KADIN DEVRİMİNİN EVRENSEL DİLİNİ OLUŞTURMAK (1.BÖLÜM)
Rojava’nın küçük bir ilçesinde bir odada farklı coğrafyalardan 50 kadın oturmuş kadınların örgütlenme, mücadele deneyimleri, kazanımları ve sorunları üzerine konuşuyoruz. Bu yazıda ele alınanlar bu tartışmada açığa çıkan sonuçların küçük bir yansıması olacak. 21.Yüzyılda kadın mücadelesinin kazandığı düzey nedir? Kapitalist modernite karşısındaki direnişte, demokratik modernitenin inşasında kadın hareketi nasıl bir rol oynuyor? Evrensel düzeyde birlik ve dayanışmanın gelişmesinde kadın mücadelesi nasıl bir stratejik misyona sahip? sorularını tartışıyoruz. Baştan belirtmek gerekir ki bu sorunları 20 farklı coğrafyadan kadınla birlikte tartışabilmenin, tartışacak ortamı oluşturmanın kendisi 21. Yüzyılda demokratik modernite inşasının örgütlenme perspektifini ve kadınların bu inşadaki stratejik yerini ortaya koyuyor.Kapitalist modernitenin karşısında demokratik modernitenin inşası, tarihsel çelişkilerin yüzyıla özgü formlarının analiz edilmesi ve bu özgünlüğe denk mücadele stratejilerinin geliştirilmesiyle ivme kazanıyor. Kadınların bu inşadaki politik öncülüğü adeta doğal bir öncülük olarak gelişiyor. Bu doğal öncülük toplumu değişime dönüşüme zorluyor. Kapitalist modernitenin, erkek egemen sistemin bütün yüzlerini ortaya seriyor. Jin Jiyan Azadi’nin taşıdığı bilgelik özgürleşmeye çağrı oluyor. Thomas Sankara, Abdullah Öcalan gibi devrimci halk önderlerinin temel stratejik tanımlarında olduğu gibi özgür toplumun gelişiminin ancak kadın özgürlüğü ile mümkün olacağı evrensel bir dile bürünüyor.
Kapitalist Modernitenin Krizinde Yeni Stratejiler Geliştirmek
21.Yüzyılda kapitalist modernitenin, kendisini sürdürmek için yeniden yeniden başvurduğu temel strateji kendisine karşıt güçleri parçalama, zayıf düşürme ve ehlileştirme oluyor. Diğer bir ifadeyle ideolojisizliğe, örgütsüzlüğe ve eylemsizliğe çeken politikalarıyla bütün sistem karşıtı güçleri etkisizleştirmeyi hedefliyor. Kısmen başarılı olduğu da söylenebilir. Diğer taraftan bunun karşısında çeşitli düzeylerde ve formlarda direniş gelişiyor. Ancak gün geçtikçe daha da belirginleşen ihtiyaç şu ki küresel düzeyde bir birlik ve dayanışma örgütlenerek bu direnişlerin anlamlı ve kalıcı sonuçlar elde etmesi gerekiyor.Bu anlamda son çeyrek yüzyıla baktığımızda dünyanın farklı yerlerinde kadınların bu ihtiyacın farkındalığıyla bir arayış içinde oldukları, ulus ve devlet sınırlarına hapsolmadan küresel bir mücadele örgütlemenin yollarını oluşturmaya çalıştıkları görülüyor. Buna paralel olarak feminist hareket içinde daha fazla tartışılmaya başlanan politik özneleşme ihtiyacı, kadın devrimi tanımında bir ortaklaşmayı da zorunlu kılıyor.
