VARLIK, HAKIKAT VE KÜRT GERÇEĞİ (2.BÖLÜM)
Varlık, Varoluş Olarak Kürtler
Son araştırmalar, bugünkü insanların atası sayılan Homo Sapienslerin, yaklaşık son üç yüz bin yıllık tarihlerinde yükselişe geçip hâkim tür haline gelişlerinin, Verimli Hilal’de (Kürtlerin çoğunlukta yaşadıkları bugünkü Kürdistan’ın merkezinde yer aldığı coğrafyada) gerçekleştiğini göstermektedir. İnsan türünün tespit edilen üç milyon yılı aşkın tarihlerindeki Homo Sapiens Aşaması, simgesel dilin doğuşuna denk gelmektedir. Simgesel Dilin gelişimiyle öne geçen Homo Sapiens Devrimi, Verimli Hilal’deki tarihe daha köklü yaklaşmayı gerektirmektedir. Homo Sapiens Devriminin bu alanda yoğunlaştığı, gen araştırmalarıyla da kanıtlanmaktadır. Son Buzul Dönemi’nin yirmi bin yıl öncesinde sona ermesiyle buzulların geriye çekilmesi, Neolitik Tarım Devrimi’ni mümkün kılmıştır. Coğrafyanın bitki ve hayvan zenginliğiyle Homo Sapiens’in düşünce gücü birleşince, insanlık tarihinin en köklü devrimi olan Tarım-Köy Toplumuna geçiş, Verimli Hilal’de büyük gelişmelere yol açmıştır.
Tarım ve Köy Devrimi ile dil ve düşüncede yaşanan sıçrama, o döneme dek eşi görülmemiş bir toplumsal biçimlenişe yol açmıştır. Hâkim dil-kültür grubu olan Hint-Avrupa (bu unvan yanlış olarak verilmiştir; Aryen Dil-Kültür Grubu demek daha doğrudur) toplulukları oluşmuştur. Bugünkü Kürtlerin kökenini, Hint-Avrupa topluluklarının Kök Hücresi olarak tanımlamak mümkündür. Kürt Dili ve Kültürü üzerindeki araştırmalar, bu gerçekliği ortaya çıkarmaktadır. Hem yaşam coğrafyası hem de tarihi, bu gerçekliği daha da doğrulamaktadır. Son kazılarla kalıntılarına ulaşılan ve geçmişi on iki bin yıl öncesine kadar giden en eski kabile ve din merkezi olduğu keşfedilen Göbeklitepe, mevcut kültürün gücünü kanıtlayan önemli bir örnektir. Dünyanın hiçbir yerinde böylesine eski bir örneğe rastlanmamıştır. Göbeklitepe’deki dinsel merkez, kendi döneminde binlerce yıl göçmenlik ve yerleşikliği iç içe yaşayan kabilelerin Kâbe’si durumundadır. Özelde Urfa’da, genelde Kürtlerde din duygusunun halen güçlü olmasında, bu gerçekliğin payı küçümsenemez. Sümer Şehir Uygarlığından binlerce yıl önce oluşmuş ve binlerce yıl sürmüş güçlü bir kültürün varlığıyla tanışmaktayız. Dikilitaşlarda ilk harf ve hiyeroglif öncesi yazı örnekleriyle karşılaşmaktayız. On iki bin yıl öncesinde o taşları yontmak ve simgesel dili, hiyeroglif benzeri yazıya dönüştürmek, tarihsel değeri büyük bir aşamadır. Önemli olan, toplumsal tarihte etkileri halen süren çok büyük bir kültür aşamasının varlığıdır. Bu kültürel merkezin izleri, Kürtlerde halen yoğun biçimde yaşanıyor ve bu halk, halen bu coğrafyanın en eski yerleşik halkı olarak varlığını sürdürüyorsa, bu durumda Kürt gerçekliğinin oluşumunu, bu kültüre dayandırmak kaçınılmazdır…
Yaklaşık sekiz bin yıl önce kabile toplumu, Toros- Zagros coğrafyasında belirginleşmeye başlamıştır. Bu, öylesine otantik bir kültürdür ki, sanki kendini bir yandan ilk büyük Kâbe’siyle diğer yandan ilk evrensel müzik kültürü, davulu, zurnası ve kavalıyla ilan eder gibidir. Zurna ve kaval, bu kültürün sanatsal ifadesidir. Din merkezi, onun düşünsel ifadesidir. Kürt gerçekliği, hem bu büyük tarihsel aşamanın bir ürünüdür hem de bu kültürde çakılı kalmanın güçlü belirtilerini taşımaktadır. Bir kültürel kabileler halkı olarak kalmaktaki ısrarı, salt uygarlık güçlerine karşı savunma durumunda kalmasıyla izah edilemez. Kültürün kendisi çok derin köklere sahip olmazsa ya kendisi bizzat uygarlaşır ya da oluşumuna yataklık ettiği uygarlıklar içinde erir. Bu biçimde eriyen binlerce kabile toplumuna tanıklık etmekteyiz. Kürtler, bu yönüyle, örneği olmayan bir halk topluluğudur. Bir toplum, tarihsel bir devrimi köklü olarak yaşamışsa, sosyolojik bir hakikat olarak o toplumun, kendi içinde ikinci bir büyük ve farklı devrime önderlik etmesi zordur. Yaşadığı öz devrimin, kendi zihniyet ve kurumsal dünyasını tamamıyla işgal etmesi, bunda rol oynar. Başka bir devrim, başka bir zihniyet ve kurumsallık gerektirir. Bu devrim de ancak güçlü kültür merkezine nazaran çevre teşkil eden ikincil kültürler içinde mümkündür.
