DEVRİMCİ HALK SAVAŞI GERÇEĞİNE YAKLAŞIM SORUNU (1.BÖLÜM)
Türk devleti tarafından Kuzey Kurdistan’da geliştirilen sömürgecilik normal bir sömürge sistemi değildir. Kurdistan’da uygulanan sömürgecilik, esas itibarıyla bir jenosit-soykırım sistemi olarak uygulanmıştır. Kürt toplumunu bütünüyle ortadan kaldırma ve her şeyiyle yok etmeye dayanan bu sistemin temelinde acımasız bir şiddet anlayışı vardır. Öyle ki Dersim Direnişi sürecinde on binlerce insan toplu bir biçimde katledilirken, kurşuna dizilerek yok edilmekten, vahşi uygulama ve katliamdan korkarak mağaralarda saklanan kadın, çocuk, ihtiyarlara karşı kimyasal silah kullanmaktan geri durmayan bir anlayıştan söz ediyoruz. Dersim’de kimyasalla katledilen insanlarımız, savaşan, eli silah tutan, direnen insanlar değildi. Daha çok kadınlar ve çocuklardı; katliamdan kurtulmak için mağaralara saklanan insanlardı ve o insanlar mağaralar içerisinde kimyasal gazlarla katledildiler.
Yine 1930 Ağrı Direnişi sürecinde de ‘direnişçileri destekliyorlar’ gerekçesiyle Zîlan Deresi’nde silahsız-savunmasız Kurdistan köylülerinin toplu bir katliam ve soykırımdan geçirilmesi söz konusu olmuştur. Sadece 3 gün içerisinde çocuk-yaşlı, kadın-erkek demeden on beş bin kişi katledilmiştir. Hiçbir fert bırakılmamacasına 3 gün içerisinde büyük bir katliam yapılmıştır. Daha sonra aynı bölgede devam eden katliamlarla katledilenlerin toplam sayısının 40 bine ulaştığı da belirtilmektedir.
Böylesi acımasız yöntemlerle bir toplumu şiddet yoluyla ortadan kaldırmayı önüne koyan bir soykırımcı egemenlik sistemi Kurdistan’da uygulanmıştır. Kaldı ki öncesinden Ermeni halkına, Rum halkına, Asuri-Süryani halkına karşı uygulanan şiddet de Kürt toplumunun hafızasında canlıydı. Hristiyan kökenli halkların bu tür bir şiddet uygulamasıyla öldürüldüğü ve sürüldüğü, böylece toplumsal varlığının ortadan kaldırıldığı bilinmektedir. Bütün bunlar Kurdistan toplumunun hafızasında canlı olarak yaşanan şeyler haline getirildi ve böylece toplum teslim olmaya zorlandı; bu temelde 1940’lardan sonraki ölüm sessizliğinin Kuzey Kurdistan’da egemen hale getirildiği biliniyor. Dolayısıyla böyle gaddar bir soykırımcı devlet anlayışına karşı siyasal yöntemlerle mücadele yürütmek ve sonuç almak bir yana, varlığını sürdürmek bile mümkün olamazdı. Türk devlet gerçeğinin Kurdistan’daki uygulamaları bu temelde gerçekleşmiştir.
