I.WALLERSTEİN VE A.GUNTER FRANK'IN DÜNYA SİSTEMİ ANALİZİ VE A.ÖCALAN'IN MERKEZİ UYGARLIK KURAMI (2.BÖLÜM)
Öcalan’ın Merkezi Uygarlık Analiz Modeli;
Öcalan’ın temel yaklaşımlarından biri, eleştirel yaklaşımını yüceltme ve yerme temelinde kullanmamasıdır. Teorik çerçevesini hakkaniyette uygun ve düzeltme ve alternatifi geliştirme temelinde eleştirmektedir. Frank ve Wallerstein’in geliştirdikleri dünya sistemi analizlerine de bu temelde yaklaşmaktadır.
Bu bağlamda Öcalan’ın dünya sistemi analizlerine yaklaşımı dört boyutta ortaya çıkmaktadır. Birinci boyut; dünya sistemi analizlerinde kendisine yakın bulduğu hususlardır. İkinci boyut; kusurlu ve yetersiz yönlerini kritik etmesidir. Üçüncü boyut; geliştirdiği demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü paradigma ekseninde özgül merkezi uygarlık analiziyle yeni bir model sunmasıdır. Dördüncü boyut; alternatif bir sistem geliştirmesidir.
Öcalan dünya sistemi analizlerinin merkez, çevre/yarı-çevre ve inişli çıkışlı karakteristik yapısına katılmaktadır. “Uygarlıklar hegemonyasız yürümez” Tarih boyunca merkezi uygarlığın merkez konumundaki gücü hegemonik güç olmuştur. Sümer, Atina kent devletleri, Roma imparatorluğu ve günümüzde de ABD-AB bunun örneklerini oluşturmaktadır. Hegemonik güç karakteri gereği tek başına yaşayamayacağı için (toplumsuz kralın olamayacağı gibi), çevre/yarı-çevreyi oluşturmuştur. Çevre/yarı çevre merkezi uygarlık sistemin zayıf yapısal konumunu teşkil etmektedir. Zayıflıkları doğallığın sonucu değildir. Merkezi uygarlık ekonomik kâr, ucuz işgücü ve siyasal hâkimiyet alanı alarak kullandığı için zayıf bırakılmıştır. Merkezi uygarlık bu temelde çevre/yarı-çevreyi kendisine bağımlı hale getirmiştir. Bu temelde oluşturulan merkezi uygarlık, tarih boyunca inişli-çıkışlı bir seyir izlemiştir. Krizler yaşamış, coğrafi değişimlere uğramıştır. Egemen sınıflar arasında el değiştirmiştir.
Bu bağlamda Öcalan, Frank’ın geliştirdiği 5000 yıllık dünya sistemi analizini “En yaklaştığım model…” olarak değerlendirmektedir. Ve şu hususun altını çiziyor: “Daha Frank’ın adını bile duymadığını ve analizini okumadığı dönemde, merkezi uygarlık sistemi modelini bağımsız olarak geliştirdiğini” belirtiyor. Geliştirdiği yeni paradigmanın ilk eseri olan “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” da çözümlemeleri görmek mümkündür. Söz konusu analizlerde Sümer devletli toplumdan itibaren merkezi uygarlık sisteminin adım adım nasıl geliştiğinin kapsamlı çözümlemeleri yapılmıştır. Daha sonraki analizlerinde de bu çözümlemeleri derinleştirerek kurumsal bir model oluşturmuştur. Merkezi uygarlık analiz modelinde Frank’ın analizini kendi modeline yakın bulmakla birlikte “Frank’ın dünya sistemi bile bana çok ciddi kusuru barındırıyor gibi geliyor” diyerek, bu gerek Fran’ın gerekse de Wallerstein’in geliştirdiği modeller ile arasındaki mesafeyi de, aşağıda açımlandığı gibi göstermiştir.
Öcalan, Wallerstein’in dünya-sistem analizini iki yönden ele almaktadır. Birincisi, bu dünya-sistemi modelinin kapitalizmin çözümlemesi bakımından olumlu buluyor. İkincisi ise Wallerstein’in dünya-sistemi analizini “Avrupa merkezci” olarak değerlendirmesidir. Dünya-sistem analizini son 500 yıllık süreyle sınırlandığı için yetersiz bulmaktadır. Merkezi uygarlık dünya sistemi, 5000 yıllık bir süreci kapsamaktadır. Kapitalist modernite bunun son 500 yılına tekabül etmektedir. Öcalan, Wallerstein için, “Tahlillerini 5000 yıllık süreye dayandırsaydı çok daha verimli olacağı açıktır” diyor. Ayrıca I.Wallerstein’in geliştirdiği modelin kısmen de olsa kapitalist sistemden çıkışının ipuçlarını verdiği için, Frank’ın analiz modeline kıyasla daha avantajlı olduğunu belirtmektedir.
