ULUS-DEVLET ONTOLOJİSİNİN ÖZEL SAVAŞLA OLAN YAPISAL İLİŞKİSİ (1.BÖLÜM)
Tarihsel süreç içerisinde oluşmuş siyasal sınırlarda farklı etnik, dil, kültür ve inanç yapıları ciddi bir sorun oluşturmamaktaydı. O yüzden sömürü ve siyasal iktidar ilişkisi yakın döneme kadar homojen bir yapıya ihtiyaç duymadı. Homojenleştirme azami sömürüyü hedefleyen, azami iktidar ihtiyacından doğdu. Azami sömürü, iktidar ve tekel ilişkiselliğinin dışında mümkün görülmedi. Toplumun tüm birimlerinden, coğrafyanın ücra köşelerine kadar sömürü ve talan amacı, azami düzeyde tekelleşmiş bir siyasal, ekonomik, askeri, sosyal ve ideolojik yapıyı zorunlu kılar. Bu yapısal ifadesini ulus-devlet formunda buldu. Bu nedenle kapitalist sistem çokça manipüle edildiği gibi aklın, bilimin, teknolojinin refah ve zenginliğin çağı olmadı. Sömürünün içte ve dışta azami boyutunun hedeflediği tüm yapısı buna uygun yapılandırıldığı bir dönemin ve sistemin adı oldu.
Ulus-devlet doga, toplum ve anlama içerilmiş iktidarın azami formudur. İçte ve dışta sömürünün sınırsızlığı ulus- devlet formu olmadan gerçekleşemez. Lanse edildiği gibi devlet sınırları dahilindeki ulus(lar) yapısının ihtiyaçları sonucunda şekillenmedi. Bilakis devlet yapısı sınırsız iktidari için kendi ulusunu oluşturdu. Her devlet kendi karakterine ve ihtiyaç duyduğu yapısal bütüne uygun ulusunu şekillendirdi. Devlet ulusu nesneleştirerek kendisine yedekledi. Bu anlamda ulus, ulus-devlet ilişkisinin öznesi değil nesnesidir. İktidar tekçiliğin en saf ve mutlak olanıdır. Ontolojik olarak her türlü tekelin merkezine tekçilik yerleşir. İktidar çok olanın, farklı olanın özerkliğini varlığı için birincil tehdit görür. Hiçbir farklılığa tahammül etmez. Bunu kendi açısından varlık-yokluk sorunu kabul eder. Ulus-devlet bu mantalite üzerine inşa edilir. Tek dil, tek din, tek kültür ve tek etnik yapı onun olmazsa olmazıdır. Teklik onun varoluş felsefesidir. Bunu varlığının temeli haline getirir. Her şey tek olanla anlam ve hayat bulur. Tüm farklılıkları kendi bünyesinde tekleştirmeyi temel amaç yapar. Tanrısal olguyu olduğu gibi, devlete ve onun uzantısı olan ulusa şirk koşulmaz. Bu kutsallık derecesinde anlamlandırılır. Tartışmasız üst kimlik olarak tüm farklılıkların tek değeri, aidiyeti olarak sunulur. Bunun dışındaki her şeyi red, inkar ve imhası meşru kabul edilir.
Toplumsal doğanın çoklu yapısı; farklı etnik, inanç, dil, kültür, ekonomik, siyasal, sosyal, düşünsel vb, zenginlikleri ve dinamikleri ulus-devlet formu ile kaçınılmaz bir cepheleşmeye gider. Toplumsal farklılıkların kendi aidiyetleriyle varolma ve yaşatma iradesiyle ulus-devletin farklılıkları kendi tekçiliğinde eritme istemi, daimi bir çelişkiler yumağı ve çatışma potansiyeli taşır. Bir çok ülke bunu kimi yasal ve siyasal haklarla dengeselede, çoğunlukla sürekli bir çatışma hali, ulus-devletlerde karakteristik bir hal alır. Ulus-devlet sisteminde çelişkiler ne kadar dışsallaştırılıp “dış düşman” odaklı görünür kılınırsa, esas sorun ve çatışma içsel olandır. Devletler arası çelişki ve çatışmalar çoğunlukla ortak çıkarlarla dengelenir. Ulus ötesi ekonomik tekeller ve sistemin hegemonik güçleri bu dengelemeler de oynadıkları rol kadar, suni gündem ve sorunlarla da gerginliği hep canlı tutarlar. Tüm dış sorunlara rağmen esas ve uzlaşmaz çelişki, ulus-devlet mantalitesi içerisinde bünyesel olandır. Ordu, paramiliter, İstihbarat vb. güvenlik birimlerinin odak noktası iddia edildiği gibi dış değil, içtir. İç çatışmalar karakteri gereği yer yer şiddetlensede, düşük yoğunluklu, zamana yayılmış ve çıplak şiddetin dışında farklı yöntemlerle gerçekleştirilir. Şiddet tek başına sonuç alıcı görülmez. Şiddetin dışında insani ilişkiler ve ihtiyaçlar üzerinden şekillenen tüm gereksinimler devlet tarafından bir silah olarak kullanılır. Bu salt maddi olmaz, ruhsal, duygusal ve düşünsel boyuta yönelik araçsallaştırmalar ve saldırılar çok daha yoğun olarak, bu çatışmalarda rol oynar. Dış düşünme olgusu gibi dar ve cepheleştiren çatışma genellikle tercih edilmez. Ulusa dönüştürmeyi düşündüğü toplumsal bütünün “rızasını” almayı amaçlar. Ötekileştirdiği toplulukları ayrıştırmaya çalışır. Tüm dinamikleri karşısına alarak geniş bir cephe oluşturmaz. Parçalı bir toplumsal dinamik tercih eder. İnceltilmiş bir yöntemle öne çıkardığı “üst kimlik” ve değerler etrafında “alternatif” bir çözüm sunmayı da ihmal etmez.
