ULUS ÖTESİNİ DÜŞÜNMEK: DEMOKRATİK ULUS VE ÜMMET (2.BÖLÜM)
1-Demokratik Ulusu Yeniden Tanımlamak
Ulus tanımı üzerinde uzun uzun tartışmak bu makalenin kapsamını aşmaktadır. Belki de temel tartışma, modern ulus-devletin tarih boyunca hiçbir toplumsal formda olmadığı kadar homojenleştirici, farklılıkları ve yerellikleri yok edici karakteri üzerinden yürütüldüğünde temel soruna odaklanabiliriz. Demokratik ulus kavramını da bu eksende daha yerli yerinde tartışabiliriz. Modernleşmeci bir proje olarak “ulus-devlet”, aslında tüm farklılıkların ortadan kaldırılmasını ve tek tip (uniform) ve tekçi (üniter) bir toplum formunu savunmaktadır. Zihinsel olarak benzer bir tek tipleşmeyi ve tüm geleneksel formları reddetmeyi savunur. Comte’un “Üç Hal Yasası” yani insanlığın ancak “modern bilim” ile yegane ve gerçek bilgiye ulaştığı, modern öncesi zihniyet formlarının tümünün geri, gereksiz hatta yok edilmeleri gereken düşmanlar oldukları savı, sağ ve sol ideolojilerin tümü tarafından temel bir motto olarak kabul edildi.Bu eksende modern küreselleşme, aydınlanmacı aklın bu yaklaşımı üzerinden değerlendirilebilir. Ki küreselleşme ile yerelleşme çatışmasının temel noktası, yerel ve belki de modern olmayan tüm toplumsal formların var olmak ve var kalmak için zorunlu ihtiyaç duydukları “asgari sınır’ın modernleşmenin homojenleştirici ve tektipleştirici saldırısıyla ortadan kaldırılmaktadır. Aslında bu bir sınır ihlali değil, tüm yerelliklerin ve farklılıkların iktidar sınırına zor ve imha yoluyla dahil edilmesi savaşıdır. Yerelliği ve modern öncesi formları evrenselleşme önünde engel görenler, onu kendi sınırlarına hapsolma ile suçlarlar. Bu eleştirine somut bir gerçeklik payı olduğunu da kabul etmeliyiz. En nihayetinde getto oluşturan yerellik, bir kimlik varlığı olarak cemaatlerin, komünalitelerin başka kimliklere düşmanlık üretmenin odaklarından biri olabilir. Mikro milliyetçilik eleştirisi bunu ifade eder. Fakat sistemin istediği sınırsızlık, daha doğrusu “sistem enternasyonalizmi”, halkların ve kültürlerin kendilerini sınırsız olarak oluşturabilme özgürlüğü değil, sermaye ve iktidar güçlerinin sınırsız iktidarını amaçlar. Ve bunun önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışır. Bu ise tüm farklılıkların tek potada eritilmeleri anlamındadır.
Şu ana kadar modern ulus, kendisini belli teritoryal sınırlara sahip devlet ve bu devlet ekseninde oluşturulmuş “ortaklıklar” üzerinden tanımladı. Ulusun ne kadar sosyolojik bir olgu olduğu da tartışmalıdır. Modern kapitalist devlet ulus formunun temel oluşturucusudur. Örneğin Fransız ulus-devleti oluştuğunda tüm bu devlet sınırları içerisinde Fransızca konuşanların oranı %12-13 civarıdır. Yüz yıl bile geçmeden Fransızca temel dil haline dönüşmüş, diğer yerel dillerin %90’ı yok edilmiştir. “Ulusallığın oluşumu tipik olarak var olan siyasi ve kültürel birimlerin merkezileşmiş ve bürokratik bir devletin alanına dahil edilmesini ve bunların genellikle o devlete egemen sınıfın kültürü içinde zorla eritilmesini getirir. Bir başka deyişle ulusçuluk, ulus-devletlerin oluşumu ile ilgilidir.”[7]bu haliyle modern ‘cemaat gerçek manada toplumsallığın reddi ve insan bireyinin köleliğini dayatan bir kardeş katline dönüşür.[8] Bu şartlar altında ulusallık ve sınıfsallık üzerinden özgür toplum tahayyüllerinin oluşturulması mümkün görünmemektedir. Öcalan, bu bağlamda modern devlet-ulus sınırlarını ve zihinsel yapılarına bağlı kalmadan yeni toplum tahayyülünün oluşumunu demokratik ulus ile ortaya koymaktadır. Fakat en önemli husus bu tahayyülün batı merkezci sosyoloji ve tarih anlatımlarından uzak durmasıdır.
