ANNALES VE TARİH (2.BÖLÜM)
ANNALES VE TARİH
Tarih konumu yenilenme ve korunma sorunlarıyla karşı karşıya kalan, dolayısıyla tarihçilik çevresinin sosyo tarihinden morfolojik (biçim bilimi) bir bakış açısından yola çıkarak, bilginin kendi kurumlaşmasıyla bağlantı gelişiminden hareketle kavranması gereken bir meslek olarak kendi mantığına sahip özerk disiplindir. Avrupa'nın benmerkezci tarih anlayışı sonucu ortaya çıkan pozitivistçiliğin, sızmadığı yer, etkilemediği alan yok gibidir. Katı, dogmatik olgularla bezenmiş bir çevrenin içinde Annalesçiler boy vermeye çalışıyor. Hem de tarih gibi bir gerçekliğin içinde... Annales dergisinin kuruluşu, hem 1914-1918 sonrası dünyanın durumunu hem de toplumsal bilimler alanını alt üst etmiş ikili bir dönüşün sonucudur. Zaten, Annalesçi söylemin evrimindeki en önemli dönemecin kökenine bu ikili etkiyle karşılaşırız. Banotto Croca'nın dediği gibi: " Her tarih çağdaş tarihtir ". Az da olsa Annalesçiler bu çağdaşı bulmaya yelteniyor. Dünya çapındaki kapitalist ekonominin Amerika ile Avrupa'yı aynı rüzgârın önüne katıp götüren dramatik çatırtıları, insanlığın maddi bakımından hep daha çok refaha doğru ilerlediği fikrini tartışma konusu yapmıştır. Deflasyona, durgunluğa ve işsizliğe gömülmüş ve toplumsal alanları değerlendiren yani soruların temelinde bu kriz yatmaktadır. Annales (ekonomik ve toplumsal tarih yıllıkları) başlığını taşıyan Annales dergisi, anlamak ve harekete geçmek yönündeki talebin güçlü olduğu bu koşullarda, bakışını siyasetten iktisada çeviren bir dönemin sorularına tam anlamıyla cevap verir.
AVRUPA MERKEZLİ TARİH SÖYLEMİ
Annales dergisi etrafında toplanan yeni söylemin kökeninde 1914-1918 savaşının travmaları ve etkileri de bulunur. Savaş, çöküş ya da düşüş emarelerinin fark edildiği bir Avrupa'da " Balla " Epoguz'un bitiş çanını çalmıştır. Savaştan önce her şey Avrupa'da çözümleniyordu. Tarihçilerin Avrupa-merkezli söylemi, kapitalizmin birleştirdiği ve Londra ve Paris'in egemenliğindeki bir dünyaya denk düşüyordu. Savaştan çıkışta, milyonlarca ölüye yükselen insan kaybı ve maddi yıkımlar, ama özellikle de Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi daha dinamik yeni güçlerin yükselişi Avrupa'yı zayıflatmıştı. Sorunların dünya çapında iç içe geçmesi, yeni dünya karşısındaki evrensel mesajını görecelileştirdi ve tarihçi söylemi burada da Avrupa-merkeziyetçiliğin aşılması yönünde bir eğilim içine girdi. Annales ‘in söylemi sadece tarihçilik söyleminin gerçeklikten kopuk bir biçimde geçirdiği kendi iç evrimiyle değil, savaş öncesinin kesin gerçeklerinin sorgulandığı bu bağlam içinde anlaşılabilir. Lucian Fabura'in dediği gibi: "Tarihin krizi, yalnızca tarihi etkileyen özgül bir hastalık değildi. İnsan zihnindeki büyük bir krizin bir yanıydı, bu krizin özellikle tarihsel yanıydı ve hala da öyledir." Avrupalıların bir türlü anlamak istemedikleri kriz aşırı indirgemeciliktir!
