kaçınılmazdır. Bu ilkelerle siyasal otoritenin mutlak egemenlik iddiası reddedildiğinde bunun kurumsal formu, merkezde bulunan siyasal, ekonomik, idari ve hukuksal gücün muhtar-özerk yapılarla paylaştırılmasını gerektirir. Bu da konfederal yapıdır. Medine Sözleşmesi de bu tür bir konfederalizm olarak somutlaşır.Medine sözleşmesi ile bir araya gelen topluluklar, ortak coğrafyada yaşama (madde 1), ortak savunma (madde 44) ve ortak siyasal temsil konusunda anlaşmışlardır. M. Hamidullah, sözleşmeyi ‘konfederal toplumun ilk anayasal biçimi’ olarak tanımlarken[21], başka bir araştırmacı “farklı dini, kültürel ve etnik yapıların tam siyasal katılımına açık modeli öngörüp dini hukuki özerklik temelinde çoğulculuğa dayanmaktadır.”[22] demektedir. konfederal özellikle beraber yaşayan toplulukların komün ve cemaatlerin birbirlerine karşı egemenlik iddiasında bulunmadan kurdukları bir üst-siyasal kurumlaşma bir nevi çatı yapılanmasıdır. Medine’de kurulan siyasal yapının gevşek bir konfederalizm özelliği göstermesi bu nedenledir. Zaten özerk toplulukların özerkliklerini yaşayabilecekleri yegane siyasal birlik formu, merkezi olmayan bir siyasal kurumlaşma olarak konfederalizmdir.
D- Halkın Yönetimine Açık: Demokrasi
Toplumsal alanı nasıl düzenleneceği siyasetin ilgi alanıdır. Siyaset tarzı, bu siyasi faaliyetin kimler tarafından ve nasıl düzenleneceği konusundaki ayrışmadır. Burada iki siyaset tarzı ayrıştırması yapabiliriz. Birincisi, egemenliği inşa aracı olarak siyaset kullanan ve bu nedenle hanedan, zümre, sınıf, ulus, veya parti yoluyla tahakkümün inşası olan bürokratik siyaset. İkincisi, toplumsal düzlemde egemenliği reddeden, siyaseti toplumun kendi işlerini yürütmesi olarak gören, bu hakkı herhangi bir tekil bireye (monarşi ve tirani), gruba (aristokrasi veya oligarşi), sinif veya teokrasiye değil, tüm topluma ait olmasını savunan demokratik siyasettir.İslâm toplumlarında demokrasi üzerinde ihtilaf olmasının sebeplerinden biri, iki farklı siyaset tarzının bazen oldukça iç içe geçmesidir. Genelde müslüman algıda demokrasi kavramına bir tepki yoktur. Fakat bir yandan orta çağa özgü hanedancı yönetim biçiminin çarpık bir biçimde İslami olarak sunulması (Sünni teoride sultana boyun eğilmesi, Osmanlıcılık gibi veya Şii, Alevi teoride imama mutlak itaat gibi); diğer yandan batılı sömürgeci demokrasi tarzı ve özellikle bunun çarpık bir şekilde Atina’da başlatılması ve doğuya düşman bir kavram olarak işlerlik kazanması olumsuz bir anlam yüklenmesine yol açmıştır. Fakat İslâm içinde doğduğu kabile demokrasisini büyük oranda sahiplendi ve en azından teorik olarak daha da geliştirmeye çalıştı. Modern aydınlanmacı akıl tarafından küçük görülen doğal topluluk demokrasileri İslâm ümmeti kavramı içinde üst bir formda yeniden oluşturuldu. Bu nedenle ümmetin demokrasi anlayışı büyük oranda doğal toplum unsurlarını içinde taşır. İslam’da “şura-meşveret” kurumu, bütün toplumsal işlerin sadece lider veya yönetici kadro eliyle değil, topluluğun üyelerini katılımı, tartışma ve fikir beyanı ile yapılmasını sağlayan bir kurumdur. Kararların demokratik tartışma ve konsensüs ile alınmasını ifade eder. Kur’an-ı Kerim’ de “Şûra” namaz, oruç, zekat gibi kesin bir ilke konulmuştur. Hatta bu isimde bir sure ihdas edilmesi konuya verilen önemi gösterir. Mümin kişi tanımı yapılırken, müminliğin önemli bir vasfı olarak “müminler (bütün ortak meselelerini) aralarında Şûra danışma ile karara bağlayanlar” biçiminde Şûra olarak konulur.[23] bütün bunlar ümmetin yeniden yapılandırılması için temel verileri sunmaktadırlar. Önemli bu temelde müslümanların ve demokratik özgürlükçü güçlerin bu yeniden yapılanma iradesi ve gücünü gösterebilmeleridir.
Sonuç Olarak;
Öz olarak bütün bunlar, günümüzde Ortadoğu toplumlarında uygulanabilir alternatif bir toplumsallık oluşturulması için yeterli verilerdir. Toplumsal tarihimizin önemli bir bileşeni olan İslâm ümmetinin Medine’deki somut gerçekleşmesini göz önünde bulundurduğumuzda devletsiz bir demokrasiyi ve demokratik ulus nüvelerini içinde taşıdığını görebiliriz. “Katı siyasal sınırlara, tek dile, kültüre, dine, tarih yorumuna bağlanmamış demokratik ulus tanımı, çoğulcu, özgür ve eşit yurttaşlarca toplulukların bir arada dayanışma içinde yaşam ortaklığını ifade eder. Demokratik toplum ancak bu tür bir tanımla, demokratik ulusla gerçekleştirilebilir… İslâm ümmetini bu tanımın prototipi olarak düşünebiliriz. Ortadoğu toplumsal kültürlerini er veya geç ortak bir millet, ulus (yenilenmiş ümmet) içinde bütünleştirmek büyük bir olasılıktır.[24] Hem arkaik milliyetçiliğin hem de modern ulus-devletçi milliyetçiliğin özellikle din ve ideolojiyle buluştuğunda ne kadar da düşmanlaştırıcı, yıkıcı ve toplumsal dokuyu tahrip eden sonuçlara yol açtığını gördük. Demokratik ulus ve ümmeti bu eksende 20. Yüzyılın yarattığı tahribatlara da bir çözüm olarak yeni küresel birliğin yapılandırılabilir mümkün formları olarak ele alabiliriz. Ulusu ve ümmeti devletten, milliyetçilikten, dinsel ve mezhepsel taassuptan kurtarıp demokratik özüyle buluşturduğumuzda gerçek Barış Yurdunu da kurabiliriz.
