ANNALES VE TARİH (3.BÖLÜM)
TOPLUM VE TARİH KURAMLARI
Yeni tarih tezimizin temel parametlerinden biri doğal toplumdur. İnsanlar neden diye sorabilirler. Nedenimiz; birçok tarihçi ve ekollerin bu alanı bilinçli olarak es geçmeleridir. Sayın Abdullah Öcalan doğal topluma yeni bir yorum getirdi. Marx neden tarihte sınıfların gelişimini esas aldı? Toplumsal değişmeyi ve gelişmeyi sınıfların, o ebe rolü oynayarak zor rolüyle değişimi neden esas aldı? Bu konu günümüzde hala tartışılan bir konu…
Birçok Türk sol hareketinin açmazlarından biri de budur. Ancak Marx bu teorileri geliştirirken yaşadığı dönemde ve ondan önceki bilim adamlarının tarihi ilişki tarzlarında önemli bir bilim adamlarının “Komünal Toplum” dediği toplum üzerine ortaya çıkarılan tablo Marx’ı böyle bir saptamaya götürmüş olabilir. Bu Marx’ı aklamak değildir. Yaşadığı koşulların yaşadığı dönemin o zamanki problemlerin ortaya çıkardığı geniş bir sonuçtur. Dolayısıyla Marx’a baktığımız zaman bu toplumsal analizleri yaparken, ki Engels ’de özellikle ailenin, devletin ve özel mülkiyetin kökeni araştırmalarında, o zaman ki malzemeye baktığımızda, ellerindeki veriler onları böyle bir saptamaya götürmüş olabilir. Bu bir düşünce tabii…
Tam olarak bilemeyiz. O zamanki antropologların, o zamanki tarih tezi üzerinde uğraşanların dünyanın çeşitli yerlerinde, örneğin Polenazya’da Amerika Kızılderilileri, üzerinde Aborjinler üzerinde yaptıkları araştırmalar da ve özellikle Afrika’da, hala yaşayan o eski klan dönemin veya ilkel dönemin insanları üzerinde, kabileleri üzerinde, yaptıkları araştırmalarla bu tür sonuçlara ulaştılar. Onlara 'bu insanlar neydi?' diye sorulduğunda; antropologlar, beynin gelişimini esas aldılar. Atropologlar yaptıkları çalışmalar ile o dönem için 'insanlığın çocukluk dönemi' tepitinde bulundular. Yani o dönem bizim çocukluk dönemimizdir. Gördükleri şeyler yanılsamadır; Bakış açıları, yorumları gelişmemiştir. Çünkü onlar “çocuktur”.
Dolayısıyla insanlığa kattığı bir şeyleri yoktur. Böyle bir sonuca gittiler. Bu yüzden uygarlığı, sınıflı toplumla, kentleşmeyle, devletleşmeyle başlatıyorlar. Onların vardığı tez oydu. Yani devlet ve sistem olarak zorunluydu. Kötülüklerle dolu olsa da bu kaçınılmazdı. Sosyalizmde kendini var ederken böyle bir aracı, böyle bir yöntemi kullanmak durumundaydı. Belki de Marx etkileyen en büyük faktörlerden bir tanesi bu olabilir, diyor. İkincisi o zaman ekonomi politiğe bakış açısı… Yani Avrupa atmosferi içerisinde, ortaya çıkan Avrupa kapitalizminin yaratmış olduğu gelişmeler ve çelişkiler… Onların yaratmış olduğu yeni sınıflar…
Bunlarda etkili olmuştur, tarih tezi açısından bu yüzden biz tarih tezimizi ortaya koyarken, çeşitli bakış açıları vardır. Bunlardan bir tanesi belki de en önemlisi, evren anlayışını ortaya koyarken, birincisi mitoloji, ikincisi metafizik, üçüncüsü pozitif bilimler şeklindedir. Yani düşünce olarak, insanın gelişimini de alırken, bunlar çocukluk dönemi, mitolojik masalların, destanların hâkim olduğu dönem, ondan sonra metafizik soyutlama, tanrılar yaratma, ondan sonra pozitif bilimler şeklindedir. Yani düşünce olarak, insanın gelişimini de alırken bunlar metafizik soyutlama, tanrılar yaratma, ondan sonra pozitif bilimler…