Şüphesiz bu oldukça önemli bir nokta çünkü özgür-demokratik toplum inşası ancak kadın iradesi ve örgütlülüğüne dayanarak, kapitalist modernitenin dayattığı ulus-devlet milliyetçiliklerinin aşılmasıyla evrensel bir bağlama kavuşabilir. Tarihin en eski sınıfı ve ulusu olan kadınların, bu gerçekliğin ahlaki ve politik sorumluluğuyla devrim ihtiyacını tanımlamaları küresel birlik ve dayanışmanın ilmeklerinin atılmaya başlaması anlamına da geliyor. Feminist hareketlerin, kadın özgürlük hareketlerinin, mücadelenin içinde konumlanan büyük küçük bütün kadın örgütlenmelerinin, gruplarının dünden daha fazla yakınlaşması, ortaklaşması ve küresel kapitalist sistemin karşısında mücadele 21. Yüzyıla odaklanarak kadın hareketleri, ulusötesi feminist örgütlenme-kadın mücadelesi deneyimlerini incelemek ulusötesi kadın mücadelelerinin bir araya gelme, bağ kurma, birleşik bir mücadele hattı örme potansiyellerini açığa çıkarıyor. Uzun süredir Kürdistan kadın özgürlük hareketi bu mücadele hattını Demokratik Dünya Kadın Konfederalizmi perspektifi ile ele alıyor. Demokratik Dünya Kadın Konfederalizmi bu anlamda kadın mücadelesinin öznelerini yani kadın örgütlerini ve kadınları buluşturan, birleştiren bir mücadele ve örgütlenme zemini olarak anlam buluyor.
Bu buluşma şüphesiz sadece biçimle sınırlı bir buluşma değil. Kadın hareketi muazzam bir bakış açısı, bilgi ve deneyim zenginliğine sahip. Kadınlar olarak birbirimizden ve farklı mücadelelerden öğrenmek, kadınların direniş ve örgütlenme tarihinin peşine düşmek ortak bir ruh oluşturmak, günümüzü ve geleceğimizi doğru örgütlemek açısından oldukça önemli. Doğru örgütlenme, ortak ruh mücadeleyi amaca ulaştırmanın ya da bir diğer deyimle kadın devrimini gerçekleştirmenin olmazsa olmazlarından. Çünkü baskıya karşı direniş, özgürlük arayışı her zaman her yerde olagelmiştir ama bu direnişler bölgesel/yerel ve dönemsel kalmayı aşamamıştır. Ancak bu direnişlerin yerelliği aşıp küreselleşmesi, dönemsel değil daimi etkiye sahip olması için doğru örgütlenme tarzını geliştirme arayışları giderek daha fazla kadını kadın devrimi ufkunda buluşturuyor. 21. Yüzyılda kadın mücadelesini demokratik modernite inşasının temel güçlerinden biri yapan da bu.Buradan yola çıkarak daha geniş resmi anlamak ve onun bir parçası olarak kendimizi anlamak için kadın tarihinin izlerini arıyoruz. Zira tarihimize, köklerimize, toplumlarımıza dair bilinçli olmak bize büyük bir güç verir ve kimliğimizi oluşturan bu bilinçtir. Değişim yaratmanın kendisi bu tarih bilincinden geçiyor. Tarih bilincini ulus-devletin eğitim sisteminin tekelinden çıkarmak ve kendi tarihimizi araştırmaya, anlamaya, anlatmaya çalıştıkça farklı zamanlar ve mekanlar arasında mekik dokudukça, kadınlar arasında evrensel, küresel bağları kurmanın imkanlarının daha fazla olduğunu görüyoruz. Zira ilk sömürge olma gerçekliğinin yakıcılığı kadar, yaşamla kurduğumuz bağlardaki duygudaşlık dünyanın neresine gidersek gidelim kendine ait bir dil kuruyor. Bunun farkına varmak, bu dilin politikasını kurmak kadınları demokratik modernitenin en güçlü örgütleyicilerine dönüştürücü veriyor. Bu nedenledir ki kadınların direnişleri sömürgecilik karşıtı mücadelelerden, ulusal kurtuluş mücadelelerine, emek mücadelesinden ekoloji mücadelesine neredeyse bütün mücadele alanlarında yön belirleyici olmuştur, olmaktadır. Egemen devletçi tarih anlatımlarında olduğu gibi, direniş tarihi anlatımlarında da kadınların varlığının hiç anılmaması ya da çok az anılması, bu gerçekliği değiştirmiyor. Dolayısıyla demokratik modernitenin inşasında kadınların rolünü anlamak ve doğru örgütlenmek için önemli olan bir diğer husus, tarihe bakış açımızı değiştirmek oluyor. Sorgulayan, araştıran, pozitivizmin, oryantalizmin, liberalizmin ve erkek egemen-devletçi bakış açısının etkilerini aşan bir tarih okuması, ufkumuzu genişletecektir.