Türk devletinin bu gerçeğini en iyi bilince çıkaran ve ilk kez derinlikli bir biçimde tahlil eden Önder Apo’dur. Önder Apo, daha ilk aşamada ideolojik grup döneminin ilk safhalarında sömürgecilik tezini geliştirirken bu sömürgeciliği uygulayan devlet karakterini de iyi çözümlemiştir. Onun için grubu çok gizli bir biçimde örgütlemeyi öngördü. Uzun süre hiçbir yazılı belge oluşturmadı; çalışmayı daha çok sözlü propaganda ve ideolojik mücadele biçiminde geliştirmeyi esas aldı. Önderlik Türk sömürgeci-soykırımcı karakterini iyi tahlil etmeseydi ve grup öyle kendisini orta yere seren bir tarzı esas alsaydı, daha ilk çıkışta tasfiye edilirdi. Önder Apo Türk sömürgeci sistemin karakterini hem iyi çözümledi hem de bu sisteme karşı mücadele yürütmenin kolay olmayacağını doğru bir biçimde tespit etti. O yüzden daha başlangıçta kişilik sorunu üzerinde durdu; sağlam, kararlı, karakterli, davaya bağlanmış öncü kadrolara dayanmadan bu sömürgeci-soykırımcı sistem karşısında durulamayacağını derinliğine bilince çıkarmıştı. Bu tespitler temelinde Ankara’da grup faaliyetinin yürütülmesi ve daha başlangıçta Haki Karerlerin, Kemal Pirlerin, Mazlum Doğanların, Hayri Durmuşların, karakter şekillenmesi gelişti. Yoksa bu derinlik ve niteliksel oluşum gelişmemiş olsaydı, ne zindanlarda öyle bir direnme iradesi açığa çıkabilirdi ne de daha sonraki vahşet uygulamaları karşısında silahlı mücadele direnişi gelişebilirdi. Ama Önderliğin daha başlangıçta hem sömürgeci devlet karakterini doğru tahlil etmesi hem de buna karşı durabilmenin öyle sıradan olmayacağını, nitelikli, kararlı, her türlü zorluğa göğüs gerebilecek cesur kadrolarla bu mücadelenin yürütülebileceği tespiti bu açıdan çok önemlidir.
KUKM’U SİLAHSIZ DÜŞÜNMEK ABESTİ
Daha ideolojik grup döneminde, henüz grubun belirlenmiş resmi bir ismi yokken, sömürgeci işgal güçlerine karşı direniş gelişmeden direniş güçlerinin yeterli askeri savunmaya sahip olmadan mücadelenin gelişemeyeceği; Kürt halkının var olma ve özgürlük mücadelesinin ancak halk ordusunun örgütlenmesiyle gelişebileceği; halk ordusunun örgütlenmesiyle kendisini savunabileceği eksenindeki tartışmalar nedeniyle bir dönem gruba UKO’cular (Ulusal Kurtuluş Ordusu) ismini de vermişlerdi. Bu ismi grup kendi kendine vermemişti ama tartışmalarını izleyenler bu biçimde bir tanımlama da yapmışlar. Çünkü Kurdistan’da yaratılan şiddet ortamında Kurdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ni (KUKM) silahsız düşünmek abesti. Gerçeklerle temas eden, kendini kandırmak istemeyen birilerinin böyle bir yaklaşımı geliştirmesi düşünülemezdi. Zaten bunun zemini de yoktu. ‘Zemini var’ diyen kimi gruplar gizli bir biçimde kurdukları partilerinin adını bile açıklamaya cesaret edemiyorlardı. Yani parti kurmuş, sadece kuran birkaç kişi adını biliyor; onlar dışındaki kimse o grubun parti midir, grup mudur, ne olduğunu bilmiyor. Kısacası adına mücadele yürüttükleri ülkenin ismini bile telaffuz edemeyecek durumdaydılar. Dolayısıyla kendi kendini kandırmaktan başka bir şey değildi. Yok edilme aşamasındaki bir halkı bu yok oluştan kurtarmanın yolu öyle çok gizli, adını bile telaffuz edemeyecek düzeyde dar bir grup faaliyetiyle o yok oluştan kurtarmak mümkün olamazdı. Bu ancak sağlam bir öncü ve her şeyi göze alan cesur bir halk isyanı-ayaklanması, bir toplumsal direniş ve canlanmayla mümkün olabilirdi. Aksi takdirde hızla gelişen bir yok oluş süreci söz konusuydu ve artık bu halkın gerçekten bir halk veya ulus olarak varlığı tartışma konusu yapılıyordu. Bu açıdan sömürgeci-soykırımcı sistemin Kurdistan’da yarattığı o trajediye ve soykırıma halk adına ‘dur!’ demek ve onun önüne geçebilmek için ancak büyük bir cesaretle ortaya çıkmak ve bunu açıkça topluma yansıtarak bir devrimci mücadele geliştirmek gerekliydi.
