DEMOKRATİK MODERNİTE: POLİTİKA VE ÖZGÜRLÜĞÜN İMKAN REFERANSI (1.BÖLÜM)
Politika yapma ve politik süreçlere katılmanın her geçen gün daha fazla aşındığı, demokrasinin yerine plebisiter anlayışın ikame olduğu 21. Yüzyılda, politika ile birlikte en çok özgürlük fikrini kaybediyoruz. 21. Yüzyılın ilk günleri ile birlikte gerçekleşen 11 Eylül saldırıları sonrası küresel hegemonya, güvenlik söylemi altında özgürlüklere kast ederken, siyaseti prosedürler yığını ve bu yığın içinde parıldayıp kaybolan seçim sandığı ve oy pusulası arasına sıkıştırıyor.
Demosun (halk) kratostan (yönetme yetkesi) ayrıştırılması, toplumsalın yitimini ve siyaset hakkının özelleştirilmesini getiriyordu. Siyaset hakkının özelleştirilmesi, toplumun siyasi kararlara müdahil olma gücünün aşındırılmasına işaret ederken, özellikle neoliberal kapitalist evrenin iddiaları bu aşınmanın örtüsü haline geliyordu. Bu kapsamda, neoliberalizmin siyaset ile iktisadı kati suretle ayırması, siyaset kurumunu iktisat politikaları ve uygulamalarına karar veren teknokrasi ile çevrelemesi ideolojik rıza üretim süreçlerinin temel düsturu olarak gelişti. Kapitalist modernite hegemonik söyleminde işlevsel hale getirdiği şirket-devlet ortaklığını hak, demokrasi, politika kavram setleri yerine kar, verimlilik, büyüme gibi kavramlardan oluşan setlerle meşrulaştırırken, toplumun iptaline işaret fişeğini atıyordu.
Öte yandan bu kapitalist modernite özgürlüğü, tüketim toplumunun inşası ile bir kez daha yorumluyor; insan yaşamının farklı veçheleri ve politika özgürlüğünü yokluk sahasına sevk ediyordu. Bu kapsamda özgürlük tüketim çılgınlığı hariç -ki bu da katı sınıfsal çerçevelemeler içinde mümkün olabiliyor- bir yokluk sahası olarak inşa ediyordu. Bu inşa sürecinin temel belirleyeni ise yurttaşların haklarından ayrıştırılması, hakkın sadece artı-değer üretim sahasında bir tür etkinlik olarak kabul edilmesi üzerinden şekilleniyordu.
Kapitalist modernitenin neoliberal aşaması salt iktisadi hakikat rejimleri dayatmak yerine daha bütüncül, bir bütün olarak yaşamı hedefleyen hakikat rejimleri üretiyor. Hakikat rejimi, bir toplulukta/zamanda/mekanda yanlışa ve doğruya işaret eden, bu işareti ederken de sadece iktisadı değil, siyaseti ve toplumsal olanı; ölçekleme açısından toplumdan bireye kadar her ölçekte sarmaşık halinde işleyen söylemler, kurallar, prosedürler ve mekanizmalar bütünüdür. Bu açıdan neoliberalizmin ürettiği hakikat rejimleri, bir yandan serbest piyasa ekonomisini, küreselleşmeyi, ulus üstü kurumları diğer yandan bunlara dair ulusal ve uluslararası kuralları var ederek hükmediyor. Sadece bununla da kalmıyor, bireylerin bilgi biçimlerini yapılandırıp yönetim sanatının nesnesi haline getiriyor. Dolayısıyla kapitalist modernitenin neoliberal aşaması ürettiği hakikat rejimleri ile politikaya ve özgürlüğü de çeşitli şekillerde müdahale ediyor.