Her teorik modeli belirleyen esas aldığı yöntemdir. Öcalan’ın dünya sistemi analizlerine yönelttiği eleştirilerin temel çıkış noktası da yöntem konusu olmaktadır. Ve merkezi uygarlık analiz modeli de yönteminden hareketle özgüllük kazanmıştır. Frank ve Wallerstein’in geliştirdikleri modellerin farklılıkları olsa da yöntem açısından aynı parametleri esas almıştır. Yöntemsel referansları aynı verilerden kaynaklanmaktadır.
Dünya sistemi analizlerinin esas aldığı yöntem sonucu, söz konusu modeller tek boyutlu kalmışlardır. Bu durumun kaynağı ekonomik indirgemeciliktir. Bu düşünürler ekonomi merkezli, ekonomik birikim ve süreklilik eksenli dünya sistemi modelini geliştirmişlerdir. Bu nedenle merkezi uygarlık bütünlüklü olarak ideolojik, devlet-iktidar ve ekonomi boyutlarıyla çözümlenememiştir.
Şüphesiz, merkezi uygarlığın oluşumu ve gelişiminde egemen ekonominin rolü küçümsenemez. Öcalan merkezi uygarlığın sürekliliğinde sömürüye dayalı ekonomik birikimin rolünü ortaya koymaktadır. Hegemonyanın bir ayağı da bu tarz kesintisiz bir ekonomik sistemdir. Ancak Öcalan, analizinde gösterdiği gibi merkezi uygarlığı tek başına ekonomi belirleyemez. Sermaye birikimi, üretim araçlarının tekelleştirilmesi, metaların dolaşımı ve kâra dayalı ticaret merkezi uygarlığı meydana getiren boyutlardan sadece biridir. Bu boyut ne denli güçlü olursa olsun merkezi uygarlığın “kartopu” gibi büyüyüp çığ olmasında yetersiz kalacağı açıktır.
Frank ve Wallerstein egemen hukuk ve siyasal gücün dünya sistemi açısından önemini belirtmişlerdir. Fakat bu iki faktör ekonominin yansımaları biçiminde ele alınmıştır. Hegemon ekonominin yol açtığı gelişmeler sonucu üstyapıda ortaya çıkıp rol oynadıkları biçimindeki bir öncelikten hareket edilmiştir.
Öcalan, merkezi uygarlığı bütünlüklü bir yöntemsel tarzla ele almaktadır. Geliştirdiği modelde merkezi uygarlığı iç içe geçen üç boyutuyla analiz etmiştir. Birinci boyut; ideolojik hegemonya. İkinci boyut; ekonomik sömürgecilik ve birikim(tekel). Üçüncü boyut; devletiktidar. Bu boyutlar merkezi uygarlığın “mahşeri üç atlısı”dır.
Herhangi bir olgunun oluşumunda rol oynayan faktörleri belirlemek için söz konusu olgunun ilk oluş haline bakmak gerekir. Olgular varoluşlarını oluş hallerinde rol oynayan faktörlere borçludurlar. Oluş halindeki faktörler bir olguyu meydana getirdikleri gibi, süreklileşmesinde de rol oynarlar. Örneğin yaşamı karbon, hidrojen, oksijen ve nitrojen temelli kimyasalların varlığı ve karşılıklı etkileşimi ve bileşimi başlatmıştır. Yaşamın süreklileşmesinde halen bu faktörler rol oynamaktadır.
Merkezi uygarlık ilk oluşum faktörleriyle analiz edilmelidir ki, bütünlüklü anlaşılabilsin. Bu bağlamda Öcalan, merkezi uygarlığı tüm boyutlarıyla çözümlemek için ilk oluş evresindeki Sümer kent devletlerini referans olarak göstermektedir. Sümer kent devletini merkezi uygarlığın “kök hücresi” olarak tanımlayıp, “…tüm göstergeler rahibin karargâhı olarak tapınakların hem maddi üretimin, hem de manevi [ideolojik] yaratımın merkezi olduğunu kanıtlamaktadır. [Merkezi] uygarlık, devlet ve kent bu temelde oluşmuştur.” demektedir.
Öcalan “önce ekonomi mi, ideoloji mi, devlet-iktidar mı ?” indirgemeciliğine düşmeden merkezi uygarlığın oluşumunu ve süreklileşmesini bu bütünlük içinde anlamanın yolunu göstermiştir. Merkezi uygarlık analiz modelinde ideolojik hegemonyayı ve devleti-iktidarı ekonomik altyapının üstyapıdaki basit yansımaları olmaktan çıkartmıştır. Özellikle ezilenler açısından ekonomik sömürü ve birikimle birlikte ideolojik 16 hegemonyanın ve devlet-iktidarının egemenlerce nasıl iç içe kullandıklarının görülmesi için bu çözümleme hayati değerdedir. Bu anlamıyla çok önemli bir eksikliği gidermiştir. Öcalan dünya sistemi analizlerinin düştükleri ekonomik indirgemecilik nedeniyle ihmal ettikleri boyutları, merkezi uygarlık analiz modeliyle göstermiş ve giderilmesini sağlamıştır.
