MAYIS ŞEHİTLERİMİZİN DİRENİŞ GELENEĞİ, MÜCADELEMİZİN TEMEL KAYNAĞIDIR
Özgürlük mücadelemizin güncel gelişmeler ışığında içinden geçtiği tarihsel süreci değerlendirmeden önce, öncellikle 6 Mayıs 1996 yılında Önderliğimize karşı geliştirilen uluslararası komployu bir kez daha kınıyor, özgürlük tarihimizin gelişim seyrinde önder kişilikleriyle rol oynayan Mayıs şehitlerimizi saygıyla anıyor ve yine 1 Mayıs işçi bayramını içinde bulunduğumuz devrim sürecinin coşkusuyla kutluyorum. Tarihsel bilincimizi ve mücadele mirasımızı, başta Türkiye devrim şehitleri; Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan ve İbrahim Kaypakkayaların halkların kardeşliği ve özgür birlikteliğine olan inancı ve binlerce emekçinin kahramanca direnişiyle güçlü oluşturduk. Bugün bu zemin üzerinden halkların özgür birliktenliği ve ortak mücadelesiyle demokratik komünal toplumu yaratacağımızın bilincindeyiz. Türkiye devrim şehitlerinin anısı ve mücadelesi gereği Türkiye halkının yaratacağı ortak birliktenlik ve mücadeleyle sonuç alacağını bilen ve mücadelemizin kişiliğiyle, duruşuyla, yaşam ve mücadele biçimiyle önder kişiliklerinden olan Haki Karer yoldaşımızın anısına bağlılığımız gereği PKK adıyla partileşme adımını güçlü geliştirdik. 18 Mayıs’ta bedenini ateşe veren Ferhat Kurtay, Mahmut Zengin, Eşref Anyık, Necmi Öner yoldaşların kendi küllerinden özgür insanı yaratmak için fedaice direnişlerine ve özgürlüğe olan bağlılıklarına kesintisiz mücadeleyle cevap olmaya çalıştık, çalışıyoruz. Ve yine 2 Mayıs’ta şehit düşen Mehmet Karasungur, İbrahim Bilgin yoldaşlar başta olmak üzere Mayıs ayında şehit düşen tüm yoldaşlarımızı bir kez daha minnetle anıyoruz.
Kadın özgürlük hareketimizin ilk komutanlarından olan Gurbet Aydın (Mizgin) yoldaş şahsında Mayıs ayında şehit düşen tüm kadın şehitlerimizi, şehitler gerçeği içersinde tarihe mal etmeyi, yarattıkları değerleri korumak kadar büyütebilmeyi ve onların özgürlük ütopyalarını gerçekleştirme mücadelesi içerisinde olmayı en temel görevimiz bildik. Özgürlük mücadelemiz içersinde Mayıs ayında şehit düşen tüm yoldaşlarımızı böylesine tarihsel ve güncellik içersinde yeniden anmak kadar, onların onurlu ve soylu özgürlük çizgisinde kararlıklarını kendi kişiliklerimizde oluşturmanın mücadelesini veriyoruz. Onlar, bir halkın acılarını, isyanlarını olduğu kadar umuda, sevgiye ve özgürlüğe olan susamışlığını kendi yüreklerinde taşıyan önder yoldaşlarımızdı. Onlar, hiçbir zaman köleliğin, zavallılığın bir kader olmadığını, tam tersine bunu derinden yaşayan bir halkın ya da bir toplumun kendi öz değerlerine ve tarihine kavuştukça dirileceğini ve özgürlüğe en yakın konuma geleceğinin bilincinde olan yoldaşlardı. Halk olarak köklü ve eski bir tarihimiz olmakla birlikte, en çok katliama, asimilasyona ve şiddetin her türlüsüne maruz kaldık ve bu gerçeğe karşı direnen binlerce yoldaşımızı kaybettik. Acıya karşı direniş, teslimiyete karşı direniş, asimilasyona, kimliksizliğe karşı direniş en önemlisi de mevcut olana alıştırılmaya, değersizleştirilmeye, köleleştirmeye karşı direniş bizde kültür haline geldi. Bugün bu direniş kültürümüzle hangi koşulda olursa olsun varlığımızı en iyi şekilde koruyacağımızı ve özgürlüğümüzü yaratacağımızı biliyoruz.
