DEMOKRATİK KURTULUŞ VE ÇÖZÜM
Önder Apo’nun çağrısı ile başlayan süreç üzerine yapılan tartışmalar devam ediyor. Yapılan bu tartışmalar da öne çıkarılan daha çok “PKK’nin silahlı güçlerini” Bakur Kürdistan’ı sınırları dışarısına nasıl çıkaracağı konusu oluşturuyor.
Bu konu üzerine tarafların görüşleri çok açık ve net bir şekilde ortaya konulmuş bulunuyor. Devlet tarafı bir an önce bu geri çekilmenin gerçekleşmesini isterken, PKK‘de bunun yasal koşul ve güvencelerinin oluşturulmasını istiyor.
PKK’nin talep ettiği bu isteğin de son derece haklı gerekçeleri bulunuyor. Çünkü karşılıklı görüşmeler sonucunda varılacak olan mutabakatların yasal bir güvencesinin ve bağlayıcılığının olması gerekiyor. Daha önce 1999’da yaşanmış olan pratik deneyimin de gösterdiği gibi, bunun mutlaka sağlanması gerektiği açığa çıkmış bulunuyor.
PKK’nin bulunduğu bu talep karşısında devletin “nasıl gelmişlerse, öyle gitsinler” yaklaşımı ise ikna edici görünmüyor. Öyle anlaşılıyor ki, bu sözü söyleyenlerden başka da, buna inanan hiçbir kimse bulunmuyor.
Aslında devlet tarafından yapılan bu yönlü yapılan açıklamalar, içerisine girilen süreçle bile çelişki oluşturuyor. “Herkes kullandığı dile dikkat etmeli” denilmesine rağmen bu gerçek yaşanıyor. Bu devlet tarafının içerisinde bulunduğu handikabı gösteriyor. Bir taraftan “pozitif dil kullanılmalı”, “herkes buna dikkat etmeli” vb. denilirken, diğer taraftan “nasıl gelmişlerse, öyle gitsinler”, “askerlerimiz, silahlı insanları gördüklerinde elbette müdahale de bulunacaklar” vb. denilmesinin bundan başka bir anlamı olmuyor.
Bu nokta da “devlet tarafı süreci nasıl algılıyor” sorusu, beraberinde bir çok cevabın birden verilmesine olanak yaratmış oluyor. Daha önce de farklı ülke pratiklerinde yaşanmış olan deneylerde buna fazlasıyla olanak sunuyor. Örneğin Güney Afrika yaşanmış olanlar bu konuda çıkarılması gereken derslerle dolu bulunuyor.
Güney Afrika’da Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ile Devlet arasında kalıcı barış 1990’ da sağlanmıştı. Fakat bu görüşmelerin öncesi de vardır. Aparhaid Rejimi Nelson Mandela ile görüşme olanaklarını yaratmış ve bu yıllarca sürmüştür. P.Botha döneminde ilerletilmesine rağmen, yapılan bu görüşmelerde devletin taktiksel yaklaşımları ön plana çıkarmış olması, sonuç vermesini engellemiştir. Devlet o süreçte daha çok sahte güven verme ve oyalama taktiğini esas almış ve ANC’yi tasfiyeye uğratmayı hedeflemişti. Bu tutmamıştır. Aksine P.Botha’nın iktidar koltuğunu kaybetmesine neden olmuştur.
P.Botha’dan sonra iktidar koltuğuna oturan De Klerk ise bu taktiksel yaklaşımı aşmaya çalışmıştır. Ve ilk olarak da gerçekleştirdiği icraatla da, Nelson Mandela ile yapılan görüşmelere bir nitelik kazandırarak onun Özgürlüğe kavuşmasını sağlamıştır.
Atılan bu adımla birlikte de Güney Afrika’da gerçek anlamda barış sürecine girilmiştir. Bugün Türkiye’de Devlet ile PKK arasında da yaşanan görüşmelerde bu anlamda kuşkular yaratmaktadır. Buna da devlet görevlilerinin, özellikle de AKP Hükümet yetkililerinin yapmış olduğu açıklamaları neden olmaktadır. Bu nokta da R.T.Erdoğan acaba P. Botha gibi “oyalamaya mı” çalışıyor gibi, son derece haklı sorular sorulmasına neden olunuyor.