Devletin dayattığı tekçilik kaçınılmaz olarak toplumsal dinamiklerle çatışma zeminine dönüşür. Bu çatışmanın niteliği özel savaş olarak nitelik kazanır. Çünkü idealize edilen ve toplumun varlığı için olmazsa olmaz mealinde bir yapı olarak sunulan devletin, açıktan toplumla çatışarak, toplumla karşıtlaşması devlet ile toplum arasındaki bağları tümden koparıp, onun “çatı” kimliğini tartışmalı kılacaktır. Bu devlet yapısı için ulus-devlet, amaçsallığı içerisinde arzulanmaz. Bu noktada ulus-devlet, amaçsallığı ilk özel savaş araçsallığı yapısal bir ilişkiye dönüşür.
Özel savaşı devlet çıkarlarının merkezinde olduğu iktidar uygulamalarının karanlık, gizemli ve açıklanamayan yanıdır. Özünde hukuk düzeniyle karşıtlaşan, hukuk dışı uygulamaların adıdır. Burada geçerli olan; yasalar üstü yazılı olmayan bir yasanın, devletin “yüce” çıkarlarının korunmasıdır. Devlet çıkarları tarafından örülen ağ; her türlü yasanın üstünde gücünü sınırsız kullanabilen dokunulmaz bir ağdır. Devletin yüce çıkarları tüm araçları koşullar. Uygulayıcının özel ahlakıyla ve inandığı değerlerle çatışsa bile, yerine getirmesi gereken her şeyin yapılmasını şart koşar.Özel savaşı kavramlarla, tanımlarla sınırlamak, anlamını daraltmak, onu çerçevelemek olur ki, bu onun ontolojisine terstir. Bunun kurumsal aklı ve uygulayıcıları her türlü yasadışılığa, çirkinliğe, kötülüğe, değersizliğe, onursuzluğa tenezzül eder. Uygulamada onun sınırları, ölçüleri, değerleri yoktur. Kendisini tüm insani toplumsal ve doğal değerlerin karşısında konumlandırmak, her türlü ahlaki karşıtlığı kendi ahlaki değer yapısı olarak kabul eder. Bu onun özsel yapısıdır. Ancak bunu yaparken algı operasyonlarıyla en ahlakçı, toplumcu, ekolojik ve insani değerler adına yapar. Bu anlamda söz konusu ulus-devlet ise, en normal olanı bile sorgulamadan geçmemek gereklidir. Çünkü en zor anında, deşifresi söz konusu olduğunda olayın hem uygulayanı, hem aklayanı, hem de aklananıdır.
