HAKİKAT ARAYIŞCILIĞI BİR SORGULAMA İŞİDİR (1.BÖLÜM)
Evren için, insanlık için hakikat; yaşamın anlamına varmadır. Ortada bir yaşam var. Bir evren oluşmuş, dünya oluşmuş, canlılar oluşmuş, onun içinde bir de insan oluşmuş, bu varlıkta akıl ve düşünce gelişmiş, kendini fark eden varlık olmuş ‘ben ne yapıyorum, kimim,’ sorusuna cevap arıyor. Ölüyor, ‘ölünce ne olacağım?’ ‘Yaşamak ne demek, ölmek ne demektir?’ ‘İnsan ne demek? Bitki ne demek? Dağ ne demek? Su ne demek?’ Yani içinde bulunduğu her şeye tanım getirmek, anlam kazandırmak ve böylece kendini tanımak istiyor. Temel amacı; kendini tanımaktır, elbette çevreyi tanımayı da öngörüyor.
Sorgulamak için var olandan, verili olandan kuşku duymak gerekir; dahası onu çözümlemeyi, reddetmeyi bilebilmek ya da onun gücünü gösterebilmek gereklidir. Önderlik kendisini bu duruma getiren temel çıkış noktasının burası olduğunu söyledi. Bizimle Önderlik arasında en büyük farkımız burada olabilir; verili olanı çok fazla esas alma, etkisi altına girme, ondan kuşku duymama, dolayısıyla en fazla onu öğrenmeye çalışma, ona eleştirel bakamama, onu aşma arayışında olmama durumu çok fazla var.
Önderlik, “Kötülüklerle birlikte yaşamayı asla kabul etmem, yok edene kadar mücadele eder ancak oradan kurtulduktan sonra yaşamı kabul ederim, ama siz o kötülüklerle yaşamayı kabul ediyorsunuz, farkında bile olmuyorsunuz ya da mevcut zihniyetinizle, hakikatinizle onları benimsiyorsunuz” dedi. Mevcut durumu ortaya koyarken, bizleri eleştirirken kendisiyle kadro arasındaki önemli bir fark olarak bunu koydu. Eğer bu yönlü sorgulama yapacaksak gerçekten ne kadar yaşamı sorguluyoruz, ne kadar yaşamı anlamaya çalışıyoruz, yaşam üzerine ne kadar derinleşmeye çalışıyoruz, ne kadar yaşamın ayrıntısı üzerinde duruyoruz, bu yaşamla birlikte yaşadıklarımızı ne kadar anlıyoruz, anlayarak mı yaşıyoruz yoksa verileni, öğretileni tekrarlayan, onları pratikleştiren bir yaşamımız mı var?
Bu çerçevede genelde yaşam gerçeğini, evreni, dünyayı, geçmişi, geleceği kendisine sorun yapan, anlamaya çalışan bir yaklaşımımız var mı, yok mu, ne kadar var? Sorun buradan başlıyor. Birkaç şey öğrenip söylemek yaşamı anlamaya çalışmak, evren üzerinde kafa yoruyor olmak değildir. Bu bütünlüklü ve kesintisiz bir sorgulama işidir, bir arayışçılık işidir. Çok fazla indirgeyici olmak da, bireycileştirmek de doğru değildir. Bu iş ‘ben’ demekle olmaz, biraz ‘biz’ olarak da bakmak gerekiyor. İnsan kendinden de birçok şeyi çözebilir, ama dışından da görebilir, kendinden çözmeye kalkarken azıcık eleştiri gelince tutuculuk olabiliyor, çünkü başkasını eleştirmeye meyil çoktur. Özeleştiride, kendini çözmede genellemeci, ama eleştiri yaklaşımında başkasına yükleme yaklaşımı çok fazladır. Esas büyük sorun buradadır.
Yaşama nasıl girdik, nasıl başladık, ne kadar sorgulayıcı olduk? Önderlik tarihi inceliyor, geleceği çözmeye çalışıyor, onu evrenle bağlantılandırıyor. Biz verili olanların içinden bir çıkış ya da bazı şeyler yapmak istiyoruz, Önderlik ise var olanların hepsini eleştirdi. Evet Önderlik, “Yeni bir sosyal bilim tanımlamıyorum” dedi, ama var olanın da hepsini eleştirdi. Var olanları reddetmeyen, parçalanmış olanı eleştirip bir kısmını atan, olumlu görülenleri toplayıp birleştiren, yeniden sentezleyen bir düşünce de ortaya çıkardı. “Hakikat Rejimi” dediği de odur. “Anlamcılık” diye tanımladı ve “Yöntemim de budur” dedi. Dikkat edilirse Önderlik bir yöntem önerdi. Öncekilerin yaptığı gibi, geçmişte olanları tümden reddeden, apayrı bir şey belirten değil, hepsinin yeni bir sentezini ortaya çıkaran oldu. Olumlu bulduğu her şeyi her yerden aldı, öyle ucuzdan peşinen reddetmedi. Önderlik düşüncesinde öyle bir şey yoktur, ama olduğu gibi de hiçbir şeyi kabul etmedi, hepsini yeniden değerlendiriyor, alıyor yeni bir sentez ve tanım geliştiriyor. Oradan bir teori, ideolojik-politik çizgi, program, alternatif bir yaşam, alternatif bir uygarlık sistemi, toplumsal sistem tanımlamasına gidiyor. Demokratik Modernite kuramı olarak alternatif bir toplumsal yaşam, bir paradigma tanımladı. İşin bu kadar kapsamı var.
