DİAYDER İFTİRANAMESİ...
Kürtler dilleriyle, kültürleriyle, verdikleri mücadele içinde tüm ezilenler için ortaya koydukları demokrasi alternatifi ile dimdik ayaktayken, yok hükmündeki bu iddianame ancak bu inkarcılığın, tekçiliğin, vesayetçiliğin beyhudeliğinin bir örneği olarak anılacaktır.
Bir yılı daha kapattık, yeni bir yıla girdik.
Faşizm, 2021 yılına noktayı Din Âlimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DİAYDER) hakkında hazırlanan "iddianame" ile koydu. En başta şunu belirtelim ki, her zaman olduğu gibi avukatlara, soruşturmanın muhataplarına verilmeden el altından yandaş medyaya servis edilerek kamuoyu ile paylaşılan, tek taraflı bir linç kampanyasının ardından resmen açıklanan DİAYDER "iddianamesi" bir hukuk belgesi olarak asla görülemez. Bununla birlikte, hukuki olarak çöp değerinde olan bu iftiraname, faşist rejimin karakteri, "hukuk" sisteminin iktidarın elinde nasıl siyasallaştığı ve araçsallaştığı, faşist iktidar bloğu içindeki güç dengesi ile güç ilişkileri ve tabii ki siyaset-din ilişkisini göstermesi açısından çok önemli mesajlar taşımaktadır.
İftiranamede öne çıkan hususların başında, savcının DİAYDER üyelerinin kendi aralarında ve verdikleri vaazlarda kullandıkları Kürtçe kavramları bir suç unsuru olarak gösterme çabası gelmektedir.
Kürt dili, etimolojisi ile bir dilin ortaya çıkan ihtiyaçlara göre nasıl geliştiği, zenginleştiği konusunda çok derin "bilgisi" olduğu yazdığı her satırdan anlaşılan savcılığa göre "Civak, Bawermend, Hêja, Jiyan, Hember, Rûmet, Taybet" gibi kelimeleri kullanmak "örgüt terminolojisi" ile konuşmak demektir; dolayısıyla da suçtur.
Bu satırları okuyunca insanın aklına, neredeyse elli yıl önce sanki büyük bir dilbilimcisiymiş havasıyla sayfalarca Kürtçe diye bir dil olmadığını ispatlamaya çalışan Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) iddianamesi geliyor. Geçen onlarca yıla rağmen Türk yargısının Kürt dili ile sorunu bitmiyor. Kürtçe diye bir dil var mı yok mu, hangi kelimeler Kürtçe hangileri değil konuları bir türlü yargının konusu olmaktan kurtulamıyor.
DİAYDER iftiranamesindeki Kürtçe’ye ilişkin normalde ancak gülünüp geçilecek bu anlayış, maalesef günümüz Türkiye’si için artık şaşırtıcı olmamaktadır. Aslında "Yeni Türkiye" gerçeği tam da budur. Özellikle elindeki hegemonik gücün eridiği son yıllarda iktidar, bunu dengelemek adına kendisinden olmayanlara sürekli kendi kavramlarını dayatmakta ve bunları kullanmayanları ise "terör" ile suçlamaktadır. Özcesi, 'Kürtçe veya Türkçe fark etmez, benim belirlediğim sınırlarda, benim belirlediği kavramlarla konuşabilirisin' demektedir. Bu günün Türkiye’sinin "normalidir."
Tam da buna bağlı olarak, iftiranamede öne çıkan bir diğer önemli nokta ise, DİAYDER üyelerinin verdikleri vaazların dini değil, siyasi içerikli olmasıyla suçlanmalarıdır. Bu husus, rejimin geldiği noktadaki karakteri açısından en az ilki kadar önemlidir.
Savcıya göre bir vaazdaki şu gibi sözler suç teşkil etmektedir: "Eğer bir ülkede Cumhurbaşkanı barışçıl değilse, eğer haksız ise bize önemli bir yol açılıyor. Bu yol özgürlük, barış mücadele ve birlik ve beraberlik yoludur."
Sözde din özgürlüğünü savunanların iktidarında bir vaazın siyasi içeriği olduğu gerekçesiyle suçlama konusu yapılmasından daha büyük bir ironi olabilir mi? Ama bu ironi değil, tam da "yeni Türkiye" gerçeğidir ve iktidarın din üzerinde kurduğu vesayeti ortaya koymaktadır.
Bugün her konuda olduğu gibi din açısından da ancak belirlenen sınırlar içinde konuşulabilir. Onun ötesi suçtur. Hatta kafalarının bir yerinde din hakkında sadece bizzat iktidara bağlı Diyanet’in konuşması gerektiği düşüncensin olmadığını kim söyleyebilir? Bunun sözde o çok eleştirdikleri Kemalist laiklik anlayışından özünde hiçbir farkı yoktur. Tam da bu nedenle bu sadece Kürt din insanları için bir tehlike değildir. Yarın bir tehdit veya tehlike olarak algılandıkları an tüm dini cemaatler, tarikatlar, vakıflar, dernekler kendilerini bir anda yargı karşısında bulacaklardır; ki bunun örnekleri de hali hazırda zaten ortadadır.
Özetle iktidara kulak versek sözde onlardan daha fazla darbe ve vesayet karşıtı yoktur. Kimse onlardan daha fazla özgürlükçü değildir. İnkar ve asimilasyona onlar son vermiştir. Ama DİAYDER hakkında hazırlanan bu iddianame göstermektedir ki, 'Kürtçe diye bir dil olsa bile onu ancak benim sınırlarını çizdiğim şekliyle konuşabilirsin, dini konularda da ancak benim çizdiğim çerçeve içinde vaaz verebilirsin' diyerek tüm bunların yalan olduğunu ve mevcut iktidarın gerek ulusal gerek dini konulardaki tekçiliğini, inkarcılığını çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, bugün Kürtler dilleriyle, kültürleriyle, verdikleri mücadele içinde tüm ezilenler için ortaya koydukları demokrasi alternatifi ile dimdik ayaktayken, yok hükmündeki bu iddianame ancak bu inkarcılığın, tekçiliğin, vesayetçiliğin beyhudeliğinin bir örneği olarak anılacaktır.
Son olarak ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından açılan soruşturma, bu soruşturmaya yönelik AKP içinden yükselen yarım ağız itirazlar ve bunlara dönük MHP kanadından gelen tepkiler ile beraber değerlendirildiğinde, bu iddianamenin aynı zamanda faşist iktidar bloğunun beyaz ve yeşil kanatları arasındaki güç mücadelesinin de bir yansıması olduğu görülecektir. Ama bunu başka bir yazının konusu olarak şimdilik bir köşeye bırakalım.
CİHAN DENİZ
KAYNAK: ÖZGÜR POLİTİKA
YORUM GÖNDER