Mayıs şehitlerimizi özce böyle anarken, Önderliğimize karşı geliştirilen 6 Mayıs uluslararası komplo gerçeğini güncel gelişmeler ışığında değerlendirmek önemli olmaktadır. Geliştirilen uluslararası komplonun tarihsel arka planı olmakla birlikte halen güncelliğini koruyan gelişmelerle de bağlantısı çok güçlüdür. 6 Mayıs 1996’da geliştirilen uluslararası komployla ne hedeflenmek istendi? Komplonun uzun ve kısa vadede amacı neydi? Vs. gibi birçok soru geliştirildiği ilk günden bu yana bugünkü güncel gelişmelerle de kendi cevabını tek tek bulmaktadır. Uluslararası komplocu güçlerin I. ve II. Dünya Savaşları ardından tüm yönleriyle (ideolojik, siyasal, askeri vs.) sistemsel ve yapısal temelde krize girdiği ve bir kaos aralığının yaşandığı bilinmektedir. Fransız Devrimi ardından gelişen ve insan eliyle inşa edilen iki yüzyıllık ulus-devlet gerçeği finans kapital çağına giren kapitalist sistemin küresel sermayesinin ihtiyaçlarına ve çıkarlarına artık ayak bağı olmaktaydı. Önce Avrupa kendi topraklarında kendi yarattığı ulus-devlet gerçeğiyle hesaplaşmaya ve onu kısmen aşma ve kendini yeniden yapılandırma arayışları içersine girdi. Sistemsel arayışının güçlü ve kalıcı olabilmesi için özellikle Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç vardı. Bu yapılandırmanın önünde en büyük engel(!) Önder Apo ve onun yarattığı PKK gerçeği görülüyordu. Kapitalist sistem kendini yeniden yapılandırırken Ortadoğu’da ona alternatif olabilecek ve bu alternatif olma gerçeğiyle demokratik uygarlığın başta tarihsel ve toplumsal gerçeğini açığa çıkarabilecek, özellikle de dünya halklarında gelişen özgürlük umuduna ve inancına küresel demokratik mücadelesiyle öncülük edebilecek olan Önder Apo’yu ve PKK’yi ilk olarak hedefine aldı. Kuşkusuz 6 Mayıs’ta geliştirilen komplo, uluslararası güçlerin hareketimize dönük ilk komplosu değildi. Uygarlık denen sistemin siyaset ve mücadele anlayışının beş bin yıldır iki temel anlayışla geliştiği bilinmektedir. Uygarlık sistemi kendisine karşı direnen irili-ufaklı alternatif olarak gördüğü tüm güçleri ya sistem içileştirerek çözme ya da karşıtlaştırıp inkar ederek marjinalleştirme, tehlike olmaktan çıkarma ve imha etmekle sonuç alma çabası tarihten günümüze kadar yürütülen temel siyaset biçimi olmuştur. Özgürlük hareketimiz tarihi boyunca bu tür siyaset yöntemleriyle çeşitli komplolarla karşılaşmıştır. 6 Mayıs uluslararası komplo gerçeği ise bunu aşan bir düzeyde, tüm Ortadoğu halklarını hedef alan bir temelde geliştirildi. 6 Mayıs komplosu başarıya ulaşmayınca uluslararası komplocu güçler hareket içinde ve dışında farklı arayışlara girdi. Bu arayışlar hareketimize karşı sonuç almayınca 9 Ekim’le başlatılan 15 Şubat asrın en büyük uluslararası komplosu devreye sokuldu. Uluslararası komplocu güçler Önderliğimizi esir alarak kendilerince Ortadoğu halkları adına tek söz sahibi olmak istedi. Önderliğimizin İmralı’da geliştirdiği ideolojik, siyasal mücadele ve hareketimizin özgürlük mücadelesindeki ısrarı uluslararası komplocu güçlerin tüm bu planlarını bozunca bu sefer komplocu güçler 20 Mart 2003 itibariyle Irak’a müdahalesini geliştirdi. Önderliğimize karşı geliştirilen uluslararası komplo, özünde Ortadoğu’ya adeta bir üçüncü dünya savaşı niteliğindeydi. Irak müdahalesi kapitalist modernitenin, küresel sermayenin Saddam şahsında Ortadoğu’da ulus-devlet devrinin kapandığının mesajını vermek