Kapitalist Modernitenin Güncel Görünümü: Politikanın İptali
Politika, kelime kökeni itibariyle iki referansa sahiptir. Bunlardan birincisi topluluğu yönetme, diğer ise yönetim meselesinde diyalog kanallarını kurarak birlikte karar vermedir. Bu iki referansın ilki, yönetenlerin lenslerini sıkı sıkıya hayata geçirirken diğeri bir etkinlik ve ortak idealler arasındaki salınıma işaret ediyor. Oysa politika tarihsel deneyimler ışığında hem bu iki referanstır hem de ötesidir. Ötesi olan tarafı şudur: Her ne kadar politika bir etkinlik sahası ise de esasında varoluşsal temeli consensusa değil, disconsensusa dayanır. Bu yönüyle politika, konsensüs sağlanmayan hususlarda gündeme gelir ve konsensüsü sağlamaya dayanmayı bir ihtimal olarak içinde barındırır. Politikanın disconsensüs ile kurduğu bağ, toplumsal realite ile reel politik arasındaki gerilimlerle ilişkilidir. Kapitalist modernitede reel politik eşitsizlikler üzerine kurulmuş ve yapılandırılmıştır. Reel politiğin bu yapısı, politikayı imkân haline getiriyor; fakat kapitalizm bu imkânı iptal etmek için toplumsal realiteler üretiyor.
Siyaset, iktisat ve topluma dair hakikat rejimleri inşa edilerek disconsensüsler kapitalizmin potasında, onun ekonomi politik öncülerine boyun eğdirmek isteniyor. En kaba haliyle “kıt kaynaklar” yapılandırılmış bir hakikat olarak kabul edildiğinde kapitalizmin en bayağı biçimlerde eşitsizlikler üreten rejimine tabi kılınıyor. Neoliberal aşamada politikanın toplumla bağının kesilmesi, bir katılma ve değiştirme rejimi olarak değil de bir yönetme sanatı olarak kabul edilmesi bizatihi politikanın iptalini gerçekleştirmeye yöneliyor. Nitekim politika olarak katılma ve değiştirme süreci ile bağı koparılan kitleler de yapılandırılıyor. 1980’lerden itibaren neoliberalizme geçiş yapan Türkiye’deki gelişmeler bu açılardan dikkat çekicidir. 12 Eylül’ün tank paletleri ile neoliberalizme adım atan Türkiye’de toplumun hatırı sayılır bir kesimi tüketim toplumunun birer parçası haline getirildi.
Türkiye’de 1980 ve 1990’lar bir yandan köy boşaltmaların, infazların, vurgunların adresi haline gelirken diğer yandan tüm bu korkunçluklara gözlerini kapaması istenen milyonlarca insan televole programları ile gerçeği görmez hale getirildi. Bu insanların gözleri yanı başında mezarından çıkarılan insanları değil, vitrinleri süsleyen elbiseleri gördükçe iktidarın hakikat rejimi hem politikanın iptalini sağlıyor hem de insan toplamının bir toplum olma özelliğinden uzaklaşmasına neden oluyordu.
Abdullah Öcalan’ın politikasız bırakılmanın tehlikesine işaret ettiği bu pasaj, politikanın hayati önemine vurgu yapıyor: “Bir toplumu işlevsiz ve güçsüz bırakmanın en etkili yolu, kendi öz varlığı, temel maddi ve manevi ihtiyaçları için zorunlu tartışma ve karar organı olan Politika’dan (…) yoksun bırakmaktır.”[1] Politikanın müzakere etme, katılma ve değiştirme veçheleri iptal edilirken, topluluk hakkında kararlar gittikçe merkezileşiyordu. Bu merkezileşme süreci bizatihi politikasızlığa su taşıyor ve imkânsızlık mertebesini güçlendiriyordu. İktisatta kararların bir avuç ulusal ve uluslararası teknokrat, siyasette kararların bir avuç üniformalı veya takım elbiseli elit tarafından alınması neoliberalizmin amentüsünün işlerlik kazanmasını sağlıyordu.
Toplumun ve bireyin her alanına yönelik söylemsel, prosedürel ve kurumsal saldırı düzenleyen kapitalist modernite ilk olarak politikayı iptal ediyor; yerine basit karar alma süreçlerini küçük bir elitin eline bırakıyordu. Politikanın iptali, böylece, Foucaultçu anlamda toplumun nüfusa indirgenmesi ve yönetim sanatının bir nesnesi haline getirilmesine sebep oluyordu. Dolayısıyla politikanın iptali, kapitalist modernitenin var olması ve var kalmasını sağlıyor; toplulukların politikaya erişimini bizatihi politikanın kendisini iptal ederek imkânsız hale getiriyordu. Politikayı plebisiteye indirgeyerek kapitalist modernitenin krizini otoriter popülistlerle aşmanın yollarını arıyor. Topluluklar açısından politikanın olmadığı durum ile oluşan boşluğun otoriter popülistlerle doldurulmaya çalışılması, kapitalist modernitenin 21. Yüzyılda içerisinde bulunduğu çaresizliği de gösteriyordu. Temsili demokrasinin sızıntılarından türeyen otoriter popülizm hem temsili demokrasinin sahih ve sorun çözücü olmadığını gösteriyor hem de kendisinin bir çözüm kapısı olmadığını kanıtlarcasına pratik sergiliyordu.
