ANNALES VE TARİH (5.BÖLÜM)
II- Özellikle nitel sıçrama süreçleri olarak tanımlanan, tüm devrimci olgu, olay ve süreçlerin, gelenekten kaynaklanan katlı şifrelerini çözmeden; doğru, arzulanan, amaca uygun gelişmeler yaratmak inancı oldukça yanıltıcıdır. Tüm endişemiz, çok eksikli ve yanlışlıklarla dolu da olsa, yaptığımız tarihsel toplumsal tanımlamalar olmadan günümüzün doğru tanımlanamayacağıdır. Birçok tarihçi ve ekollerinin yetersiz kaldıkları nokta tam da burası değil mi? Annales ve Frankfurt ekollerinin de bu konuya tam eğilmemiş ve köklü çözümler üretememişlerdir. Aşırı akademik tanımlamalarla toplumu tanımlamaya kalkışmışlarsa da yetersiz kaldıkları açık. Gelenekçi anlayışı aşamadıklarını tüm külliyatlarını okuduğumuzda görüyoruz. Tarih okumaları çok sığ ve yetersizdir.
Toplumsal gelenekle güncellik arasındaki; ilişkinin doğru tanımlanması sosyal-bilimlerde halen ciddi bir sorundur. Güncel yaşanan olguyu, olay ve süreçleri geleneğe bağlamadan ne kadar ve nasıl yaşanabilir? Bu sorulara yanıt vermeden genel durum ve olası gelişmeler hakkında gerçekçi değerlendirmeler yapmak güçtür. Yapılanlar eksik ve yanlışlıklarla dolu olacaktır. Yöntem olarak sürekli tarih ve günceli birbirine bağlamaya, çalışmamız bu nedenledir. Bir kez daha kanımızı dile getirirsek, geleneğin büyük oranda şifreli de olsa güncelin içinde gömülü olduğudur. Güncel an ve koşullar sanıldığından çok az geleneksel veriyi değişme uğratmaktadır. Ama olgular dünyasında bunu anlamak için birkaç kodlu şifreleri gerekir. Yoğun tarihsel tanımlamalar yapmamızın nedeni, bu güncel örtük şifreleri çözmek içindir. Halklar çözümlerini tarihten nasıl, gelmişlerse öyle geliştirirler. Tarihsellik, gelenek, kültür her ne kadar denilirse denilsin her halk grubunun bir tarihi vardır. Klan toplumundan beri şekillenen halk toplulukları tarih boyunca Jeokültür-yer koşullanması- ve politik yapılar karşısında var oluş refleksleriyle biçim kazanmaya çalışır. Bir örnekle daha izah edebiliriz.
Herkesin-20. Yüzyılda ideolojik-siyasi olarak ilgilenen_tanıdığı Lenin’in devrimci dürüstlüğünden herhalde şüphe edilmez. Lenin hem teorik hem pratik iktidarla ilgilendiğinde ondaki şifreyi çözdüğünü sanmıyoruz. Çözemediği için de kurduğu sistemle en çok kendi amaçlarını tasfiye etti, boşa çıkardı. Şifreleri doğru çözememenin önemi buradadır. İktidar hakkında, günümüz devrimcilerden katbekat daha doğru tanımlama yapan, saymakta güçlük çekeceğimiz bilgiler var. Belki iktidarla yıkamamışlardır ama kendilerini kirletmemişlerdir de. Bunları önemsiz sayabilir miyiz? Lenin’in kullandığı – Çarlık Rusya’sından kalma- iktidar bloklarıyla inşa edilen sosyalizm ancak 70 yıl dayandı (İç savaştan kaynaklı da 10 milyon insanın da öldüğü söyleniyor.) O da karşı olduğu sisteme tarihi hizmetlerde bulunduktan sonra-sıradan rakip bir iktidar olan Saddam kadar- direnmeden çözüldü. Söz ve amaç birliği içinde olduğu bir dünyaya haber bile vermeden, adeta ihanet ederek. Bizce Leninist sistemi ucu bucağı olmayan eleştirilere boğmak yerine, sadece “iktidarın çok kodlu şifresini” çözemediğini belirterek değerlendirmek en doğrusudur. Şüphesiz geçmiş taklit edilerek yaşanmaz.
Ama gelenek temel alınmadan, yeni olan da yaratılmaz. Konunun ne kadar önemli olduğunu gösteren, orta doğunun geçmiş ve özellikle günümüzde yaşadığı facia, dehşet dolu yaşamdır. Bu yaşamın en son teknoloji kullanılsa da envai türlü şiddet yöntemleriyle çözümlenmemesi kadar, ekonomik, siyasi, eğitsel çabalar da vahşetten daha beter durumdan kurtulmadığı hem fikir alınan bir gerçektir. Ama mutlaka ivedi bazı çözümleyici çabaları sergilemek gerektiği de gayet açıktır. Bu neden geleneği ana kavramlar kapsamında ne kadar eleştiriye açık da olsa çözme çabamız önemlidir. Onsuz güncel çabaların olamayacağına, başarılı sonuç vermeyeceğine dair derin kanılar taşımaktayız. Demokratik Ekolojik Toplum Paradigması, Rijit (sert, katı) kesin, sınıf, ulus ve devlet kategorilerinden hareket etmez. Umudunu, salt geleceğe taşımaz. Kuru bir geçmiş inancına da dayanamaz. Günümüzde tarih, tarihle gelecek arasında bağ kurmak çok daha gerçekçidir. Tarihten kopmayla hiçbir şeyin doğru tanımlanamayacağı, dolayısıyla sağlıklı bir dönüşümün görülemeyeceği açıktır. Tarih yalnız ibretlik bir ayna değil, yaşadığımız, gerçekliğin kendisidir. Eskiyi kolay terk etmenin gerçeği kaybetmek anlamına geldiği, her şeyi geleceğe saklamanın yaşayan gerçekliği hayallere, terk etmek olduğu netçe anlaşılmaktadır.
Dün-bugün-gelecek arasında hep uzun bir mesafe ve zaman olmadığını olsa da büyük bir değişme anlamına gelmediğini görmek daha gerçekçi, yaşanılan ana daha saygılı olmaktadır. “Tarih ve gelenek neyse, günümüz ve gelecek odur “büyük ilkesine göre düşünme ve davranmayı bilmek gerekir. Tarih ve geleneği ne kadar doğru biliyorsak, günümüz ve geleceği bu tarihi içselleştirdiğinde üstüne ekleyeceğin kadar, değiştirebilirsin. Değişimin ve devrimin altın kuralı, bu formülün uygulanmasından geçer. Toplumsal özgürlükçülerin temel kayıp nedenlerinden birisi Tahakkümcü tarih söylemlerine yenik düşmeleridir. Kazanmaları içinde başta gerekli olan, kendi tarihlerini yaşama güçlerini gösterebilme yeteneğidir. Ahlaki tutum olarak kendi özgürlük tarihini-hatta bu olmasa bile- geleneğini sergileyebilmek gereklidir. Özgürlüğü istememek gibi bir durum asla söz konusu olmaz. Tarih hiçbir zaman tahakkümcü güçlerin tek taraflı iradesiyle belirlenmemiştir. Kalıcı belirlenmeyi toplumların komünal demokratik duruşu görevidir. Ot kökeni üzerinde yeşerir. Günümüz özgürlük mücadelesi de özgürlük kökeni, gelenekleri üzerinde ancak yeşerebilir.
ABDULLAH ÇELİK
YORUM GÖNDER