Türkiye’de de; P.Botha’nın mı rolü oynanacak, yoksa De Klerk’ın yaptığı gibi kalıcı barışın sağlanması doğrultusunda adımlar mı atılacak? R.T.Erdoğan’ın bu sorular karşısında tutumunu çok net bir şekilde ortaya koymasının gereği açığa çıkmış bulunuyor. Bu gerçekleşmeden de Türkiye’de kalıcı barışın sağlanması yönünde bir ilerlemenin kaydedilemeyeceği açığa çıkmış oluyor. Daha farklı ülkelerde bu tür yaşanan ve çözüm bekleyen sorunlar karşısında atılan palyatif adımların, sorunları çözmek bir yana daha ağır hale getirmiş olması da bunun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Bugün Türkiye’de klasik inkar ve imha siyasetinde ısrar edenlerin hafife alınmayacak bir güce sahip olduklarını inkar etmek mümkün değildir. Bunlar bugüne kadar iktidar olmanın avantajlarını kaybetmemek için ellerinden ne giliyorsa, onu da yapmak isteyeceklerdir, yapıyorlar da. Bunlar anlaşılmaz değillerdir. Ancak bunlar aşılmaz da değildir. Onlardan daha fazla olan bir kesim, Kürt sorununun çözümünü ve kalıcı barışın sağlanmasını istemektedir. Önemli olan bu konuda yapılacak olan tercihtir. Burada öne çıkan tercihin azınlıktan mı, yoksa çoğunluktan yana mı yapılacağıdır.
Öyle anlaşılyorki, R.T.Erdoğan ve başında bulunduğu hükümet; azınlığın yanında, çoğunluğun karşısında bir tutum belirlemeyi kendi çıkaralarına görüyor ve bunun da çoğunluk tarafından anlaşılmasını ve kabul edilmesini istiyor.
AKP’nin bu istek ve tutumunun, çoğunluk tarafından kabul görmeyeceği açıktır. Neredeyse bir asıra ulaşacak olan inkar ve imha sistemine daha fazla tahammül gösterilmesi olanaksız bir boyut kazanmıştır ve bu cendereden bir an önce kurtulmak istenilmektedir. AKP’ye seçimlerde oy verenlerin büyük çoğunluğunun da beklentisi bu yöndedir. Ancak öyle görülüyor ki, bu konuda AKP seçimlerde kendisine oy vermiş olan büyük çoğunluğun istemlerine de sırtını dönmüş bulunuyor.
Durum böyle olunca da PKK ile Devlet arasında başlayan görüşmelerin toplum üzerinde yaratmış olduğu hava darbe almış oluyor. Elbette bunun aşılması gerekiyor. PKK yetkilileri bu konuda görüşlerini dile getirmişler ve samimiyetlerini göstermişlerdir. Başta R.T.Erdoğan olmak üzere, bu AKP hükümeti tarafından ne kadar doğru anlaşılacak ve cevabını bulacak, bu tamamen muğlak kalan bir yan olarak ortada durmaktadır. PKK ile Devlet arasında başlayan süreç doğru anlaşılmadan, bunun aşılması da mümkün görünmüyor.
PKK ile Devlet arasındaki görüşmeler İmralı’da sürmektedir. Burada da muhatap Önder Apo’dur. Önder Apo’nun çağrısını üzerine PKK, esir askerler ve devlet görevlilerini serbest bırakmış, Ateşkes ilanında bulunmuş ve silahlı güçlerini Bakur Kürdistan’ında çekmeye hazır olduğunu belirtmiştir. Atılan bu adımları da başlayan yeni bir süreç; “Demokratik Kurtuluş ve yeni yaşamın inşa süreci”, “yeni bir mücadele sürecinin başlangıcı” olarak ilan etmiştir.
PKK tarafından içerisine girilen sürecin bu kadar çok net bir şekilde tanıma kavuşturulmasına rağmen, AKP Hükümeti ve ona yakın olan çevreler tarafından ciddi bir saptırma ile karşılaşılmıştır. Bu saptırmanın daha tehlikeli bir boyuta çıkarılmak istenilmesine de tanık olunmaktadır. “Demokratik Kurtuluş ve Çözüm” teslimiyet olarak bir algıya dönüştürülmek ve topluma bu şekilde kabul ettirilmek istenilmektedir. PKK ve Devlet arasında başlayan görüşmelerin yasal bir çerçeveye kavuşturulması konusunda yaşanan sorunlar da bunun bir göstergesi olmaktadır.