Sapiens devriminin değil, yaklaşık on dört bin yıllık tarım devriminin de yerleşik Kürt kültüründe kalıcı etkiler oluşturduğunu göstermektedir. Genetik haritalar, hem Homo Sapiens türün hem de tarım devriminin, bu kültür merkezinden çevresine ve dünyaya yayıldığını kanıtlamaktadır…
Kürtlerin, kendi varlıklarını halen kültürel karakterleriyle korumaları, dayandıkları tarihsel kültürün gücünden ileri gelir. Kültürel yaşamı, uygarlık yaşamına tercih etmeleri, basit bir gericilik veya ilkellikle izah edilemez. Yaşadıkları kültür, bir kent, sınıf ve devlet kültürü değildir; kendi içinde otoriterleşmeye, sınıflaşmaya yer vermeyen ve Kabile demokrasisinde ısrar eden bir kültürdür. Kürtlerin kolay zapturapt altına alınamamaları, bu kültürel demokrasileriyle ilgilidir. Herhangi tikel bir toplumu düşünürken devletli, sınıflı ve ulusal olmasını, gerçekliğinin asli özelliklerinden saymaktayız. Bu özellikleri kapsamayan toplumları, toplumdan saymamak gibi idealist tutumlara sıkça düşmekteyiz. Kentli, sınıflı ve devletli bir toplum yaşamının, erdem değil, düşüş olduğu kanıtlanmıştır. Kürtler, klan toplumunun aşılmasından itibaren başlayan ve uygar toplumun gelişmesine kadar süren evrensel tarihin ve toplumun tüm evrelerinde başat rol oynayan Kabile Toplumunun temsilcisidir. Kabile kültürünün inşa edilmesinde ve sürdürülmesindeki başat unsurdur. Kabileyi, çağdışı ve dönemi kapanmış bir toplumsal olgu saymak yanlıştır. İnsanlığın temel formu kabiledir ve hiçbir zaman aşılmaz. Biçim ve içerik değiştirebilir ama toplumsal olgudan tamamen dışlanması mümkün değildir.
Yazılı Tarihten itibaren Sümer uygar toplumuyla ilişkilerinde Kürtlerin prototipine sıkça rastlamaktayız. Sümerler, dayandıkları ana kaynaklar olmaları itibariyle Kuzey ve Doğu’daki dağlık bölge halkına halen de anlam ifade eden Kurti, Batı’daki kabile halklarına ise Amoritler genellemesiyle karşılık verirlerdi. Kurti kelimesinin sözcük anlamı, ‘Dağlı Halk’tır. Kürt deyince günümüzde de ‘dağlılık’, temel bir özellik olarak çağrışım yapmaktadır. Aslında Sümer döneminin Kurti’leriyle günümüz Kürti’leri arasında belki de ‘u’ harfi üzerindeki iki nokta farkı kadar bir fark vardır. Binlerce yıllık kabile kültürlü Kürtler, Kürt halkı içinde halen ağır basan, kabile Kürtleridir. Şehirlisi, ovalısı, sınıf ayrışması yaşayanı, devlet işbirlikçisi, devlet karşıtı olanı bolca vardır. Ama ana gövde Kürtlük, soyunu güçlü yaşayan Kürtlük, geleneksel Kabile özellikleri ağır basan Kürtlüktür, ana kabilesel Kürtlüktür. Şehirli, egemen sınıflı ve devletli Kürt, çoğunlukla ve geleneksel olarak Kürtlükten kopmuş, asimilasyona yatmış Geçiş Kürtlüğünü ifade eder. Gılgameş Destanı’ndaki ilk şehirli işbirlikçi Kurti olan Enkidu, belki de tüm şehirli, sınıflı ve iktidar işbirlikçisi Kurti’lerin ilk atasıdır. Destandaki Humbaba, Dağ Kurti’sidir. Enkidu, ihanet ettiği Humbaba’yı öldürmesi için Gılgameş’e âdeta yalvarır. Günümüzdeki işbirlikçi Kürti’yi ne de yaman çağrıştırıyor! Demek ki ikisi arasındaki fark, ‘u’ harfi üzerindeki noktalar kadar olabilir derken pek de haksız sayılmayız…
Kürt kültürünün, uygarlıklar karşısındaki konumunu değerlendirirken, yukarıda tanımlamaya çalıştığımız diyalektik bağı hep göz önünde tutmak gerekir. Sümer uygarlık kültürüne karşı Kurtilerin hep direniş halinde olduklarını gözlemlemekteyiz. Bunu özellikle Dağ Tanrıçası Ninhursag’ın söz konusu edilen mitolojik anlatılarından izlemek mümkündür.
