ÖCALAN’IN ESARETİ, DEMOKRATİK KÜRTLÜĞÜN VE TÜRKLÜĞÜN ORTAK ESARETİDİR (4.BÖLÜM)
Demokratik Siyasette İttifaklar Meselesi:
Kuşkusuz, burada negatif etkileşimleri tek boyutlu bir değerlendirmeye tabi tutmak, kendimizi kandırmak olur. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinin uzun soluklu karakteri hiçbir kısa vadeli yanılgıya yer tanımayacak netlikte ve kesinliktedir. Hal böyleyken ve amaç-araç diyalektiğinin Demokratik Modernite kuramında nasıl işleyeceği her yönüyle açıklığa kavuşturulmuşken, farklı ele alışlar ve değerlendirmeler, basit yetersizlikler ve eksiklikler olarak değerlendirilemez. Örneğin milletvekili seçim süreçlerinin, yeterince belirlenmemiş bir propaganda ve ajitasyonla, her defasında adeta zafer yaratacağı, ulus-devlet faşizminin etkisizleştirileceği ve barışı getireceği havasında işlenmesi ne kadar isabetli olmuştur? Bu yaklaşımın kendisi, başlı başına toplumun sık sık beklenti içerisine sokulması ve parlamenter sistemden medet umar hale gelmesinde etkili olmamış mıdır? Beklentilerin tekrar tekrar boşa çıkarılması, şüphesiz toplumda rahatsızlık yaratacak ve rahatsızlık çeşitli biçimlerde (yakınma, şikâyet, boş verme, geri çekilme vb.) tarzda kendini dışa vuracaktır. Toplum psikolojisini bilen her örgütlü zekâ bunun ne ölçüde bilincindeyse, devlet ve iktidar aklı da o ölçüde bilincindedir ve psikolojik özel savaş harekatlarını da özellikle bu rahatsızlıklar üzerinden planlamaya özen gösterecektir. Önce, boşa çıkarmak için tüm terör yöntemlerini devreye koy, sonra da bu boşa çıkarılma hali üzerinden toplumun sinir uçlarıyla oyna, dizayn et ve rahatsızlıkları kendi kurgularının aracı haline getir, bu devlet aklıdır ve devlet aklı bununla kendini ayakta tutmaktadır.
Yine belediye seçimleri ve belediyelerin Demokratik Modernite kuramındaki yeri bellidir. Somutla, ulus-devlet iktidarlaşması karşısında hem bir süreç ve hem de verilmesi gereken bir mücadele olarak milletvekili seçimlerinin de önündedir. “Doğrudan demokrasinin uygulandığı, antikapitalist, ekolojik ve her türlü tahakküme karşı olan bir toplum vizyonunun” inşa edildiği, Halk meclislerinin yönetim gücü olarak kendini ortaya koyduğu, komünal ve konfederal bir yapılanmadır. Peki onca yıl elde tutulmalarına karşın, kaç belediye bu mahiyette örgütlülük ve işlevsellik gösterilmiştir? Belediyelerin ulus-devletle sürekli bir gerilim içerisinde bulunmaları üstlendikleri mücadelenin doğası gereğidir. Ulus-devlet ve iktidar aklının kayyum atamalarında da şaşırtıcı bir yön bulunmuyor. Çünkü onlar açısından belediye, iktidarın çevresini beslemeye yarayan bir rant ve istihdam kaynağı alanıdır. Ancak Kürt siyasetinin, belediyelere paradigmasal doğrultuda asli misyonunu oynatmak yerine, “yolsuzluk yapmıyoruz” vb. gerekçeleri öne çıkararak, klasik belediyeciliği ve bürokrasisini tekrarlar pozisyona düşmesi kabul edilebilecek bir durum değildir. Eğer bu duruma düşülmemiş olursa, Kuzey Kürdistan’ın boydan boya komünal ağlarla örgütlenmemesi için hiçbir neden olamayacağı gibi, belediyeler bu kadar kolay ve rahat bir operasyon alanına dönüştürülemeyecektir.
Yerel seçimlerde geliştirilen ittifakları da benzer bir çerçevede irdelemek ve düzenlemek gerekiyor. Mesela yerel seçimlerde ittifak anlayışını belirleyen ilkeler nelerdir? Parlamenter sistem içerisinde yer bulan ve kendini demokratik olarak tanımlayan unsurların, Kürt varlığına yaklaşımlarının taktiksel olduğu ve yararlanmacı bir zihniyetle yaklaştıkları açık. Afrin, Serekani ve Gre Spi için gösterdikleri tutumla Libya, konusunda gösterdikleri farklı tutum ortada. Hal böyleyken ittifak tartışmaları neye göre yürütülmektedir? Klasik sistem belediyeciliğinin al-ver ilişkileri çerçevesinde bir paylaşıma göre mi, yoksa demokratik paradigma doğrultusunda belediyenin nasıl bir halk meclisleri ve komünler birliğine dönüştürülebileceğini gösteren projelere göre mi? Öcalan, Üçüncü Yol gerçeğini hatırlattığında, Kürt siyasetinin iktidar mücadelesi yürüten tarafların hesaplaşmasına angaje olmaktan ziyade, demokratik alternatif güç olma ve buna göre siyaset yapma sorumluluğuna vurgu yapıyordu. Hatırlatmanın özü, yaptığın siyaset “başkası için” olmaktan çok, kendi aklının ürünü ve kendi için olmalıdır, doğrusuna dayanmaktaydı. Bunun yolu da, Kürt siyasetinin ortak akıl olarak Demokratik Modernite kuramını her yönüyle özümsenmesinden geçmektedir. Bilinmeli ki bu bir dayatma değil, 21. Yüzyılda özgür ve demokratik toplumsal varoluşun başarı yolu ve yöntemidir. Çünkü Üçüncü Yol, “kendi için” stratejik ve taktik politik güç olmanın, sistemi demokrasiye duyarlı hale getirerek demokratik cumhuriyete evriltmenin yöntemi ve çabasıdır. Üstelik gerçek insanlığın başarma umudunun hedeflendiği bir çağda, bizatihi kendisinin umuda dönüşmesidir.
