DOĞALLAŞTIRILMIŞ BİR ÖZERKLİK TEORİSİNE DOĞRU: NİETZSCHE'NİN TAN KIZILLIĞI (5.BÖLÜM)
IV. Nietzsche vs. Kant: Özerklik ve Modernite
Özgürlüğü, kendini belirleme olarak değerlendiren Nietzsche, kendisini doğrudan post-Kantçı bir geleneğe konumlandırır. Yine de Nietzsche bunu yaparak, cömert bir yorum için daha fazla sorun yaratır. Kant’ın ahlaki fail analizinin belki de en önemli ve ayırt edici özelliği, ahlaki bir fail olmak, yani bireyin öznelliğini doğru bir şekilde anlamaktan başka bir şey olmayan ahlaki yasaya saygı temelinde davranmaktır. Bu argüman iki aşamalı olarak ilerlemektedir. Öncelikle Kant, ahlakın özerklikten başka bir şey olmadığını ortaya koyan bir ahlak kavramı analizini savunur. İkincisi, özerkliğin öznenin kendisini doğru bir şekilde anlamasından başka bir şey olmadığını iddia eder. Sonuç olarak, özneler özerktir ve dolayısıyla kendi yasalaştırma eylemlerinde kendi ahlaki yasalarını oluşturabilirler.[47]
Buna karşın, Nietzsche’nin özgürlük teorisi, yaderk ile özerk öznellik arasındaki ayırıma yönelir ve bu nedenle öznellik ile özerklik arasında keskin bir ayrım yapmamız gerekir. Bu nokta, Nietzsche ve Kant arasındaki farklılığı belirginleştirir. Nietzsche için, bir özne olmak, biyolojinin ve tarihin olumsallıklarının sonucu olarak örgütlenmiş bir güç örgütlenmesi olmaktır. Böyle bir örgütlenme asla basit bir şekilde “verilmez”: o, bir bakıma, dayatılmalıdır. Dolayısıyla, bütün öznellik, başlangıçta (Kantçı anlamda) yaderktir, çünkü kurulu öznenin dışındaki süreç ve tekniklere göre (ör., gelenek, otorite) örgütlenmiştir. Dolayısıyla, Nietzsche için ortaya çıkan soru, bireyin nasıl bir “özgür ruh” olabileceği, nasıl özgürleşebileceği, ya da buradaki terimleri kullanırsak, yaderk öznelliğin nasıl bir özerk öznellik haline gelebileceğidir.
Nietzsche’yi ilgilendiren paradoks burada yatar: İnsan gerçek özerkliği oluşturan benlik üzerine çalışmaya girişmek için bir yaderk öznellik üzerine eğilmelidir. Bütün özneler, yaderk olarak başlar, başkalarının çoklu çıkar ve arzularına maruz bırakılır.[48] Özneler haline gelerek özgürleşebiliriz, yani kendimizi özneler olarak inşa etme sürecine katılırız. Bu nedenle, özerklik daima devam eden bir süreç olmalıdır: Bir özne, yaderklikte başlar; karakterinin tümüne entegre olan ve onaylanan dürtü ve duygularından fazlası olarak giderek daha özerk hale gelir. Yaderk öznellik düşüncesi, çoğu öznenin yaderk olmakla kalmayıp, aynı zamanda öznelerin kendi yaderkliklerini doğru bir şekilde idrak etmelerini engelleyen toplumsal mekanizmaların düzenine köle oldukları gerçeği ile karmaşıklaşır. Buna göre, Nietzsche’nin etiği, iki görevle yüzleşmenin bir yolunu bulmalıdır: Gerçekten özgür olduklarına inandıklarında bile (veya özellikle) öznelere yaderk olduklarını göstermek ve yaderk özneleri özerk öznelere dönüştürmek.[49]
Nietzsche, Kant’ın öznellik ile özerklik arasında kurduğu bağlantıyı keserek, Kant’ın özne teorisinin kalbinde bir yaderklik unsuru içerdiğini iddia edebilir.[50] Kant, ahlakın normatif gücünün saf Pratik akla dayandığını göstermeye çalışmasına rağmen, yaderklik olarak ahlak modeli görüşünü sürdürür. Kantçı ahlak, öznede, saf pratik akıl ile duyumsal eğilimler arasındaki bölünme konusunda ısrar eder. Bu bölünmenin anlamı Nietzsche’de kayıp değildir: “Bu görevin her zaman bir yük olması gerektiğini talep etmek – Kant’ın yaptığı gibi – onun, asla alışkanlık ve gelenek haline gelmemesini talep etmek demektir: bu talepte çileci zalimliğin bir kalıntısı gizlenmiştir.”[51] İnsan kendisini ne bir usla (çünkü us evrenseldir ve insanlar tekildir), ne de duyusal eğilimlerle (bunu söylemek ussal olduğumuzun inkarı anlamına gelir) tanımlayamaz. Kantçı ahlaki fail kendisine karşı bölünmüş faildir. Bu düşünce derin bir şekilde yaderklik içerir:
Ama ahlak yasası şimdiye dek arzunun üstünde olmak zorundaydı. İnsan esasen kendisine böyle bir yasa koymak istemiyordu. Tersine, onu bir yerden almak ya da bir yerde bulmak ya da onun bir yerden kendisine emir olarak verilmesini istiyordu.[52]
Bir başka deyişle, ahlak yasasını, kendi özerkliğimizin aksini ispat edecek şekilde düşünüyoruz. Çünkü ona bizzat kendimize özgürce dayattığımız birşey olarak değil bize verilen birşey olarak sahip olmak istiyoruz. Gerçek özerklik, normatif değerlendirmelerimiz için aşkın bir zemin arzusundan vazgeçmenizi gerektirir. Bu bakımdan Nietzsche, ahlakı, ayrımın bir tarafından diğerine kaydırırken özerklik/yaderklik ayrımını onaylar ve sürdürür. Bunu yaparken de özerklik nosyonu için yeni bir içerik getirir: özerklik, bir kendini oluşturma etiği lehine ahlaklılığın aşılmasını talep eder.