Demokratik ulus olarak tanımlanan sosyolojik birim; en temelinde devlet-ulus kavramından ve içeriğinden kurtulmaya çalışır. Bunu çok basit olarak ulus’un ulusçuluktan ve devletten kurtarılması olarak somutlaştırabiliriz. “Ulusu dil, kültür, pazar ve ortak tarihe bağlayan anlayış, devlet ulusunu tarif eder ki, reel sosyalizmin de benimsediği bu ulus anlayışı demokratik ulusun zıddıdır. Özellikle Stalin’in Sovyet Rusyası için geliştirdiği bu tanım, Sovyetlerin çözülmesinin temel nedenlerinden biridir.”[9] Bilimsel sosyalizmin de esas aldığı bu modern ulus tanımı, toplumu oluşturan tüm alt birimlerin, özellikle komünlerin yani her tür cemaatlerin(dinsel, mezhebi, etnik,vb.)reddedilmesi üzerinden kurulmuştu. Oysa ‘toplum’ gerçekten de tekil bir birim değil; içinde bir çok cemaati barındıran çoklu yapıya sahip soyut bir birimler toplamıdır. Toplum çeşitli komünlerden-cemaatlerden oluşur. “Toplumun oluşum tarzı komünaldir’ derken bunu kastediyoruz. Demokratik ulus kavramsallaştırması bu noktada hakim sosyolojinin toplum tanımından da uzaklaşır.
Değer sisteminin eksenine “birey”i (individual yani bölünemez birim) alan liberalizme göre toplum bireylerden oluşmaktadır. Bu her tür değer tanımını bu ‘atomize’ unsur üzerinden yapılması anlamına gelir. Birey, tüm tahlil ve tanımların başladığı ve bittiği ana eksen olarak tanımlanır. Toplum ve cemaatler ise bu ‘birey’ ile tanımlanabilen arızi-ilineksel bir olgu konumundadır. Buna karşı olduğu iddiasında olan bilimsel sosyalist toplumculuk ise, bir yandan sınıfı esas alırken diğer yandan homojen bir toplum tanımı yapar ve adeta topluma tekil bir birey muamelesi yapar. Bu sosyolojide esas gözden kaçırılan unsur ise komünalite yani cemaat birimleridir.Tarihsel olarak komün-cemaatler, toplumun oluşturan çok zengin gerçekleşme biçimlerine sahiptir. Modern sosyoloji tarihsel cemaatler modern öncesi gerici kalıntılar olarak tanımlarken ve bilimsel sosyalizm, bu teoriyi bir amentü gibi kabul ederken, topluma ve komünaliteye amansız bir savaş açtıklarının da farkında değillerdir. Kendi cemaatlerini reddeden ve eritmeye çalışan toplum, aslında kendisini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Soykırım sistemi toplumu oluşturan komünalitelerden birinin (örneğin bir etnisitenin veya bir dinin veya bir mezhebin veya bir sınıfın) iktidar aygıtını ele geçirip diğer komünaliteleri zor yoluyla ortadan kaldırmaya çalışmasının sonucudur.Buna binaen şunu diyebiliriz; toplum ve tarih tezimiz gereği toplumsal öznelerimiz komünler ve cemaatlerdir. Hem geleneksel toplumdan bize kalan etnik ve dinsel-mezhepsel-felsefi veya ekonomik tüm cemaatler, hem de modern dönem içerisinde oluşmuş demokratik birimler de toplumsal özneler olarak ele alınmalıdır. Burada önemli noktalardan biri de, komün-cemaatlerin kolektif kimliğin oluştuğu ve ifade edildiği zemin olduklarıdır. Öyleyse bütün bu kolektiviteleri yani cemaat ve toplumsal birimler homojenleştirmeden, beraberce yaşamalarını sağlayabilecek bir toplumsal birim tasavvuruna ulaşmamız gerekmektedir. İşte demokratik ulus, ulus kavramının tek bir etnisiteye, dine, mezhebe veya sınıfa hasredilmeden ortak yaşam zemini olarak kurulmasını sağlayan kuramsal ve somut tarihsel zeminlere dayana bir toplum tahayyülüdür. Kendisini tek bir etnisiteye, dile, sınırlara kapatan ulus anlayışından çoklu kültürlerin bir arada yaşayabildiği, çok dilli, çok etnisiteli tüm inançlara saygılı, herkesin kendi özerkliği içerisinde yaşayabildiği fakat kendi gettosuna hapsolmadığı ve ucu açık kimlik tanımıdır demokratik ulus.
MUHAMMED İNAL& YAŞAR CİNBAŞ
YORUM GÖNDER