Bu savaş biçimi yasaları araçsal kılmakla birlikte, genelde yasal olmayan zeminde uygulama alanı bulur. Yasal olan buzdağının görünen yüzeyini bile oluşturmaz. Bu savaşın yasayla sınırlı olanına güvenlik bürokrasisi, mahkemeler ve cezaevleri eşlik eder. Zorun gücüyle baskılamaya paralel siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik boyut eklemlenir. Devlet ve etkisindeki sivil kurumlarla bu süreç ilerletilir. Bu kurumların oluşum ve işleyişinin yasal prosedürlerle belirlenmiş olması, özel savaş pratiklerinin bir devlet politikası olarak geniş uygulama alanına işaret eder. Özel savaş uygulamalarının devlet ile iç içeliği devletin kurumsal karakteriyle ilgilidir. Zor, şiddet ve talan eksenli yapısını hukuksal çerçeve ile yasal ve meşru kılar. Ancak bu özünü değiştirmez. Devletin esas gündemi bu tarz ile ilişkilidir. Hukuk dışı yasal olmayan uygulamalar gizli yapılması şartı ile olağan ve rutin uygulamalardır. Varlık nedeni baskı, sömürü ve talanı zor aygıtı olmadan yaşamsallaştıramaz. Bu nedenle dönemsel ve araçsal bir yöntem olmaktan çıkıp, amaçla kopmaz bir bağa dönüşür. Bu amaçsallık içerisinde yasallık ve kurumsallık kazanan ulus-devlet doğa, toplum ve değer karşıtı konum ve uygulamalarını yasal çerçeveye sığdıramaz. Dışarıya taşacak kötülükleri ile onun idealize edilmiş kurumları tezatlık oluşturur. Devletin bu yasa dışı ayağı, yasal ayağından çok daha da ileridedir. Devletin bu niteliği onu bir nevi özel savaş yapılanması olarak yasadışı yapar. Bu ona her şeyi yapma hak ve yetkisini verir. Sınırsız uygulama gücü ve ölçüsüzlüğünün dayanağı devlet çıkarları olur. Misyon üstlenenler cezasızlıkla ihya edilir. Özü bu olan devlet, yine de yasal olmaya, meşru görünmeye ve hukuksal bütünlüğe ihtiyaç duyar. Herkesin kabulü, tüm vatandaşların sığınağı olması daimliği açısından vazgeçilmezdir. Hep “temiz” kutsal ve dokunulmaz olmak zorundadır. Bu nedenle kötülükleri organize eden ama yine de “temiz” kalan bu yapılanma kendi pis işlerinin taşeronlarını organize eder. Kimi uç siyasal yapıların tabanından gerekli kadro devşirilir. Bu yetmez aynı taban üzerinden mafya dediğimiz suç örgütleri oluşturulur. Bu yapılar sürekli olarak varlık gösterselerde, devletin beka sorunu yaşadığı dönemlerde çok daha faal olur. “Devlet düşmanı” olarak görülen öteki ve muhalefete karşı tehdit şantaj ve cinayete kadar varan eylemler organize edilir. Aynı gruplar eliyle toplumun sinir uçlarına dokunulup, önde gelen şahsiyetlerine yönelik suikastlerle provakasyonlara gidilir. Karşıt gruplar karşı karşıya getirilip çatıştırılır. Çoğu zaman bu öyle bir boyuta vardırılır ki, kutsal değerler, mekanlar provokasyon amacıyla kullanılıp kitleler öteki olana karşı mütecaviz bir biçimde toplu talan, yağma, tecavüz ve cinayetlere yönlendirilir. Bunun merkezinde olan devlet, kurtarıcı olarak devreye girip, kendi olmazsa olmazlarını daha görünür kılar.
Özel savaşın en organize halini Gladyo veya Özel Harp Daireleri gibi oluşumlar şahsında görürüz. Bunlar “dış düşman” ve “dış tehlike” algısı üzerinden kurumlaşmışsalar da, esasta içe dönük olarak faal oldular. Bir çok ülkede bu ilişkiler ağı açığa çıkarılarak üzerine gidildi. Bürokratından, siyasetçisine, iş adamlarından, sendikacıya, akademisyenden, yazarına ve sivil toplum temsilcilerine kadar geniş yelpazeden katılım, bu kirli ilişkiler ağı içerisinde bulmak mümkün. İlişkiler ağı ne kadar geniş ve derin olsada münferit bağlantılar dışında devleti , kutsal ve dokunulmaz olarak yeri korunur. Yasal alanda bile iktidar, muhalefet ve sivil toplum kurumları aynı uygulamaların bütünleyeni olarak görünür. Söz konusu “öteki” üzerinden devlet çıkarları olduğundan gerisi teferruattır. Kendi içerisinde her türlü çıkar yapıları, çatışmaları hoş görülür. Ancak öteki karşısında tek vücut hareket edilir. Tıpkı yedi başlı ejderha gibi; bedene yönelen her tehdit ve tehlike durumunda tüm başlar aynı yöne, aynı refleksi verir. Zorun gücü ve etkinliğine paralel algı operasyonlarının birincil sorumluluğu basına düşer. Bu anlamda özel savaş oluşumu çok geniş bir kadro ağına sahiptir. Buna gölge edene devlet demek mümkündür.
HASAN AŞKIN
YORUM GÖNDER