Şöyle yaklaşmak doğru değildir. ‘Önderliktir düşünür ve onu yaşar, programlar biz militanlar ise yaparız’ diye düşündük, bu bir yanıyla doğrudur, fakat yaparız da ne yaparız mesele oradadır. Bir şeyleri yaparız da yaptığımız Önderliğin düşündüğü, değerlendirdiğinin pratikleşmesi mi olur, yoksa onu boşa çıkartan başka şeyleri pratikleştirme mi olur. Sorun buradan ortaya çıkıyor. Önderlik hakikatinin uygulayıcısı olacaksan anlayacaksın, o hakikate eremezsen uygulayamazsın, ezberleyip söyleyebilirsin de, fakat ezberleyip söylemiş olmak onun uygulayıcısı olmak değildir.
Önderlik, “Kadro hakikattir” dedi. O zaman kadro şahsında Önderlik hakikatinin her yere dağılmış halidir. “Kadro, örgütlü ve eylemli kılınmış hakikattir.” ‘Örgütlülük ve eylemlilik’ uygulamadır, ona hakikat demiyorlar aslında ‘marifet’ diyorlar, orası taktiktir. Hakikat amaçla bağlıdır. Aslında ideolojik-politik çizgi, program, amacı belirleme, ulaşılacak yeri tanımlama, anlamlandırmadır. Marifet ise, onu gerçekleştirmedir, o yolda yürümenin tarzıdır, pratiğidir. Nirvana’ya ermek, amaca ulaşmak, başarılı olmak marifet sahibi olmakla gerçekleşiyor.
Böyle olabilmek için o zaman teorik olarak da, strateji olarak da, ideolojik-politik çizgi, program ve amaçlar olarak da ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı bilmemiz gereklidir. Önderliği anladığımız kadar uygularız. ‘Ne yapsak da parti, Önderlik kabul etmelidir!’ biçiminde de olmaz. Ona Önderlik, “İlk kurşunda kalmak, ilk sözde kalmak” dedi. Önderlik hakikatinden hiç anlamamış değiliz, bizi etkilememiş değil, etkilenmişiz karar vermişiz ve ‘Bu Önderliğe katılacağız’ demişiz, bu ilk karar ve adım atıştır, ama Önderlik “Ben her gün kırk tane karar veriyorum, PKK’li olmak her gün yeni başlangıç yapmaktır” dedi. Günlük mücadele yaşam her gün kırk sorun ortaya çıkartıyor ve çözüm istiyor, onları da yapıyor musun yoksa sadece ‘Ben katıldım’ kararında mısın ve onu da sorgulatmam mı diyorsun? O zaman ilk sözde kalmak buna diyordu.
Ne kadar katıldığının ölçüsü ne kadar uyguladığındır, ne kadar uyguladığını da belirleyen ne kadar anladığındır. Çünkü anladığını uygularsın; senin anladığın kendi anlayışındır, anlam gücündür. Önderlik hakikatini, anlam gücünü ne kadar anlarsan o kadar onu uygularsın, anlamadığın kadar kendini uygularsın, kim adına uygularsın Önderlik adına uygularsın. Dünyada büyük ideolojiler, özgürlük arayışçıları adına öyle yaptılar, en son Marksizm’in de uygulaması öyle oldu, sosyalizmin uygulanması da ona benzedi. Birçok şey Marks’ın adına yapıldı, ama uygulanan ile Marks’ın söylediklerinin arasında ne kadar farklılık olduğunu günümüzde çok daha iyi görebiliyoruz.
İnsan esnek zekâya sahiptir, düşünceyi istediği kadar değiştirebiliyor. Derler ya, “Dilin kemiği yoktur” istediği gibi konuşabiliyor. Düşüncenin de öyledir, o bakımdan Önderliğin yaşama, geçmişe, geleceğe, varoluşa yaklaşım tarzı, derinliği, sorumluluğu, var olanı eleştirme, kuşku duyma durumu, arayışçılığı, bu konuda kendini soruna verişi bizimkinden farklıdır. Öncelikle bu farkı görmek gerekiyor.
Şöyle ele alamayız: ‘Önderlik yapar, biz de ancak böyle oluruz, militan böyle militanlık yapar!’ denilemez, militanlık anladığı kadar yapar, Önderlik hakikatini anlamakla mükelleftir. Anlayabilmek için de çaba harcayacak, Önderlik gibi yapacak, en azından Önderlik kendinden öncekileri nasıl öğreniyor, araştırıyor, inceliyor, eleştiriyor, kesiyor, ekliyor, birleştiriyor, sentezliyor ve bir şey ortaya çıkartıyorsa sen de en az Önderliğin ortaya çıkardığını pratikte, yaşamda karşılığını görecek şekilde anlayacak kadar öğreneceksin, üzerinde duracaksın, yoğunlaşacaksın. Anlamanın başka çaresi yoktur. Bu noktada bütünlüklü, derinlikli sorgulama yapma zayıftır, ezberleme yanı daha fazladır. Daha ötesi, anlam gücü alanından kaçarak, ‘biz pratikçiyiz’ diyerek kendini dar pratikçiliğe verme aslında buradan ileri geliyor, bu da bir tür kaçıştır. Kendimize göre teorisini de yapabiliyoruz, ‘militanız, pratiğini yapacağız, biz pratikten sorumluyuz’ diyerek aslında kendimizi kandırıyoruz.
DURAN KALKAN (HEVAL ABBAS)
YORUM GÖNDER