ve sistemin kendini etkin kılabileceği daha esnek bir yapılanmayı geliştirmek istediğinin bir göstergesiydi. Ancak sistem güçlerinin Irak ve ardından Afganistan’a olan müdahalesinin kendileri açısından yeterince sonuç vermediğini, aksine sistemin giderek yapısal krizleri peş peşe yaşadığını ve sistemin bu başarısızlığının sonucu Ortadoğu’da ideolojik, siyasal ve sistemsel açıdan boşluk doğduğunu görüyoruz. Bu boşluğu çok iyi okuyan, tarihsel ve toplumsal bilinci giderek gelişen ve Ortadoğu’nun köklü direniş geleneğini güçlü yaşayan ve dış müdahalenin yaratmak istediği yaşam, kültür biçimini bir türlü içine sindiremeyen Ortadoğu halkları, PKK’nin kırk yılı bulan özgürlük ve direniş mücadelesinin bir yaşam ve kültür yarattığını görerek, inancını ve umudunu daha da güçlendirmiştir. Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve Suriye’de gelişen halk ayaklanmalarının özü bununla ilgilidir. Ortadoğu halkları artık ne uluslararası güçlerin kendisine çizdiği yaşam biçimini, sistemini ne de Ortadoğu’nun diktatöryal rejimlerinin ulus-devlet temelinde gelişen yaşam biçimini, sistemini kabul etmektedir. Önderliğimizin deyimiyle “halkların zamanı, halkların özgürlük baharı” 2000’li yıllarla birlikte giderek gelişmekte, halklar özgür ve daha demokratik bir sistem içinde yaşamak istemektedirler. Ancak bu devrimsel ayaklanmaların halklar lehine ne kadar sonuç vereceği ve kendi sistemini Ortadoğu’da ne kadar oluşturabileceği halkların örgütlü mücadele gücü ve ittifakıyla belli olacaktır. Bu açıdan PKK hareketi olarak sadece biz değil, Ortadoğu halkları olarak da tarihsel ve bir o kadar önemli bir dönemeçten geçiyoruz.
İçinde bulunduğumuz bu tarihsel sürece tabii ki herkes, uluslararası, bölgesel ve toplumsal tüm güçler müdahil olmak istemektedir. Arap halkının öncülüğünde gelişen bu ayaklanmalara Ortadoğu açısından ideolojik, siyasal, örgütlü gücüyle stratejik düzeyde devrimin öncülüğünü yapabilecek ve Ortadoğu demokratik konfederalizmini bir model olarak geliştirecek ve küresel demokratik mücadelenin önünü açabilecek, sistem olarak da demokratik modernitenin gelişimini güçlendirebilecek olan Kürt halkının özgürlük hareketidir. Çünkü Kürt özgürlük mücadelesi, Ortadoğu halkları içersinde paradigmasal dönüşümünü çok güçlü yaşamış, buna göre programını ve yol haritasını çizmiş, bu temelde kendi öz örgütlülüğünü ve sistemini giderek oluşturmaya ve bunun mücadelesini dördüncü stratejik mücadelesiyle geliştirmeye başlamıştır. Dolayısıyla Ortadoğu halkları içersinde devrim sürecine en hazırlıklı giren ve halklarla güçlü demokratik ulus ittifakını oluşturacak olan Kürt halkı olmaktadır. Bu açıdan öncellikle Suriye’de gelişen halk ayaklanmasında kilit rolü oynayacak olan Kürt halkıdır. Suriye’de yaşayan halkımız bu nedenle iradeli, özgür Kürt’ün yaşam sistemi olan demokratik özerk yaşamı dayatmaktadır. Suriye’deki halkımız kendi amacını son derece net ve somut bir biçimde Suriye rejimine dayatmakta, bunun barışçıl temelde kabul görmesini istemekte, ama bu gelişmezse kendi öz gücü ve mücadelesiyle sonuç alma kararlığını mücadelesiyle göstermektedir. Bu açıdan Suriye’de gelişecek olan devrimsel süreç tüm Arap halkını da etkileyecektir. Tarihsel bir fırsattın yakalandığını ve bu fırsattın çok iyi değerlendirilmesi halinde Arap halkları açısından da devrimsel gelişmelere yol açabileceğini Suriye’deki halkımız bilmektedir.