APOCU GRUP KARŞISINDA DURDUĞU SİSTEMİ İYİ TANIDI
Bu açıdan Önder Apo’nun öncülüğünde giderek şekillenen grup hiçbir şekilde kendisini yanıltmadı. Karşısında durduğu sistemi iyi tanıdı; ona göre kendisini nasıl hazırlaması gerektiğini doğru belirledi. Bu temelde ideolojik formasyonunu ve programsal çerçevesini giderek netleştirme sürecini geliştirdi. Ama bu arada düşman böyle gizli bir grubun bulunduğunu, çeşitli yerlerde ideolojik propaganda faaliyetini geliştirdiğini fark etti ve bilindiği gibi grup önderliğine yönelmeyi planladı. Önderliği bulamayınca, grup içerisinde Önderliğin yardımcısı konumundaki Haki Karer yoldaşı Antep’te bir kontra grubunun komplosuyla şehit etti. Bu önemli bir işaretti. Özel Harp Dairesi’nin el attığı, grubu imha etmeyi planladığı anlaşıldı. Ondan sonra grup biraz daha derinliğe inmeyi ve gizliliğe dikkat etmeyi esas aldı. Çünkü düşmanın takipte olduğu ve grubu tasfiye etmek istediği görüldü.
Sonrasında Haki yoldaşın şehadet yıl dönümünde bilindiği üzere işbirlikçi feodal-komprador kesimler, MİT, polis ve faşist MHP işbirliği temelinde Hilvan’da Halil Çavgun arkadaşın şehit edilme olayı yaşandı. Bu olay da birçok açıdan önemliydi. Artık sadece Özel Harp Dairesi’nin grubu hedeflemediği, faşistlerin ve polisin yanı sıra Kürt işbirlikçi feodal-kompradorların da devreye konulduğu görüldü. Yine aynı dönemde bir takım sözde sol grupların da şiddete dayalı bazı yönelimleri gerçekleşti. Daha sonraki süreçte ise başta KUK olmak üzere, Kurdistan’da reformist çizgide örgütlenmeye çalışan grupların saldırıları gelişti. Kısacası tümüyle şiddete dayalı soykırımcı sistemin çeşitli versiyonlarının etkili bir biçimde devreye konulduğu bir sürece girildi. Bu süreç karşısında partileşme olmazsa olmaz olarak bir hakikate dönüştü.
PKK BİR İDEOLOJİK HAREKET OLARAK ŞEKİLLENDİ
PKK’nin Birinci Kongresi olarak resmiyet kazanan Lice / Fis Köyü’ndeki toplantıda partileşme kararı alınarak mücadelenin yükseltilmesi ekseni esas alındı. Zaten artık yol ayrımına gelinmişti. Bu durumda ya esneyecekti, biraz geriye çekilip bir gençlik grubu olarak devam edecekti (deyim yerindeyse reformist bir çizgiyi tercih edecekti); ya da ulusal var olmayı önüne koymuşsa bunun için ne tehlike ve risk varsa bunu göze alıp ulusal direnişi örgütlemek üzere partileşmeye geçecekti. Zaten Önderlik ve grubun kararlılığı da bu temelde ulusal direniş kararının alınması ve bu ulusal direnişi örgütleyecek, yönetecek, yürütecek partileşmenin bir olmazsa olmaz biçimde kendini dayattığı o ortamda partileşme faaliyetinin resmi bir biçimde geliştirilmesiydi. PKK’nin kuruluşu aslında bu temelde ulusal direnişi örgütlemek ve ulusal direniş mücadelesini yükseltmek üzere gerçekleşti. PKK’nin kuruluş süreci bu açıdan çok tarihsel bir dönüm noktasıdır. Ulusal var olmaya karar verme ve bunun direnişini geliştirmeye yönelme durumu sıradan bir şey değildi. Çünkü ölüm döşeğinde neredeyse sancılar içinde olan bir topluma yeniden can verme, ruh verme, onu ayağa kaldırma kararlılığıyla gelişen bir süreçtir. Partileşme süreci bu temelde somutlaşmış ve kararlaşmıştır.
