KATLİAMCIYA YEŞİL , PROTESTO EDENE İSE KIRMIZI IŞIK
Perex-Zaho katliamının üzerinden bir hafta geçmiş bulunuyor. Irak parlamentosu, Perex’e yönelik gerçekleştirilen katliamı özel bir gündemle ele alıp değerlendirdi. Irak hükumeti bu nokta da tutumunu yetersiz olsa da ortaya koymuş oldu. Bakurê Kürdistan’da ise AKP faşizminin, her türlü baskı, işkence, tutuklama ve katletme uygulamalarına rağmen halkımız tutumunu ortaya koymaktan çekinmedi. Kitlesel anlamda belki binleri, on binleri bulan katılımlarla protestolar yapılmasa da nitelik bakımından önemli mesajları vardı. Kürt ve Arap halklarının kardeşliği, AKP-MHP faşizminin saldırılarına rağmen katliam protesto edilerek gösterildi. Faşist TC’nin katliamcı geleneğine vurgular yapıldı. Yurtsever basın da rolünü oynayarak, Faşist TC’nin daha önce gerçekleştirdiği katliamlar ile bağlantısını kurarak Faşist TC’nin gerçek yüzünü ortaya döktü. Yine Rojava halkıda daha kitlesel bir biçimde Perex katliamını yapan Faşist TC’yi protesto etti ve lanetledi. Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetim temsilcileri de Faşist TC’yi lanetleyen açıklamalarda bulunarak halkın gösterdiği tutumla birleştiler. Yine Avrupa, Şengal ve Maxmur’da da halklar Türk faşist devletinin gerçekleştirdiği saldırıyı lanetleyip, kınadılar. Uluslararası alanda da ciddi bir tepki gelişti. Sorun gündemleşti. Bazı Emperyalist hegemonyanın öncüleri ise geçiştiren, “dostlar pazarda görsün” hesabı ile FAŞİST TC’nin adını anmadan kimi açıklamalarda bulundular.
Henüz Başurê Kürdistan’da kitlesel bir eylem gelişmediği gibi –bazı küçük grupların kimi sınırlı tepkilerini saymazsak, KDP yöneticilerinden de ciddi bir tutum hala sergilenmiş değildir. Türk devletinin ve ordusunun adını anmaksızın yaptıkları açıklamalarla beklemeye devam etmektedirler. Akabinde, Hewler’de katliamı protesto etmeye çalışan gruplara saldırmakta oldukça istekli olduklarını göstermekten de çekinmediler. KDP’nin tutumu “Katliamcıya Yeşil ışık, protesto edene ise Kırmızı ışık” oldu. Birilerinin bu durumu izaha kavuşturması gerekir. KDP ve Barzani ailesi acaba bu katliamı yapanın Türk devletinin olduğunu bilmiyor olabilirler mi? diye soralım. Cevap, hayır. Katliamın yapıldığı günün ilk saatlerinde saldırıyı dile getiren televizyon kanalları bizzat Barzani ailesinin televizyon kanallarıydı. Fakat Barzani ailesi ve onların aile partisi KDP, buna rağmen katliamın “PKK Gerillalarının savaşından kaynaklı” olduğunu söyleyerek, inandırıcılığını yitirmiş açıklamalarda bulunmaktadırlar. Daha da ilginci Irak devleti saldırılardan kaynaklı Faşist TC’yi BM’ye şikayet ediyor. Barzani ailesinin önde gelen isimleri ise Faşist TC’nin saldırılarını meşrulaştıran, üstünü örten, gündemden düşüren vb. temelde açıklamalarda bulunmaktadır. Yine Mesrur Barzani ise Türk devletini ucuzdan rahatlatabilmek için Türk devleti ve Irak hükumeti arasında ara buluculuk girişimlerinde bulunuyor.