EGEMEN TARİH YAZIMINI RET
30'lu yılların önemli temaları, "anti" temalardır. Annalesçi söylemin bağlandığı ana noktanın kaynağı pozitivist denen egemen tarih yazımının tamamen reddi buna sistematik muhalefettir. Saignobos, Longlois kuşağına muhalefet temelinde oluşur. 1930'lu politikacıların oyunları, parlamenter yaşam, siyasal partiler bu entelektüellerin eleştirisine uğrar. Devlet şaibelidir ve toplumun dışında bir olgu, yabancı bir cisim olarak reddedilir, şiddetli bir redde yol açar. " İster ılımlı olsunlar ister radikal, sosyalist ya da komünist, adları gazetelerde lider olarak yer alan ya da açık oturumların galibi diye sergilenen tüm önde gelen politikacılar bir alçaklık işareti taşırlar; koridorlardaki senli benli konuşmalarda ve barın tezgahına dirsek dirseğe duruşlarda fazlasıyla aşikar bir tür duygusuz suç ortaklığı, ahlaksız komplo sırıtır." Siyasetin reddi Marc Bloch ile Lucian Febura'de de belirgindir. Gereksiz, eklenti, ufukların ölü noktası halini almış siyasal alanı tamamen bir yana bırakarak, yaklaşımlarını iktisadi ve toplumsal alan üzerinde odaklarlar. 30'lu yılların üzerine, kişilik tekillik olarak kavranan insana bütünüyle veren zorunlu atılım üzerine de bir düşünme çabasıdır: "Tek kelimeyle, insan uygarlığını yeniden yaratmak söz konusudur." İşsize yol açan çelişkileri ve krizleriyle kapitalizm ve faşizm ya da Nazizm gibi totaliter rejimlerin yanı sıra kolektivist bir devrim, yani sovyetik model çözümünü de reddeder. Kapitalist kargaşa ve Bolşevik baskıya karşı, düzen devrimini hazırlamaktadır. Bu üçüncü bir yol arayışıdır. Annalesçi söylemi kuran temalarda, devletten kurtulmuş, insani modern ve yeni bir gelecek özlemine rastlanır.
'TARİHÇİLER KABİLESİ PUTLARI'
Annalesçi tarih yazısının vaftiz babalarından biri Emile Duzleheim'dir. Nitekim March Bloch ona olan borcunu kabul etmektedir, sorunları daha derinden analiz etmeyi daha yakından kavramayı hatta diyebilirim ki daha az kolaycılığa kaçarak düşünmeyi bize o öğretti der. Eğer Avrupa'yı iyi tanımak istiyorsak onun pozitivist tarih anlayışına iyi bakmalıyız. Bakın François 'Simiand 1903'te " Tarihsel Yöntem ve Toplumsal Bilimler" adlı makalesinde ne demektedir: Tarihçiler yırtık pırtık giysilerinden kurtulmaya yenilenmeye çağırır ve Bacon'ın "Tarihçiler Kabilesi Putları" metaforunu tekrarlar. Bu putların sayısı üçtür, hepsi de gereksizdir. Öncelikle "Siyaset Putu" vardır, yani ana inceleme konusu budur ya da en azından siyasal tarihin asıl dertte edindiği budur buna " birey putu" ya da "tarihi bireylerin tarihi olarak kavrama yönündeki köklü alışkanlık" eklenir. Son olarak da "kronolojik put, yani köken incelemeleri içinde yok olup gitme alışkanlığı gelir. Böylece tarih denen bu eski ve yerleşmiş disiplinin, kendini bir pozitif bilgi tarzında oluşturma kapasitesini açıktan açığa tartışma konusu eder. Genç sosyoloji ise kendini " toplumsal bilimlerin bütüncesi olarak görmektedir. Tarihçileri tekil olgudan çıkarmayı sağlayan istikrarlı ilişkilere geçmeye davet etmekte; sonuç olarak gözlemlerini bireyselden toplumsala yöneltmeye çağırmaktadır. Annales, kendi yenilikçi yanının özünü 1903 tarihli bu çok sert eleştirinin içinden bulup çıkarır. Lucian Febura ve Bloch'un istemleri stratejiktir. " Her bilimsel proje bir istenç projesine bağlıdır. İkna istenci ile güç istenci, ışık ve gölge gibi birleşmiştir." Ekonominin hukuk fakültelerinde sıkışıp kaldığı, Durkheimci okulun dağıldığı ve hukuk fakülteleri ile edebiyat fakülteleri arasında tereddüt geçirdiği otuzlu yıllardaki durum budur; coğrafya okuluna gelince, tık nefese kalmışa benzer. " Yeri doldurulması gerekiyordu, Annales yaptı bunu." Annales ‘in hegemonya istenci bizi ideolojiye, bu dönemin temel temalarına, otuzlu yılların ruhuna götürür çünkü " egemen olmak isteyen bir tarih egemen ideolojiye karşı gelmez." Avrupa'nın kolonyalist tarih anlayışına en çarpıcı örnek olsa gerek.