Böylesi devrimsel süreçlere tüm güçlerin müdahil olmak istediğini belirttik. Kuşkusuz Ortadoğu üzerinden mücadeleler giderek daha da keskinleşecek, herkes kendi sistemini kurma mücadelesi verecektir. Özgürlük seçeneğinin en güçlü olduğu bu devrimsel süreçte uluslararası güçler kadar bölgesel gerici ulus-devletçi güçler de direnecek, bin bir maskeyle ve sahte demokratik söylemlerle, özde ise faşist yüzünü gizleyerek kendi sistemini koruma altına almaya çalışacaktır. Tarihsel değişim ve dönüşüme ayak direyen bu ulus-devletçi güçler, ömrünü uzatmak istese de aşılmaktan kurtulamayacaktır. Güney Kürdistan ve Irak’taki gelişmeler de buna dönüktür. Güney Kürdistan’daki Kürt yönetiminin ideolojik gerçeği ve siyasal duruşu Güney halkımız açısından giderek daha iyi anlaşılmakta ve devletçi çözümün halklar açısından çözüm olamayacağı daha iyi anlaşılmaktadır. Bu açıdan buradaki örgütlü düzeyimizi daha da güçlü kılarak Güney halkımızın çözüm modelini de daha belirgin kılabilmeliyiz.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki gelişmeler de önemli olmaktadır. Türkiye, uluslararası küresel sermayenin Ortadoğu halklarına model olarak sunmaya çalıştığı, ancak özünde uluslararası sermayenin çıkarları temelinde Ortadoğu politikalarını en sadık hayata geçirmeye çalışan, özellikle de İngiltere-ABD ve İsrail’in garantörlüğüne soyunan bir konumdadır. Önderliğimize karşı geliştirilen uluslararası komplo başarıya ulaşamayınca Irak müdahalesi öncesi Türkiye bu sürece AKP ile hazırlanmaya çalıştı. 2002 yılında yapılan seçimler, AKP’nin uluslararası güçlerin, özellikle ABD’nin desteğini alarak kazanmasıyla sonuçlandı. Uluslararası güçlerin Büyük Ortadoğu Projesiyle AKP, siyasal İslam’ı, ılımlı İslam’ı Türkiye’de geliştirerek, Ortadoğu halklarına sözde model olarak sunulacaktı. Uluslararası güçleri ve yeşil sermayeyi de arkasına alan AKP bu temelde yaklaşık dokuz yıldır bu sadık politikasını sürdürmektedir. Ancak Ortadoğu’da gelişen bu devrimsel gelişmeler karşısında, özellikle Libya politikasıyla giderek açığa çıkan AKP’nin gerçek yüzü Arap halkları açısından da daha belirgin görülmeye başlandı. Kürt halkı açısından ise AKP’nin milliyetçiliği, dinciliği, cinsiyetçiliği, yani kapitalist modernitenin tüm ideolojik argümanlarını Türkiye ve Kürdistan’da kullandığı, liberalizmin en iyi temsilcisi olarak demokratik söylemlerle demogoji yaptığı ve bu temelde maskesinin giderek düşürüldüğü bir gerçeği yaşamaktadır. Öyle anlaşılıyor ki AKP, Kürdistan’da yürüttüğü sinsi siyaset anlayışıyla siyasi ve askeri operasyonlarında ısrar edecek, ülkenin batısında ağırlıkta milliyetçiliği kullanarak, doğusunda, yani Kürdistan’da ise dinciliği kullanarak önümüzdeki seçimlerde oy avcılığına çıkacaktır. AKP’nin ayları alan eylemsizlik sürecimizi doğru değerlendirmediği, ülkenin en önemli meselesinde, sorunun çözümünde hiçbir belirgin