Böyle bir ayrım siyasilerin tarih bakış açısı, ilkel Komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, tarım toplumu, kapitalist toplum, sosyalist toplum ve ondan sonrası, böyle bir bakış açısı… Dolayısıyla üzerinde duracağımız tarih tezi Kuantumdur. Nedir bu diye sorulursa? Tez, antitez, sentezdir. Evrene bakış açımız bu şekildedir. Çünkü oluşum bu şekilde oluşuyor. Tarihsel oluşum, biyolojik oluşum, doğal oluşum bu şekilde geliştiriliyor. O bakımdan tarih tezimiz de bu şekildedir. Bu yeni bir olay da değildir. Diyalektiğin bir parçasıdır; ama bilimin gelişmesiyle, özellikle kuantum alanındaki araştırmalar bunu biraz doğruladı ve önemli bir bakış açısı oluşturdu. Dünya da halen bunun üzerinde araştırmalar ve çalışmalar sürdürülüyor. Annales okulu gibi verili tarihi reddiyetle yaklaşan bir ekolun bile bu alana yönelmemiş olması büyük bir eksiklik değil midir? Öyle ki anlayış olarak da karşı çıkılmamış onca araştırma ve veriye rağmen bir şeyler söylenmemiş olması yetersizlik değil midir? Biz doğal toplumu neden bu kadar önemsiyoruz? Çünkü kök toplumdur. Her şeyi kendi içinde hiçbir dış etkiden, faktörel olarak etkilenmeden yaratılmış olduğu gerçek bir olgu olduğundandır.
Bunun eksiklikleri var mıdır, yok mudur? Bu ayrı bir konudur; ama bizce insan ilişkileri içinde yaratılan en doğru yaşam biçimidir; çünkü kendi doğası içinde ele alındığında görüyoruz ki, bu arada doğal toplum mücadelesi günümüze kadar kendini var etmesi ne kadar sistemler onu yok etmeye çalışmışsa da doğal toplum bütün sistemlerle beraber günümüze kadar gelmiştir. Bu sadece arkaik birtakım topluluklar şeklinde değil, Polenazya veya Avustralya’nın bazı uzak bölgelerinde hatta İran’ın doğusundaki bölgelerinde çıkmış olsa da hiç ilişkiye girilmemiş bir kabileye rastladılar. Küçük bir kabile kendi başına var oluşu olan bir kabile buna bakarak yaratmış olduğu değerlerle, sistemlerle mücadele ederek kendisini günümüze kadar getiren somut bir olgudur. O zaman incelemeye değer bir konudur. Ve belki de insanlığı tekrardan o eksende ele almak en doğru olandır. Yani doğal toplumla ilgili son yıllarda epey araştırmalar var. Ama onların yorumlayışın da doğal toplumun da sınıflı bir toplum olduğu tezi var. Onlar bu tezi güçlendirmeye çalışıyorlar. 'Sınıfsız bir dünya olmamıştır, mutlaka bir egemen, mutlak ona hizmet eden insanlar olmuştur' tezi ile tarihe yön vermeye çalışıyorlar.
Örneğin M. Ö. 10.000 gibi bir film de doğal toplumda kastlar, sınıflar kesintisiz olarak vardır. Öz olarak bu tezi güçlendirmek için öyle bir film ile doğal toplumu dünyaya öyle tanıtıyorlar. Örneğin Amerika’da Cumhuriyetçilerin çalışması var. Cumhuriyetçi parti kendisini demokrat partiye karşı güçlendirmek için yeni bir paradigmayla devletsiz bir toplumu tartışıyor ve savunuyor da. Devletsiz bir toplumu yaratma tezi vardır. Yine Danimarka’da devletin geliştirmiş olduğu yeni birtakım forumlar var. Örneğin kamu kurumlarını boşaltmaya çalışıyor. İki yüz bine yakın memur dediğimiz insanlar evde çalışıyorlar. Böyle bir yol için bir heyetleri adalet bakanlığına gitmişlerdi. Kocaman birbirine yüzlerce adası olan ama sadece beş kişilik bir grup vardı. Herkes kendi evinde çalışıyor. Dünyada birtakım değişiklikler oluyor. Homo Sapiens’ten Homo Deus’a geçilmekten bahsediliyor. Bu kurumun hantallığını yani devleti o biçimsel anlamda değiştirmeye çalışıyorlar.