İdeolojik hegemonya merkezi uygarlığın tüm aşamalarında “benzin ve yağlama” rolünü oynamıştır. İdeolojik aygıtlar-eğitim, hukuk v.b.merkezi uygarlığa hem meşruiyet kazandırmış hem de zihniyet ve kişilik şekillenmesinde biçimlendirici güç olmuştur. Tıpkı ekonomik tekel, sermaye birikimi gibi zihniyet, bilgi ve bilim alanlarında tekel kurulmuştur. İdeolojik hegemonyanın bu rolü en açık haliyle günümüzdeki merkezi uygarlığın temsilcisi olan kapitalist modernitenin eğitim, hukuk, basın-yayın, düşünce kuruluşları v.b. alanlardaki yapılanmalarında görmekteyiz.
Ekonomik sömürgecilik, birikim ve süreklilik, devlet-iktidar gücüyle sistemleşmiş ve işler hale gelmiştir. Sömürgelerin oluşturulması, pazar yollarının ve sermaye birikiminin korunması ve üretim araçlarının tekelleştirilmesi devlet-iktidar gücüyle gerçekleşmiştir. Öcalan, devletin-iktidarın bu rolünü şöyle tanımlamaktadır. “devleti dar anlamda artı-ürün-değer üzerine kurulu ekonomik tekel olarak tanımlamak daha açıklayıcıdır.(…) Devleti en kaba bir formülleştirmeye bağlarsak: Devlet = Artık-ürün+İdeolojik Araçlar+Zor Aygıtları+Yönetim Sanatları.”
Bu noktada devletin-iktidarın rolü, merkezi uygarlığı ideolojik ve askeri aygıtlarıyla organize etmesi, merkezileştirmesi ve yeniden üretmesidir. Tarih boyunca devlet-iktidar egemenler arasında el değiştirerek bu temelde rol oynamıştır. Bu, merkezi uygarlığın sistemsel ifadesi olmuştur.
Öcalan bu iç içe geçen üç boyutuyla merkezi uygarlığı çözümlerken, dünya sistemi analizlerin içine düştükleri tek boyutluluğun bir başka yönüne de işaret etmektedir. Frank ve Wallerstein hegemon dünya sistemini tanımlarken ezilenlerin merkezi uygarlık karşısında konumlarına hak ettikleri kadar değinmemişlerdir. Dünya sisteminin merkez, çevre ve inişli çıkışlı bağlamları karşısında ezilenler çevrede edilgen bir konumda ele alınmaktadır. Bu husus dünya sisteminin varlığını da boşluğa düşürmektedir. Diyalektik işleyişin diğer yanı ihmal edilmiştir. Tek boyutluluğun diğer yönü budur. Oysa merkezi uygarlığın 5000 yıllık tarihinde birde iktidarcı merkezi uygarlık karşısında ezilenler sürekli bir mücadele ve direniş içinde varlıklarını korumuş ve sistemi zorlamıştır.
Öcalan, merkezi uygarlığı analiz ederken, ezilenlerin bu konumunu Demokratik Uygarlık ve diyalektik işleyişin diğer yanı temelinde ele almaktadır. Ezilenler çevre konumundayken pasif değildirler. Bir taraftan ahlâki, politik ve toplumsal değerlerini demokratik uygarlık olarak korumaya çalışırlarken, öte yandan da ciddi bir direniş içine girmişlerdir. Merkezi uygarlığın inişli-çıkışlı durumlarında iç rekabetlerin, hegemonya savaşlarının değil, demokratik uygarlıkta somutlaşan söz konusu direnişlerin rolü belirleyicidir. Demokratik Uygarlık bir sistem haline gelmemiş olabilir. Ancak varlığı yadsınamaz. Ve halen merkezi uygarlık karşısında ezilenler şahsında varlığını korumaktadır. Geleceği belirleyecek en aktif dinamiğe de sahiptir.
Dünya sistemi analiz modellerin demokratik uygarlığın varlığını ihmal etmiş olmaları merkezi uygarlık sisteminin alternatifini geliştirememelerine de yol açmıştır. Öcalan’ın geliştirdiği eleştirilerden biri de bu husustadır. Dünya sistemi analizleri için, “…en temel kusuru (…) , hegemonik iktidar sistemlerine bir kadermiş yaklaşılıyordu. Daha doğrusu, çıkış diyalektiksel olarak gösterilmiyordu”demektedir.
Merkezi uygarlık analizi bağlamında Öcalan’ın geliştirdiği modelin en önemli ayaklarından biri, alternatif sistemin ahlaki, politik ve toplumsal alternatifini sunuyor oluşudur. Öcalan, Kapitalist Moderniteye karşı Demokratik Moderniteyi-Demokratik Konfederalizm’i geliştirmiştir. Günümüzde bu alternatif sistemin inşası için mücadele edilmektedir.
METİN YAMALAK-ERGİN ATABEY (BOLU F-TİPİ C.EVİ)
YORUM GÖNDER