projesinin olmadığı, aksine tek derdinin kendi iktidarını devletin tüm kurumlarında etkin kılmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. AKP hükümetinin, Önderliğimizin İmralı’dan geliştirdiği çözüm arayışlarına karşılık, ciddi bir direnci yaşadığı, en demokratik eylem biçimi olan demokratik çözüm çadırlarına bile tahammül gösteremediği, her kesimden insanlarımızın sudan bahanelerle tutuklanıp cezaevine konduğu, askeri operasyonların baharla birlikte giderek arttığı, dış diplomasisinde Ortadoğu’daki gelişmelerle bağlantılı verdiği tavizler karşısında hareketimizi tecrit ve tasfiye etme planlarını geliştirmeye çalıştığı, bir yandan ise sahte Kürt aydın ve siyasetçileri etrafında toplayıp sözüm ona alternatif yaratmak ve tüm faşist medyayı da arkasına alarak bunu gerçekleştirmek istediği bilinmektedir. Özellikle Kürdistan’da dincilik ekseninde bir AKP politikasının varolduğunu, bunun için binlerce AKP’li imam kadronun Kürdistan’a aktarıldığı ve bu imamların çok yönlü kullanıldığını biliyoruz. Kürdistan ve Türkiye’nin birçok şehrinde geliştirilen demokratik çözüm çadırlarında giderek gelişen sivil Cuma namazları ise AKP’nin bu politikalarına halkımızın en iyi verdiği cevap olmakta ve AKP’nin Kürdistan’daki temeli sarsılmaktadır. Önümüzdeki seçim sürecine kadar olan zamanı, zemini ve çözüm fırsatını doğru değerlendirmeyen AKP’nin, seçimlerle birlikte Kürt sorununa yaklaşımı daha net açığa çıkacaktır. Kürdistan’da maskesi düşen AKP hükümetinin, önümüzdeki seçim sürecinde Kürdistan’da hiçbir biçimde oy alamayacağı, alacağı oyların da Kürdistan’a yerleştirdiği kadrolarından geleceği bilinmektedir. Bu gerçekliğin farkına varan AKP hükümeti ve denetimine almış olduğu yargı sistemi ve emniyet teşkilatı kudurmuş gibi Kürt halkının özgür iradesine saldırmaya çalışmaktadır. Buna karşı büyük bir direnç ve direniş içerisinde olan halkımız, AKP hükümetinin Kürdistan’da uygulamaya koyduğu tüm politikaları boşa çıkarmaktadır. En son YSK’yı devreye koyarak, demokratik bloğun BDP çatısı altında göstermiş olduğu bağımsız adayların bir bölümünün adaylığını tartışmaya koyarak, sudan bahanelerle adaylıktan düşürmek istediler. Fakat halkımızın bu haksız uygulamalar karşısında göstermiş olduğu demokratik tepkiler ve bu yönlü direniş onlara geri adım attırmıştır. Önümüzdeki süreçte AKP’nin bölgede daha fazla etkisiz olabilmesi ve bölgeden tamamen çekilmesi için daha fazla teşhir edilmesi gerekmektedir. Kürt açılımı üzerinden geliştirdiği söylemlerin iktidarda olduğu yıllar boyunca içi boş söylemler olduğu herkes tarafından bilince çıkarılmıştır. Aslında açılım adı altında sarf ettiği sözler bir safsatadan ibarettir. Şimdiye kadar bu sözlerinin ve politikalarının boş sözler ve yalandan ibaret politikalar olduğunu söyleyen, bunu demokratik tepkileriyle ortaya koyan Türkiye’deki sol demokratik güçler ve Kürt halkı olmuştur.