Unutulmaması gerekir ki, PKK ile Devlet arasında başlayan bu görüşmeler yaşanan şiddetli bir savaş sürecinin ardından gerçekleşmiştir. Bu süreçte PKK aktif savaşan bir güç olma özelliğini korumuştur. 19 Haziran 2012’de Şıtazın eylemiyle başlayan Devrimci Operasyon burada önemli bir aşama olma özelliği taşımıştır. Alanlar tutulmuştur. Türk ordu birlikleri birçok alanda hareket edemez hale gelmişlerdir. Türk ordusunun tüm teknik kullanımına, diplomatik ve siyasal ilişkilerine rağmen bu gerçekleşmiştir. 2013 yılına da, bu kazanımların esas alındığı hazırlıklar yapılarak bir giriş sağlanmıştır. Bu anlamda ilan edilen ateşkes ve silahlı güçlerin Bakur Kürdistan’ı dışına çekilebileceği yönünde yapılan açıklama bir yenilgi ve bozgun sonrasında gerçekleşmemektedir. Tamamen aktif ve güçlü olunan bir pozisyondayken gerçekleşmektedir.
Çok açık ve net bir şekilde bu gerçeğin doğru anlaşılması ve bu konuda herhangi bir saptırmaya yer verilmemesi gerekmektedir. Ortada her hangi yenilgi, bozguna uğrama ve geri çekilme durumu söz konusu değildir. Ateşkes ilanı, bulunulan mevziler terk edilmeden gerçekleşmiştir. Zaten askeri anlamda ateşkes ilanı da bu tür koşullarda gerçekleşir. Taraflar mevzilerinde kalırlar. O anda tutulmuş olan mevziler sınır olarak kabul edilir. Bu yönüyle de ilan edilen ateşkes, tutulan bu sınırların taraflarca kabulü ve bunlara duyulan saygı anlamına gelir. Ateşkesler de silahlar bırakılmaz; elde tutulur, karşıda olanın bir ihlali yaşanmadığı sürece de tetiğe basılmaz, silahlar elde suskun kalır.
Temel özelliği bu şekilde belirlenen ateşkes, aynı zaman da daha sonraki süreçlerin hazırlayıcısı, üzerinde yükseleceği ve adımların atılacağı bir dönem olma olarak rolünü oynar. Ateşkes süreçlerinde yaşanacak olan samimiyet ve verilen sözlerin gereklerinin yerine getirilmesi bu anlamda birer gösterge olma anlamına gelir. Kalıcı barış ise tüm bunların ardından yaşanır. Kalıcı barışla birlikte elde tutulan, susan silahlar; omuzlara alınır. Tehdit unsurları ortadan kalktığında da silahların tümden bırakılması gündeme gelir.
Tabii ki tüm bunlar sağlıklı bir şekilde ilerleyecek olan görüşmeler ve ateşkesler sonrasında gerçekleşecektir. Türkiye’de böyle bir sürece girilmiş midir? Bu sorunun cevabı tartışmalıdır. Fakat Önder Apo ve çağrısını kabul eden PKK ve Kürdistan halkı temennisi ve isteği hiçbir kuşkuya yer vermeyecek bir şekilde, tamamen bu yöndedir. Ancak bu tek başına yetmemektedir. Çünkü savaşın bir de karşı tarafı bulunmaktadır. Taraflardan birinin sürece ters düşen bir tutumu, her zaman farklı sonuçların oluşmasına neden olacak potansiyeli içerisinde taşımaktadır.
Ateşkes süreci daha sağlam temellere oturtulmadan bunun yasal dayanakları oluşturulmadan geri çekilmenin tartışılması, silahların bırakılmasının istenilmesi ve toplumda yanlış algıların geliştirilmeye çalışılması vb. gibi tartışmalar bu konuda büyük hassasiyet gerektiren sorunlar olmaktadır.
Önder Apo, Newroz çağrısında görüşlerini ve tarafların neler yapması gerektiğini, çok net bir şekilde ifade etmiştir. Buna karşı çıkan da olmamıştır. En geniş anlamda da Milyonlar, başta Amed olmak üzere, tüm Newroz meydanlarında Önder Apo’nun yaptığı çağrıyı kabul ettiğini ilan etmiştir. PKK’de bu temelde üzerine düşen görevleri yerini getireceğini açıklamıştır. Bu noktada yapacaklarını, üzerine düşen görevleri yerine getirmiştir.
Sıra devletin atacağı adımlara, sorunun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözüleceği konusunda görüş sahibi olanların samimiyetlerini göstermesine gelmiştir.
CEMAL ŞERİK(ARŞİV)
YORUM GÖNDER