Faşist TC’nin Irak ve Başurê Kürdistan sınırları içerisinde yürüttüğü savaşa ilişkin Irak parlamentosu ısrarla Türk devleti ile herhangi bir anlaşmalarının olmadığını söylemektedirler. En son yapılan açıklamada diplomatik gelenek ve kültürde ciddiyeti olmayan bir tutumun olduğundan söz edilebilinir. Anlaşmanın olmadığı ne kadar doğrudur bilemiyoruz. Uluslararası hukukta sıcak takip diye tanımlanan bir işleyişin olduğu bilinmektedir. Böyle bir anlaşmanın olduğu var sayılsa dahi, bu tür anlaşmaları saatlerle ya da günlerle sınırlandıra bilinir. Fakat 30 yılı aşan bir süre zarfı içerisinde bu coğrafyada eğer onlarca Faşist TC askeri üs kurmuş ise bunun anlamı açıktır. Malumu, Irak devletinin de bileceği gibi eğer anlaşma yoksa o zaman işgal vardır. Eğer 30 yıl boyunca da devam ediyorsa bölgeyi artık kendine ait görme vardır. Faşist TC Irak sınırları içerisinde üs kurduğu bölgeleri kendine ait görmektedir. Bu nedenle Faşist TC sözcüleri Irak Savunma Bakanlığı’nın üsleri boşaltın ve toprağımızı terk edin çağrısına kesinlikle üslerimizi boşaltmayacağız şeklinde diplomatik dille uyuşmayan bir cevap verdi. Bu yüzden gerçekleştirdiği ve gerçekleştireceği herhangi bir katliama gerekçe gösterme gereğini bile duymaz. Türk devleti için “bir yere girdi mi çıkmaz derler” bu doğrudur. Kaldı ki kendileri de bunu inkar da etmiyorlar, çıkmayacağız diyorlar. Zaten Lozan Anlaşmasının çizdiği sınırların aşılması gerektiğini söyleyerek kendi tabanlarını buna hazırlamaktadır. Başurê Kürdistan’da “kulakları bomba seslerine, gözlerini de Türk bayraklı bu üslere” alıştırmak istedikleri açıktır. Peki Faşist TC kendi başına Başurê Kürdistan’a gelip ellerini kollarını sallayarak mı yerleşti? Hayır. Peki nasıl yerleştiler? Sorusunun cevabı ortadır;
Birincisi, Barzani ailesi ve KDP ihanetçileri Kürdistan Özgürlük Hareketini tasfiye etmek için Kürt halkının ve bölge halklarının ezeli-ebedi düşmanı Türk devletini Başurê Kürdistan’a davet ettiler. Onun için Güney Kürdistan’da bulunmaktadırlar. Barzani ailesi kaderini Kürt halkı, Kürdistan ve bölge halklarıyla değil, çıkar temelinde Faşist TC ile birleştirmiştir.
İkincisi,Reel Sosyalizmin yıkılmasından sonra NATO, ABD ve İsrail yine AB devletlerinden bazıları PKK’yi tasfiye edip bölgede Barzani ailesini hakim kılarak, uluslararası sermayeyi güvence altına almanın hesabı nedeniyle, faşist Türk devletinin önünü açmaktadırlar. Çünkü NATO demek ABD ve Avrupa demektir.Onlar ise, Faşist TC’ni NATO’nun Güney-Doğu sınırlarının muhafızı olarak görmekte ve görevlendirmektedirler.
Dolayısı ile Faşist TC Başurê Kürdistan’da bulunan üslere bu temelde yerleştirildi. FAŞİST TC’nin Başur’daki varlığı sadece askeri de değildir. Ekonomiktir, ticaridir ve malidir. Geçmiş yıllarda yapılan bir açıklamada KDP ve Faşist TC aralarındaki ticaretin 17 milyar dolar olduğudur. Yine sanatı, filmleri ve dizileri ile Başurê Kürdistan’daki halkımızı kültürel olarak ciddi bir şekilde etkilemektedir. Barzanilerin Faşist TC ilişkileri salt bunlarla sınırlı değildir. Önemli karar ve gündemlerde Mesut, Mesrur ve Neçirvan Barzani sıklık ile Ankara ya da İstanbul’u ziyaret etmektedir. Bir tür aile içi ilişki gibi olduğu da kesindir. Bunun temelinde de Barzanilerin, Türkiye’deki şirketleri ve daha farklı ilişkilerinin olması bilinen hususlardır. Petrol ve Gaz aktarımı da bu ilişkilerin merkezinde yer almaktadır.
Özellikle Ukrayna savaşıyla birlikte, Avrupa’nın petrol ve gaz ulaşımını sağlamak için Güney Kürdistan gaz ve petrolünün Türkiye coğrafyası üzerinden taşınmasının projesinin hazırlandığı bilinen bir gerçekliktir.