EKONOMİK VE TOPLUMSAL TARİH YILLIKLARI
Annales ‘in tarihinin iki kurucusu, kendilerinin ve mirasçılarının kendilerini tanıtmayı sevdikleri gibi, marjinal değillerdir. Her ikisi de 1929'de Fransızlaştırılmış Strasbourg üniversitesinde profesördür. March Bloch ile Lucian Febura, farklı mizaçlarına rağmen özellikle Strasburg’dan beri birbirlerine bağlıydılar. Orta çağ tarihi ile modern tarih enstitüleri bitişikti ve ikisini ayıran kapı her zaman açıktı. Bir yanda, sözlü konuşmadan ziyade yazmada daha rahat olan bir alemle: " Kesik kesik konuşan Bloch, oldukça soğuk, hatta mesafeli gözüküyordu. Savları çekinceler ve tereddütlerle doluydu, kesinlikle aç yeni yetmeleri biraz şaşırtıyordu." Diğer yanda bir pedagog, iğneleyici ve yetenekli bir hatip: " Febura coşkulu mizacı ve el kol hareketlerine de başvurmaktan çekinmeyen, pedagojik maharetiyle daha ilk anda dinleyicilerini etkiliyordu." Ve nihayet dergi 15 Ocak 1929'da iki tarihçinin tüm beşerî bilimler arasında bağlantı rolünü sergileyen bir yazı kuruluyla birlikte Annales (ekonomik ve toplumsal tarih yıllıkları) adı altında yayınlanır. March Bloch ve Lucian Febura iki yöneticidir. Ayrıca sosyolog, ekonomist, siyaset bilimci, tarihçi, antik çağcı, orta çağcı ve modern dönem içinde yardımcı ve deneyimli insanlar dergide yer alırlar. Annales siyasal alanı terk ederek, tarihçilerin dikkatini başka ufuklara yöneltmiş olan tarih alanının genişlememesini önerir, doğa, manzara, nüfus, demografi, mübadeleler, adaletler...
'HER TARİH BİR TERCİHTİR'
Gün geçtikçe Annales tarih söylemini kökten yenilemektedir. Öncelikle, derginin adından anlaşılabileceği gibi o zamana ayrıcalık tanırlar. Anlatı-tarihi karşısında bir sorun tarihi savunurlar; yapısal bir tarihin gelecekteki kavramsallaştırılmasının teorik ana kalıbıdır bu. Tarihsel kesim, bu durumda klasik dönemlere göre değil, ortaya konan ve çözümü aranan sorunlara göre eklemlenir. ‘’Bir olgu hazırlamak inşa etmektir. Her tarih bir tercihtir’’ der Febura. Tarih alanında rüştünü fazlasıyla ispatlayan Annalesçiler akademik alanda okul olmayı, söz söyleme noktasında çağını aşmıştır. Kaldı ki Annales okulunun boy verdiği yıllar iyi anlaşılırsa okulun kendisi de iyi anlaşılacaktır. Annales okulunun tarih bilimi Lucian Febura ve Bloch ile anılsa da Fernand Braudel ile birlikte gibi büyük bir tarihçi bu geleneği sürdürür. Annales, Braudel ile birlikte yepyeni bir tarih anlayışı benimser. Braudel’i daha iyi anlamak için “Akdeniz” ve “Maddi Uygarlık” adlı kitapları mutlaka okunmalıdır. “Tarihin sınıfsal ve ekonomik yorumları, toplumsal gerçeği bütününden kopuk ele alan ve indirgemeciliği varan özellikleriyle, başka bir açıdan da olsa devlet tarihlerini andırırlar. Kısmi pozitivist bakış açısı, arami dinler tarihi kadar bile verme gücünden yoksundur. Tüm tarih anlatımları birbirine ne kadar zıt görünseler de doğanın tarihinin hem paradigmal hem ampirik akarak anlam bulduğu kanısında değilim. Adına toplumsal tarih denen tarih yazımları pozitivist sosyolojinin en parçalı bölümleri olmaktan öte anlam ifade etmezler. Vücudun bütününün bir parça tasviri olmaktan öteye gitmezler.
ABDULLAH ÇELİK
(Kaynakça: 1-Özgürlüğün Sosyolojisi A. Öcalan 2-Ufalanmış tarih: François Dossa (*) Abdullah Öcalan)
YORUM GÖNDER