Gılgameş Destanı özünde Sümer uygarlaşmasına karşı direnen Kurtilerin, özgürlük ve varlıklarını koruma mücadelesini ifade eder. Kurtilerin içine sızan uygarlık, direnişle karşılaşsa da kendi zihniyet ve kurumsal temellerini de atar. Uygarlık kültürü genelde olduğu gibi pazar etrafında kentlerin kuruluşuyla Neolitik toplumu etkisi altına alır. Somut olarak M.Ö. 4300’lerden itibaren Aşağı Mezopotamya kökenli El Ubeyd Kültürünün Yukarı Mezopotamya Kültürünü etkilediğini tespit edebilmekteyiz. El Ubeyd Kültürü, güçlü hanedanlar etrafında oluşan hiyerarşik toplumla daha önceki kabile kültüründen ayrışır. Daha eşitlikçi kabile kültürü ile sınıflaşmaya başlayan hiyerarşik kültür arasındaki ilişki ve çelişkiler, Hurrilerin oluşumunda önemli rol oynar. Hurriler de tıpkı Kurtiler gibi aynı kökenden (Sümercede ‘Kur’ ve ‘Ur’ kelimeleri ‘Dağ’ ve ‘Tepe’ anlamındadır) gelmektedir. Toros-Zagros sistemindeki dağ ve tepeliklerde yoğunlaşan toplum adları, her iki kelimeden türetilen aynı toplulukları ifade etmektedir. Kabileyle iç içe gelişen hanedan kültürü, Kürtlerin geleneksel kültürünün önemli bir parçası haline gelir. Asurluların M.Ö. 1200’lerde yükselen gücü karşısında Hurrilerin, uygarlık gücü olarak dağıldıkları, döndükleri eski kabile kültürünü uzun süre yaşadıkları anlaşılmaktadır. Nairi Konfederasyonu (M.Ö. 1200-850; Nairi Asurcada Nehir, Su Halkı anlamına gelmektedir) adıyla gevşek kabile birlikleri halinde yaşadıkları tespit edilebilmektedir. Ünlü Urartu Krallığı (M.Ö. 850-600), geleneksel Aşağı ve Yukarı Mezopotamya kültürleri arasındaki ilişki ve çelişkilerden doğan diğer önemli bir örnektir. Muhtemelen Hurri kökenliliği de bulunan ve bugünkü Ermenilerin o dönemdeki temsilcileri olan kültürel öğelerin sentezinden oluşan Urartu Kültürü, dönemin hegemonik gücü olan Asur İmparatorluğu’na karşı koyabilen, ayakta kalan ve zaman zaman Asurluları gerileten tek güçtür. Kürt ve Ermeni kültürü başta olmak üzere, bölgenin tüm kültürel zihniyet ve yapılanmalarında güçlü bir etkiye sahiptir. Zagroslardan Asur’a karşı yaklaşık üç yüz yıllık bir direnmeden sonra M.Ö. 612’de Asur’un başkenti Ninova’yı yakıp yıkan Med (Asurluların Hurrilere taktığı bir ad olsa gerek) Konfederasyonu, bir imparatorluğa dönüşür. Kısa süren imparatorluk döneminin ardından, hanedan entrikaları sonucunda M.Ö. 550’lerde Fars Akhamenit soyundan kralların eline geçtikten sonra da bu imparatorluğun en etkili kültürünü yine Med Kültürü oluşturmaktadır…
ALİ FIRAT
YORUM GÖNDER