Kürt halkı, 2011 mücadele yılına çok güçlü girmiş, geliştirdiği tüm eylemselliklerle ve kutlamalarla 8 Mart, 21 Mart, 28 Mart ve 4 Nisan’la sürecin nabzını çok iyi tutmuş, çözüm inisiyatifini güçlü kılmıştır. Sürecin inisiyatifi halkımızın bilinç düzeyi, örgütlü gücü ve eylemselliğiyle önümüzdeki dönem daha fazla açığa çıkacaktır. Seçime kadar olan süreç çözümün barışçıl, demokratik özerklik ve demokratik ulus ittifakı temelinde giderek gelişeceğini, ancak yılın yarısından sonra bunda sonuç alınmazsa devrimci halk savaşı temelinde Ortadoğu’da en güçlü ayaklanmanın yaşanacağı ve tüm halklar açısından bunun bir final olacağını, kendi iradesi ve öz gücü ve savunmasıyla Kürt halkının çözümü geliştireceğini görüyoruz. Her koşul altında gelişecek olan devrimsel süreç, Kürt halkının ve onun mücadelesinin başlattığı Ortadoğu Rönesans’ının giderek tüm Ortadoğu’ya yayılarak kalıcılaşacağı bir gerçektir.
Önümüzdeki günlerin çok hassas ve nazik olduğunun bilinciyle sürece hazırlanmaktayız. Süreç barışçıl temelde gelişmezse yürüteceğimiz mücadeleyle tarihin akışını HPG ve YJA Star olarak bizlerin belirleyeceğini, bunun ise dördüncü stratejik mücadelenin devrimci halk savaşına denk düştüğünü bilerek tarihi rolümüzü güçlü oynayacağız. YJA Star olarak son gerçekleştirdiğimiz 5. Konferans’ımızla sürecin tüm boyutlarını, olası gelişmeleri güçlü değerlendirdik. Konferans’ımız “Fedaileşen Kadın Öncülüğünde 4. Dönemi Yükseltelim, Önder Apo’yu Özgürleştirelim” şiarıyla önemli bir kararlaşma düzeyi açığa çıkarmıştır. Özellikle sürecin karakteri ve olası gidişatına göre devrimci halk savaşını güçlü geliştirebilecek bir mevzilenme ve askeri- taktik düzeyini oluşturduk. YJA Star 5. Konferans’ımız tartışma, çözümleme ve kararlaşma düzeyiyle sürece en iyi cevap olabilecek bir duruşu, iddia düzeyini tüm YJA Star militanları açısından açığa çıkarmıştır. Olası gelişmelere göre süreci güçlü karşılayacağımız bir gerçektir.
Bu temelde içinden geçtiğimiz tarihi süreci göz önünde bulundurursak, Mayıs şehitler ayının bizlere yüklediği büyük sorumluluklar var. Bizler bu çizgi temelinde mücadelemizi sürdürme kararlılığı ve bilinciyle direniş ruhumuzu geliştireceğiz. Mayıs ayında şehit düşen başta, Kürt ve Türk halkının en yürekli çocukları olan, yürekleri ve zihinlerini Önder Apo’nun ışığıyla bilemiş Haki Karer, Mehmet Karasungur, İbrahim Bilgin, Ferhat Kurtay, Mahmut Zengin, Eşref Anyık, Necmi Öner, Gurbet Aydın olmak üzere tüm şehit yoldaşlarımızı bir kez daha anıyor ve mücadelelerine bağlı kalacağımızı belirtiyoruz.
ZOZAN ÇEWLÎK
YORUM GÖNDER