Kapitalist Modernitenin Güncel Görünümü: Özgürlüğün Yokluğu
Kapitalist Modernitenin neoliberal aşaması ile 15. Yüzyılda ilkel sömürü ile başlayan kapitalist birikim süreci arasındaki temel sürekliliklerden biri, özgürlüğü hedef almasıdır. 15. Yüzyılda sömürgelerdeki özgürlük karşıtlığı, dönüşerek bugün tüm yerküreye yayıldı ve toplumsal kimlikleri ve ezilen sınıfları farklı iktidar teknolojileriyle hedef almaya devam ediyor. Kapitalist modernitenin mütemmim cüzü olan kar, her daim özgürlüğün siyasal alandan silinip atılmasını kendisi açısından gerçekleştirme referansı olarak görmüş, görmeye devam etmektedir. Dolayısıyla kar, kapitalist modernitenin Amok Koşucusu gibi etrafı dağıtarak kendi sonuna ilerlerken en sert hamlelerini özgürlük fikri üzerine yöneltmektedir.
Özgürlük, siyasal olana akan bütün kanalların hedef alınması ile yokluk sahasına terk edilmek istenmiştir. Böylece özgürlükten geriye sadece piyasa mekanizması içerisinde alan-satan ve tüketen kategorileri bırakılmış, yani bir yaşam aktivitesi olarak özgürlük yok edilmiştir. Siyasal olana akan kanalların hedef alınmasının en bariz örneklerinden birisi kültürdür. Kültürün yaratıcı edimi ve toplumsallığı kuran mahiyetine karşı piyasa içileştirme ile eleştirel kültürün kapitalist devlet aracılığı ile cezaya tabi tutulması, özgürlük alanlarının esaslı olanlarından birinin yokluk sahasına terk edilmesi anlamına gelmiştir.
Özgürlüğün yokluğa sevki açısından yurttaşlıktan düşürme önemli bir momenti oluşturmaktadır. Kapitalist modernite, yurttaşlık haklarını gasp ederek, yaşamın her alanını birer meta sahasına çevirmeye yönelmiştir. Sağlığa erişim, ulaşım gibi liberalizmin dahi saf kamusal hizmet-mal saydığı alanların belli fiyatlara-ücretlere indirgenmesi esaslı bir yurttaşlık problemidir. Sadece piyasalaştırarak homo-economicusu yaratma değil aynı zamanda kimliklerin reddi, örgütlü mücadelenin imkânsız kılınması da kapitalist modernitenin saldırıları arasındadır. Yurttaşların haklarını talep etmek için örgütlenmesi, işçilerin sendikalaşması gibi konularda kapitalist modernite, engelleyici ve soğutucu çeşitli iktidar stratejilerine başvurmaktadır. Özgürlüğün deneyimle olan irtibatını koparmak amaçlı bu muktedir müdahaleleri bir yandan toplumsal hafızayı yıkıma uğratan Şok Doktrini ile birlikte ilerler. Şok Doktrinin uygulanmaya başlandığı tarihsel aralık ile neoliberalizmin devreye konduğu tarihsel aralık arasındaki örtüşme rastlantıya yer bırakmayacak kadar sarihtir. Tüm bunlardan hareketle; liberal ütopya olarak homo-economicus ile neoliberalizmin kesiştiği noktada özgürlük fikrinin tasfiyesi muktedirler açısından varoluşsal şartların başında gelmektedir. Çünkü özgürlük fikri, toplumda hayat bulduğunda geri döndürülmesi çok zor bir güç ortaya çıkarır. Muktedirlerin iktidar stratejileri, baskı aygıtları ve tahakküm tekniklerinin gücüne rağmen ortaya çıkan enerji, özgürlüğün gücünden beslenerek kurucu momentlerin zeminini var edebilir. Dolayısıyla özgürlük fikri, hem potansiyeli hem de aktüele dönüşme ihtimali ile birlikte muktedirler için her zaman yok edilmesi ve/veya manipüle edilmesi gereken bir gerçektir.
HASAN KILIÇ
YORUM GÖNDER