HAKİKAT ARAYIŞCILIĞI BİR SORGULAMA İŞİDİR (4.BÖLÜM)
Yöntem Ve Hakikati Birbirinden Koparmak Başarıyı Engeller;
Oportünist denen duruşlar, yöntem ile hakikati birbirinden koparmadan kaynaklanıyor, yöntem ve hakikati birbirinden koparmak da başarıyı engeller. Her hakikat kendi gerçeğine uygun yöntemle ifade edilir, pratiğe dönüşür, yaşama dönüşür, inşa olur, uygulamaya döner. Yoksa ona uygun olmayan yöntemlerle olmaz. Bu bakımdan yöntem de önemlidir. Esas daha önemli olan hakikate ulaşmak, hakikati bütünlüklü ele alabilmek, Önderlik gerçeğini bütün ele almak, doğru ele almak, derinliğine anlamak ve benimsemektir. Benimseme çok önemlidir. Bilmek yetmiyor, anlama ve benimsemenin yerine sadece bilmeyi koymamak lazım. Biz oraya çok yükleniyoruz, diğer konularda eleştiriler gelişince o zaman, ‘bilgimizi arttıralım’ diye ezbercilikte oradan ortaya çıkıyor ve durmadan bilgi edinmeye çalışıyoruz, okuyoruz araştırıyoruz ama ona anlam vermeden yapıyoruz. O edinilen bilgiler anlama ve benimseme anlamına gelmiyor.
Dolayısıyla anlamak ve benimsemek ayrı, bilmek ayrıdır. Anlama ve benimseme; bilinenin doğru bulunması, özümsenmesi, benimsenmesini ve kabul edilmesini ifade ediyor. Önderlik, “Böyle olan doğru tarzı da bulur, kazanımcı üslubu da bulur, yeterli tempoyu da bulur, o düzeye gelen bir militan her yerde her zaman doğru kararı da verir, başarılı uygulamayı da yapar. Öyle bir militan grubun başaramayacağı görev yoktur, fethedemeyeceği yer yoktur” dedi. O tarzda bir Önderlik silahıyla, hakikatiyle donanmış bir militanın, kadro biriminin yapamayacağı, başaramayacağı hiçbir görev, anlamayacağı, çözümleyemeyeceği hiçbir sorun olmaz. Eğer buralarda sorun ortaya çıkıyorsa o zaman Önderlik hakikatini ve yöntemini doğru yeterli anlayıp anlamama, benimseyip benimsememe durumumuzu gözden geçireceğiz.
Ezberlenmiş bilgilerin yaşamda bir karşılığı yoktur, anlamına erme yoktur, dolayısıyla o bilgi yaşama, pratiğe yön veren değildir. ‘O ayrı, pratik ayrı’ denilirse o zaman beyninin bir tarafında o kalıyor bir tarafında eski bilgiler kalıyor; eski bilgi, bilinç, hakikat, anlam gücü daha baskın oluyor, pratiğe onlar geçiyor, ezberlenen bilgiler geçmiyor. Ezberlenen bilgiler yanılgıya yol açıyor, belki insanı örgüt içerisinde tutuyor, ama başarılı da kılmıyor, başarısızlığın da temel bir nedeni oluyor.
İnsan, Algıladıklarını Anlamlandırma Gücüne Sahiptir;
Metafizik denen alanla uğraşıyoruz, maddi olarak görünen, elle tutulan, deneyebildiğimiz alan değil, fakat sonuçları itibarıyla varlığını hissettiğimiz, bilgi haline getirdiğimiz bir alanla uğraşıyoruz. Metafizik alan olarak tanımlanıyor, fiziğin ötesi ve insana özgü bir alan, evren gerçeğini de bilinmeyen gerçekliklerini de insanın bu alanı daha çok anlamaya, çözümlemeye çalışarak evreni anlamaya çalışıyoruz. Önderlik, “Böyle anlamak daha doğrudur ve evreni daha iyi açıklar. İnsan küçük evrendir, dolayısıyla insanda ulaşacağımız çözümü evren için genelleştirebiliriz, evren algımızı anlayışımızı, anlama düzeyimizi, anlam gücümüzü arttırırız” dedi.