Yani şunu demek istiyoruz; Türk devletinin Başur’daki varlığı sıcak bir çatışmanın veya “sıcak takip”in getirdiği bir durum değildir. Eğer sorun iddia edildiği gibi sınır güvenliği ise Türk devleti veya KDP Başika’daki üslenmeyi ne ile açıklayacaklardır. Yine Musul ve Kerkük’ün Türk olduğu ve kendilerine ait olduğu iddiaları bir gevezelik değil, ciddi bir sömürgeci iddia ve politikadır. AKP-MHP hükümeti ve Faşist TC bunu gerçekleştirmek için pratik içerisindedir. CHP, İYİP ve diğer sözüm ona muhalefet partileri de AKP-MHP faşist iktidar partilerinin emir erleri gibi özgürlük hareketini tasfiye etmede ve Faşist TC’nin yayılmasında hazır kıta beklemektedirler. Böylelikle Kılıçdaroğlu denen asimlado’nun “HELLALEŞME” sinin ne olduğunu da herkes daha iyi görmüş oldu.
Irak hükumetine gelince eğer tavırlarında ciddilerse Başurê Kürdistan’daki Türk faşist devletinin bu askeri varlığına son vermeleri gerekmektedir. Irak hükumeti son meclis açıklamasında Sömürgeci Soykırımcı Türk Devleti ile herhangi bir askeri anlaşmalarının olmadığını beyan ettiler. O zaman Faşist TC nasıl olurda bu kadar rahat bir şekilde bölgede saldırı ve katliamlar gerçekleştirir? Dolayısı ile akıllara hemen birkaç şey gelmektedir. Irak devleti ya PKK’nin bitirilmesi için kirli ilişkiler içerisindedir ya da Faşist TC ile bozuşmayı göze almaya cesaret gösteremeyecekleri kadar iradesizidirler. Ya da Irak hükumeti içerisinde KDP ve Türkiye devlet ilişkilerinden nemalanan birileri vardır. Onlar işleri böyle yürütmektedirler. Belirttiğimiz hususların her birsinin de bir payı olabilir.
Son olarak, Hewler ve Süleymaniye olmak üzere bütün Kürdistan şehirlerindeki Kürtler, Asuriler, Türkmenler, Araplar, Sünni ve Şialar, Türk üslerinin kapatılması ve bütün güçlerini geri çekmelerini sağlamalıdır. Bunun için bir kampanya başlatılmalıdır. Daha önce 2011-2012 yılında Başurê Kürdistan gençliğinin öncülüğünde Kürdistan’daki Faşist TC üslerinin kapatılması, işgalcilerin çıkarılması için yarım milyona yakın imza toplanmıştı. Bugün de PKK’nin Terör örgütü listelerinden çıkarılması için bir milyon imza toplanmıştır..
Dolayısıyla Başur’da ciddi bir işgal karşıtlığının olduğunu biliyoruz. Ve bu imza kampanyasının öncülerinden birisi de ulusal şairlerimizden birisi olan Şêrko BÊKES gibi aydınlardı. Bugün de PKK’nin terör örgütü listelerinden çıkarılması için çalışmaya öncülük eden, değerli aydın M.Emin PENCEWİNİ’dir. Böyle bir zeminde Güçlü bir halk hareketi ile bu üslerin kapatılması sağlanabilinir. Bunlar bu üsleri ile bir dönem Osmanlı İmparatorluğunun oluşum sürecindeki ‘serden geçtiler’ rolünü oynamaktadırlar. Bunların o zamanki rolü var olan halkı korkutmak, yıldırmak ve katliamalar ile göç ettirme rolüdür. Şimdi de bu üsler bu rolü oynuyorlar. En son Perex katliamı da bu anlamdaki yayılmanın bir işaret fişeği idi. Lozan’ın yıl dönümüne 3 gün kala böyle bir katliamın yapılmasının başka bir izahı var mı? Ancak karşısında Kürdistan Özgürlük Gerillası, Kürdistan’ı Türk sömürgecilerinden temizlemek için tarihin en görkemli destanlarını yazarak görevini yerine getirmeye çalışmaktadır.
Şimdi bunu halk hareketi ile tamamlamanın ve gerillaya katılmanın tam zamanıdır.
Kandil’de Solin bebeğe, Perex’te Zehra bebeğe bakacak Bamerni’de Yusif Hacı ile Revend Hoşyar Muhsin’e bakacak yüzümüz, söyleyecek sözümüz olsun!
FIRAT ALİ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
YORUM GÖNDER