Devrimin Ufkunda Tarih Okuması
Bugün kapitalist moderniteye itirazlarımızın temeli yaşama karşı saygı ve sevgiyi tüketmesine, insanı insanın kurdu etmesine, özgürlüğü toplumsallıktan kaçış olarak tüketmesine, insanı-doğayı sömürmesine dayanıyor. Bunun karşısında direnen, varlığını korumaya çalışan bütün güçleri demokratik modernite güçleri olarak tanımlıyoruz. Peki bu itirazlara yol açan bilginin kaynağı nedir? Ve nasıl ulaşabiliriz kaynağa? Sözün kısası, demokratik modernite güçlerini ele alırken en derin köklere kadar inebilen bir inceliği geliştirmek önemli. Ağaç ekosisteminde yapraklar köklerden beslenir. Köklere doğru gittikçe yaratıcı emeği, yaşam sevgisini, komunaliteyi, dayanışmayı, yaşama hürmeti hissedebiliyoruz. Ve bu değerlerin yaratıcısı, koruyucusu, öncüsü olarak karşımıza çıkan kadınların ayak izleri oluyor her yerde. Bu izlerin peşine düşmek geçmişteki bir altın çağ arayışına girmek anlamına gelmiyor, tersine günümüzde peşine düştüğümüz değerlerin inşasında ve savunusunda kadınların öncülüğünün anlamını kavramak ve bunun ahlaki-politik sorumluluğunu taşımak anlamına geliyor. Devletlerin, imparatorlukların, sömürgeciliğin oluşumuna karşı ittifaklar kurarak direnen kadınlar bugün oluşturmaya çalıştığımız mücadele ittifaklarının bilgisini taşıyor. Hangi zaman ve mekan olduğu fark etmeksizin kadınların bir araya gelmenin, mücadele etmenin yöntemlerini nasıl geliştirdiklerini gösteriyor. Zagroslarda Büyük İskender’in birliklerine karşı ayaklanan Surka Alem kadınları; bugünün Anadolu’su, Mısır’ı, Fas’ı, İran’ında ilahiyat ve felsefe okullarında, manastırlarda örgütlenen; bugünün Orta Avrupa’sında Beginler gibi tarikatlarda örgütlenen kadınlar anılabilecek birkaç örnek. Toprak sahiplerine, toprak çitlemelerine karşı ayaklanan köylü kadınları, ekmek ayaklanmalarıyla Fransız devrimini ateşleyen kadınları, Paris Komününe ruhunu veren kadınların, beyaz sömürgeciliğe çocuk doğurmayarak direnen Aborjin kadınların, köleliğe karşı ayaklanan kadınların, kadınların medeni hakları için hapsedilmeye, işkencelere rağmen mücadelede ısrarcı olan Suffragetlerin ayak izlerini takip etmek, köklerle yapraklar arasındaki can damarlarını açık tutmak anlamına geliyor. 20. Yüzyılda gelişen devrimlerin kadınların kurtuluş sorununa odaklanmamaları çokça eleştiri konusu oldu, şimdiye kadar. Bu sorunun kaynağı ilgisizlikten ziyade, özgürlük arayışını canlı tutan damarın can suyunun kaynağını tespit etmemeye dayanıyor. Bu nedenle toplumsal ilişkilerin özgürleştirilmesi, iktidar ve sömürüye karşı köklü tedbirler geliştirilmesi hep eksik kaldı ya da başarısız oldu.
ANDREA WOLF ENSTİTÜSÜ
YORUM GÖNDER