Bu bakımdan tartıştığımız alan gözle görülen, elle tutulan, maddi olan, pratikte deneyebildiğimiz bir alan değildir. Kesin olan, kalıp olan, görülebilen, duyulabilen, dokunulabilen maddi alandır. Diğeri böyle değildir, esneklik buradan geliyor. İnsan ve onun oluşturduğu topluma ait bir alan, bunu yaratan da beyin organıdır. İnsan beyninin hareketiyle oluşuyor, maddi olarak insan duyularının algılaması, beyinde sadece içgüdüsel bir algılamanın ötesinde onu fark etme, anlamlandırma düzeyi kazanıyor. İnsan beyninin diğer canlıların beyninden farkı budur. Algıladıklarını anlamlandırma gücüne sahiptir, bu yetisi evrim içerisinde gelişiyor. İçgüdüselliği aşan bir akıl-zekâ dediğimiz durum bunu ifade ediyor. Önderlik, “Çok değişmeyen durum ise duygusal zekâdır” dedi. Daha çok esnek olan, analiz eden, yorumlayan zekâ ise analitik zekâdır. Öyle tanımladı ve böylece metafizik dediğimiz alan oluşuyor. Düşünme organı olarak beynin algılamalar, hissetmeler temelinde geliştirdiği yeni bir durumdur.
Evrimin, evrensel yürüyüşün belli bir aşamasında bir canlı olarak insanda ortaya çıkıyor, bir tür olarak insan bununla hayvanlar aleminden kopuyor, bununla farklı bir tür haline geliyor ve bir de hem evreni daha çok anlaşılır kılabiliyor, anlam gücü kendisinde geliştirebiliyor hem de buna ters tahrip edici tehlike arz eden yanları da var. Bir bilinçlenme durumu gelişiyor, bu olumlu da oluyor. Olumluluk nedir? Evrenin, doğanın, toplumun, bireyin yararına olan; onun ana ilkesine, iyilik, doğruluk, güzellik, özgürlük ilkesine uygun olandır. Ama tersinden de gelişimi var; özellikle iktidar ve devlet sistemiyle, hiyerarşi düzeninin ortaya çıkışıyla hakikat algısında değişiklik oluyor.
İnsan duyularıyla algılıyor, pratikte bir algılama yetisi var. Diğer canlıların da hayvanların da bir algılaması var, örneğin yaşamı örgütlüyorlar, yürütüyorlar, kendilerini besliyorlar, savunuyorlar. Neyle beslenilir, tehlike nerededir, nasıl savunulur? Bunları derinliği olmayan bir tekrar düzeyinde biliyorlar, böyle bir algılamaları vardır, ama o algılamalar birikip yaşamı daha farklı yaratma düzeyine, anlam gücüne, akıl gücü dediğimiz güce dönüşmüyor. İçgüdü olarak kalıyor, algılamalar duyular olarak kalıyor. İnsan türü bu algılamaları, insan beyninin yaşadığı değişim, yarattığı kazanım bu algılama yoluyla, tecrübe yoluyla ortaya çıkan bilgileri anlam gücüne dönüştürmesiyle hayvanlar aleminden kopuyor, düşünce ve zekâ gücü gelişiyor. Bir düşünme organı, zekâ olayı algılama gerçeği var, onu görmemiz lazım. Algılama aslında bilgi toplamadır. Bilgi toplama; gördüğünden, dokunduğundan algıladıklarıyla birlikte duyduklarından da var, okuduklarından da var.
Örneğin kitap yokken anlatımlarla duyuyor, insanın o aktarımı da var, yazı haline getirdiğinde okuması gelişiyor, bilgi toplama alanı artıyor. Bu faaliyete bilgi toplama diyoruz. Ama bilginin sadece algılama, bilme olmaktan çıkma, bir anlam gücü kazanmasına hakikat dedik, hakikatin Türkçe karşılığı herhalde bilinç oluyor. Bilinç düzeyi, bilinç durumu, bilince erme, hakikate erme olarak da tanımlanıyor. Arapça, Türkçe, Kürtçe, Farsça farklı diller birbirine karışıyor, bir de birbirine yakın alanlarla uğraşıyoruz, o bakımdan kavramları karıştırıyoruz. Kavramlarda da netleşemezsek istediğimiz değişimi gerçekleştiremeyiz, karmaşa ve karışıklık yaşayabiliriz.
DURAN KALKAN (HEVAL ABBAS)
YORUM GÖNDER