Ama doğal toplumu Sayın Abdullah Öcalan gibi ele alan olmadığı için yine aynı şeye doğru gidiyorlar. Yani devletin özüne dokunmadan onun değişik formasyonları üzerinde çalışmalar var. Onu görmemek mümkün değil. Böyle bir çalışma var var ama özü koruma şartıyla esas aldıkları tek şey bu. Şimdi biz doğal topluma bakıyor ve tekrardan yorumluyoruz. Bu toplum nedir? Bu insanlığın hangi aşamasında ortaya çıktı? Neler kattı insanlığa? Bunları teker teker açıklamakta fayda var. Doğal toplumdan kasıt ne? Okumalarımızda ve karşıya doğal toplumu anlatırken neyi anlıyoruz, neyi kast ediyoruz? Bunu da Sayın Öcalan şöyle açıklıyor: “Doğal toplumdan kastım; insan türünün primatlardan kopuşla birlikte içine girdiği ve hiyerarşik toplumun ortaya çıktığı sürece kadar süren uzun toplumsal zamanda yaşanan insan toplulukları düzenidir”. Bilim adamları zamanla ilgili olarak M.Ö. 40000 yıllarında insanlığın primatlardan kopup bir organizasyon olarak yaşamaya başladığını kabul ediyorlar. Daha etkin olarak bir söylem olarak dilin de ortaya çıkışı M.Ö. 20000 yıllarına denk gelir. Böyle uzun bir süreç. Doğal toplumun başlangıcı bu yaklaşımların hangisini ele alırsak alalım, M.Ö. 40000 yılları diyenler mağara kalıntılarını inceleyerek ilk insanların grup halinde yaşamaya başladıklarında bunlar mağaralarda ortak bir yaşam oluşturuyorlar. Kendi düzenleri vardır. Bu düzen, bu düzenin yaratmış olduğu kimlik, yeni inanmış oldukları dinsel varlık veya totem ondan yola çıkarak bunların bir kimliği olduğunu ama bir bakımdan henüz ortak, sistemli bir dil yaratamadıkları için bunu kabul etmeyenler vardır. Ama en kötü ihtimalle bu süreç 7000 yılından itibaren başlamaktadır.
Çünkü dil grupları var artık. Çeşitli alanlarda yaşayan küçük küçük grupların yani 30 kişilik ve 300 kişilik grupların kullanmış oldukları ortak bir dil vardır. Şimdi bu doğal süreci ele aldığımızda M.Ö. 13000 yılına kadar giden neolitik başlangıcı vardır. Belki bu paleolitik, taş kullanan sopa kullanan insan, çeşitli doğa aletlerini kullanan insan 13000 tarih araştırma alanı olarak, insan kayıtlarına yazılı ya da sözlü kaynaklara dayanır. Tarihi bilgi, geçmişteki olaylara ilişkin bilinenlerin, tarihe ilişkin güncele ilişkin güncel düşünce çerçevesinde yorumlanmasıyla oluşur. Tarih kelimesinin Batı dillerindeki tüm karşılıkları Grekçe istoria, istorian sözcüğünden gelmektedir. (Latince: his-toria İtalyanca: storia, Fransızca: histo-ria İngilizce: history, Almanca: Histo-ria) iyonya lehçesinde bildirme, haber alma yoluyla bilgi edinme anlamlarında kullanılan kelime, Attika lehçesinde görerek, tanık olarak bilme anlamlarının yanı sıra çok daha geniş bir anlam içeriğiyle fizik, coğrafya, astronomi, bitki ve hayvan bilgisive hatta giderek doğa bilgisini kapsayacak şekilde kullanılmıştır. Kısmen de olsa bu görüş Annales ekolünün görüşlerini yansıtır.
ABDULLAH ÇELİK
YORUM GÖNDER