MUHAMMED İNAL& YAŞAR CİNBAŞ
[1] Michel Foucault, Felsefe Sahnesi, Ayrıntı yay.
[2] Bkz. Kugelman’a Mektuplar, “İngiltere Hindistan’da iki görevi yerine getirmek zorundadır:eski Asya tipi toplumu imha etmek,ve Asya’da batı tipi toplumun temellerini hazırlamak.”
[3] TKP, 1925’te şeyh Said, !927 Ağrı, !938 Dersim’de gerçekleşen tenkil ve tedip hareketlerini büyük bir şevk ve heyecanla savunur. TKP’nin resmi yayın organı olan Orak_Çekiç’te 5 Mart 1925’te Şeyh Said direnişini kast ederek “Yobazları sarıkları yobaz zümresine kefen olmalı! Yobazlarıyla, ağalarıyla, şeyhleriyle halifeleriyle sultanlarıyla birlikte kahrolsun derebeylik! Türkiye siyasi istiklalini kazandıktan sonra iktisadi ve ictimai inkılap yoluna girmiştir. Gençteki isyanın gerisinde Kürdistan derebeyleri vardır. Cumhuriyet hükumeti derebeyliği tasfiye edecektir. Öyleyse arkadaş, kara kuvvet (yani Kürtler) bizim de burjuvazinin de düşmanıdır. Her şeyden evvel bu düşmanı yenmeliyiz.” aktaran Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar.
[4] Abdullah Öcalan, Sosyologik Liberte, 3. cilt.
[5] Zygmunt Bauman, Siyaset Arayışı, syf. 142, Metis yay. 2000, İst.
[6] Zygmunt Bauman, Siyaset Arayışı, syf. 99, Metis yay. 2000, İst.
[7] Alex Callinicos, Tarih Yapmak, syf.201, Özne yay. İst. ‘98
[8] “Modern cemaat, ölü, düşmanca bir dünyada kardeşlik kurmayı içerir gibi görünmektedir fakat aslında çoğunlukla bir kardeş katli deneyimidir.” Richard Sennet, Kamusal İnsanın Çöküşü, Ayrıntı Yay. İst.
[9] A.Öcalan, age,
[10] Abdullah Öcalan,: “köleliğin en yoğun biçimde yaşadığı ve ilk özgürlük arayışlarının başladığı bir dönemde Hz. İbrahim seçeneği büyük bir çıkış ve alternatiftir. Tanri-kral kültüne baş kaldırma, insanların tanrı olamayacağına hükmetme büyük bir sosyal devrimdir… özcesi savaşçı iktidar gücüne karşı içten sosyal bir gelenek olarak gelişen peygamberlik hareketi genelde insanlık tarihinde özelde Ortadoğu tarihsel toplumsal sisteminde demokratik duruşa daha yakın durmaktadır; peygamberlik ilk büyük sosyal önderlik kurumudur” Protection of the People, michigan university Press.
[11] Mektuplar
[12] Allâh, Kitap, Peygamber; Bilim ve Gelecek yay. Syf. 305
[13] Kıvılcımlı, age, 308
[14] Kıvılcımlı, age, 283
[15] Abdullah Öcalan, Ortadoğu, Sy 75,
[16] Demokrasinin batının ürünü ve tarihsel mirası olduğu yönündeki takıntılı ruh halinden kurtulmak gerekir. Kimi İslami hareketler dahi bu tanım nedeniyle İslam’ın gerçek demokratik karakterini iskalamakta ve İslam’ı sadece ortaçağ hanedanci imparatorluklarıyla eş tutmakta ve siyasal ufku bununla sınırlandırmaktadırlar. “Hem demokrasi düşüncesinin hem de pratiğinin dünyanın hiç bir kısmına yabancı olmadığı açıktır.” (Steven Mühlberg ve Phil Payel’den alıntılayan; İslamiyet Ve Demokrasi, John L. Esposito-John O Voll, köprü kitapları, ist. 2012
[17] Louis Gardet, Müslüman Site, syf.69-70, ayrıntı yay. İst. 2014.
[18]18 Ebu-l Ala el Mevdudi, İslami Yaşayış Biçimi,yay?
[19] A.Öcalan, age, Cilt 5, syf.102
[20] Sözleşme metni için Muhammed Hamidullah’ın İslam Anayasa Hukuku, Beyan yay. eseri esas alınmıştır. Sözleşmede atıf yaptığımız maddeleştirmeler, Muhammed Hamidullaha aittir.
[21] Bkz. Hamidullah, age
[22] Ali Bulaç, İslâm Ve Demokrasi
[23] Şura- 38, Muhammed Esed tefsiri, ilgili ayetin meali, işaret yay. 6. baskı, 1999, Ankara.
[24] Abdullah Öcalan, Cilt 5- syf. 456.
YORUM GÖNDER