Kant için özerklik, tüm duyumsal eğilimlerden radikal motivasyonal bir bağımsızlık anlamına gelir. Özerk özne, usu tek başına eylem saiki olarak alabilen kişidir. Kantçı açıdan bu, evvela bir özne olmak anlamına gelir. Bazı duyumsal güdülere (örn. cehennemde sonsuza dek lanetlenmiş olmanın korkusu) göre hareket edenler sadece yaderk değildir. Yanlış davranırsam, kendime yardımcı olamadığımda ısrar edersem, dolaylı olarak bir özne olarak kendi statümü inkar ederim; Kendimi nedensel olarak belirlenmiş nesnelerin alanından ayıramam.[53] Kısacası, Kantçı özerklik kişinin doğadan bağımsızlığını tanımaktan oluşur ve Kantçı yaderklik bunu tanıyamamaktan oluşur. Diğer taraftan Nietzscheci özerklik, doğru bir fail teorisini gerektiren gerçek bir kendini tanıma sürecinde oluşur ve söz konusu teori bu faili bütünüyle doğalcı bir bakış açısıyla ele alır. Yaderklik ise tam olarak bu teoriyi reddeder ve doğalcı olamayan bir fail görüşüne sahiptir.
Kant ve Nietzsche, özerklik yorumlaması ve ona nasıl ulaşılabileceği konusundaki bu önemli farka rağmen özerkliğin, öznelliğin koşullarının kabul edilmesi ile mümkün olduğu düşüncesini paylaşırlar. Kant, bir insanın özerkliğini olumlamanın, onu rasyonal bir varlık olarak kabul etmekle aynı şey olduğunu savunur. Bu nedenle Kant, insanın özgür olduğunu inkar etmenin, bir tür “edimsel çelişki” içerdiğini düşünür. Aynı şekilde, Nietzsche, insanın benliğini dönüştürmeye başlaması için öznelliğin maddi koşullarının- dürtü ve duyguların örgütlenmesi, insanın kişisel geçmişi ve insanın kültürünün geçmişi- kabulünün gerekli olduğunu iddia eder. Kendini tanıma ve kendini dönüştürme el ele yürür.
Dolayısıyla, özgürlük teorileri bakımından Kant ve Nietzsche arasındaki fark, farklı öznellik teorileri ışığında görülmelidir. Kantçı ahlak, öznellikleri evrensel ve zorunlu bir a priori yapı olarak görürken, benlik ile olan ilişkiyi sınırlamaya girişir: Kantçılığın merkezinde sabit kimliğin yankıları ve otoriteye itaat vardır. Çünkü, Kantçı ahlak, saf pratik akla a priori bir statü atfetmekte ısrarcıdır – yani, ahlak formunun evrensel ve zorunlu olduğu konusunda ısrarcıdır. Buna karşın, Nietzsche’nin özerklik etiği, her bireyin kendisi için olmasını istediği türü belirlemesini gerektirir. Nietzsche’nin modernitenin kendini anlamasına olan katkısı, özerkliği, öznelliğin psikolojik açıdan doğalcı bir ifadesi olarak kavramaya yönelik bir girişimdir. Bunun bir sonucu olarak, Nietzscheci soru “Bir özerkliğin olası formel koşulları nelerdir” gibi Kantçı bir soru değil; “Bizim için mümkün olan bir özerkliğin maddi koşulları nelerdir?”dir. Bu, bütün rasyonel varlıklar için öne sürülen bir soru değil; Nietzsche’nin bizim için öne çıkardığı bir sorudur. Bu soruyu ele alıp almayacağımız, sonuçta bize kalmıştır.[54]
CARL B. SACHS
KAYNAK: DEMOKRATİK MODERNİTE
YORUM GÖNDER