Çifte olumsuzluk tabirinden hareketle geliştirdiğimiz vurgu düzeyindeki değerlendirmeler, kuşkusuz bir gerçeğe işaret etmek içindir. O da Kürt ve Türk birlikteliği bahsinde Öcalan’ın temsil ettiği yerdir. Bundan yıllar önce, 80’lerin ortasında TRT de bir özel savaş programı olarak hazırlanan “Anadolu’dan Görünüm Programının” sunucusu, her program sunumunun sonunda şöyle bir çağrıda bulunuyordu, “Bir dakika da olsa Aposuz düşünün”. Uluslararası güçlerin geliştirdiği İmralı mutlak tecrit sistemi de bu amaçla kuruldu ve tepeden tırnağa diyalog insanı olan Öcalan’ı iletişimsizliğe ve sessizliğe mahkûm etti. Peki bu neyi değiştirmeye yetti? Öcalan’ı içermeyen bir düşünce ve Öcalansız geçen anlar kimin lehine işledi? Türklüğe ne kazandırdı? Yoksa kazanmaktan çok kaybedişlerin coğrafyası haline mi getirdi ve daha da getirecek mi? Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu genelindeki gelişmeler, Türk devlet ve iktidar yapılanmasının içerisine girmiş olduğu siyasal, sosyal, ekonomik ve diplomatik çıkmaz ve çürüme, bu soruya birden çok yanıt oluşturmaktadır. Tarihin ne büyük bir ironisidir ki, bir zamanlar Kürtlere “Bir dakika da olsa Aposuz düşünün” çağrısında bulunanların kendisi, bugün özgür ve demokratik bir Türkiye’nin ancak Öcalan sayesinde gerçekleşebileceğine inanmaktadır. Çünkü bilinmektedir ki Türkiye’ye gerçek demokrasi Öcalan ile gelecektir. Bu da Kürtlüğü ve Türklüğü aşan, bütün halklara yer tanıyan demokratik, özgür ve eşitlikçi bir varoluşun yeniden canlandırılması anlamına gelecektir.
Sonuç itibariyle Türk ulus-devlet sistemi, güncelde yaratmış olduğu terör ortamında Kürt halkını bir süreliğine baskılayabilir. Fakat unutmamalı ki, bu baskılama asla 1940-70’li yıllar arasında yaşanan sessizlik sürecine benzemeyecektir. 70’lerde Kürt Özgürlük Hareketi filizlendiğinde, tecrübe, birikim ve imkanlar sıfırın, eksinin altındaydı. Günümüzde ise her açıdan muazzam bir birikim, tecrübe ve imkânın yanı sıra azımsanmayacak düzeyde enerji de biriktirilmiştir. Mevcut haliyle Kürt Özgürlük Hareketi, uluslararası güçlerin hesaplarına uygun şekilde ciddi bir darbelenmeye uğrasa bile, bu özgürlük mücadelesinde bir gerilemeye yol açmayacak, kısa bir süre sonra daha çoklu, sofistike ve otonom örgütlenmeleri açığa çıkaracaktır. Tarihsel ve güncel sorunların çözümü bağlamında değerlendirildiğinde görülecektir ki Öcalan’ın varlığı, Kürtlüğün ve Türklüğün ortak bir şimdiyi ve geleceği kurmaları açısından büyük bir şanstır.
Özgürlüğü ise, Türkiye’nin demokratik bütünlüğünün teminatı olacaktır. Kürtlük ve Türklük arasında oluşturulmuş gerilim hattının nasıl bir seyir izleyeceği, özde de, biçimde de Öcalan’ın özgürleşme durumuyla direkt bağlantılıdır. Çünkü biliyoruz ki Öcalan’ın özgürlüğü, aynı zamanda Kürtlerin ve Türklerin, Türkiye halklarının özgürlüğü olacaktır. O halde Türklük de, bir başka kendi olan Kürtlük gibi ulus-devlet faşizmine karşı sesini yükseltmeli ve Kürtlüğün yönelttiği “Demokrasi ve Özgürlük mü, Çatışma ve Çürüme mi?” sorusuna yönelik tercihi açıktan ortaya koymalı ve Kürtlükle omuz omuza sahiplenmelidir. Zira yarın, alışkanlık haline getirdiğimiz keşkelerimize zaman ve imkân vermeyebilir.
NASRULLAH KURAN
KAYNAK: DEMOKRATİK MODERNİTE
YORUM GÖNDER