Dikkat edilirse, PKK bir ideolojik hareket olarak şekillendi. İdeolojik-politik bir doğrultuyu netleştirdi. Muhtevası, sosyalist bilimin Kurdistan’a uyarlanışı olan ideolojik-politik doğrultusu belirlenmiş devrimci bir ulusal-demokratik yapılanmadır. Kuşkusuz bununla birlikte, Kurdistan’da gerçekleşen insanlık dışı katliama karşı duran insani boyutu, enternasyonal boyutu da vardır. Yurtseverliği kadar enternasyonal özünün de derin ve güçlü bir temele dayanma gerçeği vardır; Kurdistan’da uygulanan ağır şiddet, baskı ve soykırımcı uygulamalara karşı sosyalist düşünce temelinde gelişecek mücadelenin aynı zamanda bir Türkiye ve Ortadoğu halklar mücadelesi olacağını öngören; Kurdistan devriminin kendisiyle birlikte Ortadoğu devrimine yol açacağı tespiti yapma durumu daha başlangıçta söz konusuydu. Bugün gelişen mücadele ile bu daha berrak bir biçimde göz önüne serilmiş bulunuyor. Kısacası bu temelde gelişen mücadelenin, ancak ve ancak direnişle ve silahlı mücadele ile kendini savunması ile gelişip güçleneceği tespiti en önemli tarihi bir değerlendirme ve tespit olarak partileşmenin temeli haline gelmiştir.
EN ÇOK ‘UZUN SÜRELİ HALK SAVAŞI STRATEJİSİ’ ÜZERİNDE DURDU
O zamana kadar dünyada gelişen devrimci hareketlerde iki önemli savaş stratejisinin uygulandığı biliniyor: Bunlardan birisi Rusya’da uygulanıp başarıya ulaşan ‘Ayaklanma Stratejisi’yken, diğeri de ayaklanma stratejisinin başarıya ulaşamaması ardından uzun bir direniş temelinde Çin’de şekillenen ‘Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi’dir. Bunun daha sonra Vietnam ve daha bir çok ülkede uygulandığı bilinmektedir. “Türkiye ve Kurdistan koşullarına en uygun olan mücadele stratejisi nedir?” noktasındaki tartışmalarda çeşitli fikirler olsa da, Kurdistan ve Türkiye somutunda Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi’nin daha uygun ve doğru olacağı fikri o zamanki sol camia içerisinde daha çok egemen bir görüştü. Daha önce Mahir Çayan’ın, yine İbrahim Kaypakkaya’nın ve Deniz Gezmişlerin aynı perspektifle yola çıktıkları ama Türk devlet sisteminin o şiddet karakterli duvarına çarparak daha ilk adımda ezildikleri bilinen bir husustur. Dolayısıyla Kurdistan’da Önderliğin en çok üzerinde durduğu mücadele stratejisi, tabii ki Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi’ydi.
Fakat bu, ana hatlarıyla ’81 yılı sonunda Lübnan’dan geri dönüş sürecini başlatan ilk grupla Önderliğin yaptığı toplantıda daha netlik kazandı. Bu toplantıda Mehmet Karasungur, Mahsum Korkmaz, Şahin Kılavuz gibi mücadelenin önemli kadroları da yer alıyordu. Bu toplantıda Önderliğin bir hafta boyunca mücadele stratejisiyle ilgili yaptığı değerlendirmeler, daha sonra Kurdistan’da Zorun Rolü ve Kurdistan Ulusal Kurtuluş Siyaseti adıyla kitaplaştırılarak devrimci mücadelemizin en temel bir belge haline geldi. Bu kitap, PKK’nin askeri bakış açısını ve mücadele stratejisini en geniş ve berrak bir biçimde ortaya koyan bir kitaptır. Dolayısıyla o zaman hazırlanan bu kitap, PKK’nin askeri stratejisinin bu biçimde en geniş bir tarzda açımlandığı bir belge oldu. Orada da ifade edildiği gibi Kurdistan koşullarına en yakın olan deneyim, Vietnam’da ortaya çıkan deneyimdi ve diğer tüm dünya örnekleri incelenmekle birlikte Çin-Vietnam gerilla modelinin Kurdistan’da uygulanması süreci bu biçimde gündeme girdi.
MURAT KARAYILAN (HEVAL CEMAL)
YORUM GÖNDER