KADIN KURTULUŞ İDEOLOJİSİNİN İLKELERİ
I.Yurtseverlik
“Kürdistan söz konusu olacaksa eğer veya ana topraklar diyelim, o ananın da bahsettiği gibi yani o topraklarda yaşamak en güzeli diyorsak, her şeyden önce kadın ideolojisi topraksız olmaz. Hatta toprağın ekine açılması, üretime açılması, biraz da kadın sanatıyla bağlantılıdır. Demek ki kadın ideolojisinin birinci ilkesi, doğduğu topraklarda yaşamaktır. Yani günlük deyimle yurtseverlik.” belirlemesi Önderliğimizin bu ilkeyi ilk açıkladığı çözümlemeye dâhildir.
Kadın kurtuluş ideolojisinin birinci ilkesi olan yurtseverlik ilkesinin tarihsel ve güncel olarak anlaşılması gerekir. Kürdistan ülkesi, üzerinde yürütülen egemenlik savaşları, işgaller, istilalar, kıyımlar ve katliamlar görmüş bir ülkedir. Bu ülkenin toprağı, zamanın kalbine, ülkesinin insanının ve düşmanının kanıyla teriyle işlenmiştir. Kürdistan’da insanı topraksızlaştırma savaşı kadar toprağı insansızlaştırma savaşı da verilmiştir. Toplu ya da tek tek katliamlarla bu yapılırken, Kürdistan insanını ülkesinden, yurdundan toprağından koparmak, toprağının uzağına savurup köksüz bir yaşamı dayatmak da çok uygulanır olmuştur. Köylerin, ormanların ve tüm değerlerin yakıldığı toprak insansızlaştırılmaya çalışılmıştır. Tüm bunların son hamlesi olarak uygulanan yöntem, insanın kendi yurdunda, doğup büyüdüğü, insanı, dünyayı ve yaşamı tanıdığı toprağından, toprak bilincinden koparılması, köksüzleştirilmesidir. Bu siyaset de belli oranda yol almış Kürt insanı toprak ve yurt bilincinden uzaklaştırılmıştır. Kürdistan ülkesine egemenlerin yaklaşımı, Kürt kadınına yaklaşım gibidir. Bu nedenle mevcut uygulamalardan en çok zarar gören öğe Kürt kadını olduğu gibi buna en çok direnen, kimi zaman kendini dışa kapatarak bir korumaya alan da yine Kürt kadınıdır.
Bu anlamda özgürlük mücadelesi saflarında bunun en iyi uygulayıcısı ve koruyucusu olabilecek kadının yurt bilincini arttırması, güçlü yurtseverlik duyguları geliştirerek mücadeleyi yükseltmesi gerekmektedir. Kadın kurtuluş ideolojisinin başlangıç ilkesi, yurdunu sevmek, toprağına anlam vermek, toprağının üzerinde yaratılan tüm değerlere saygılı olmak ve onları korumak, bu temel yaklaşımla yeni değerler yaratmakla yaşamsallaştırılabilir.
Bu ilkeyle örgütlü kadın gücü, Kürdistan kadını öncülüğünde halkın kendi kültürüyle, kendi değerleriyle, maddi ve manevi tüm tarihsel değerleriyle buluşmanın, onları anlamlandırarak, büyüterek geleceğe taşımanın temel yürütücüsü olur. Kadının, tanrıçalaşmayı yaşadığı Mezopotamya topraklarının mevcut durumda yaşadığı insansızlaştırmaya, Mezopotamya insanının topraktan uzaklaştırılmasına karşı yaklaşımı, kadın kurtuluş ideolojisinin yurtseverlik ilkesi doğrultusunda bir mücadeleyi esas almak olmalıdır. Kürdistan’da değer bilincinin insan, madde ve her türlü üretimle birlikte anlam kazanması toprağın, özgür bireyle ancak özgür bir nefes alma imkânını getirecektir. Bununla birlikte ancak doğru bir yurtseverlik bilincinin sağlanması, ezilen psikolojisinin, ulusal inkârcılığın, köksüzlüğün aşılarak doğru bir yurt sevgisinin oluşturulması, dünya insanlığıyla doğru bir bütünleşmeyi getirecektir. Kadın kurtuluş ideolojisi doğrultusunda yurtseverlik ilkesini yaşamsallaştırabilmek, evrenselleşmenin de önemli bir aşamasını oluşturacaktır.
II. Özgür Düşünce, Özgür İrade İlkesi
Önderliğimiz kadın kurtuluş ideolojisinin ikinci ilkesini şöyle özetlemektedir.
“İkinci husus, kadın eğer yaşamda yer bulacaksa, bugün dolayısıyla diyorsunuz ki konuşmamız gereken gün. Sadece konuşma değil, özgür düşüncesi, özgür iradesiyle yaşama katılması gerekiyor. Eğer bu ideoloji gerçekleşecekse, en somut bir ifadesi kadın istediği gibi yaşar, kararlaştırır. Onun düşüncesine güveneceğiz, onun iradesine saygılı olacağız. Bu ideolojinin vazgeçilmez bir ilkesi de budur. Bu ben bile olsam şunu diyecek yani. Ben seninle şu temelde yaşayabilirim. İrademle, düşüncemle birlikte çok ilkeli, çok projeli-planlı olacak. Öyle lafta, ‘bilmem ben kadını kandıracağım, bilmem o beni kadınlığıyla kandıracak, ucuz cinselliğiyle, ben bilmem bazı avantajlarımla…’ İlkede buna yer yoktur.”
İnsan türünün maddi gerçeklik içinde kendini farklılaştırarak yeni bir kimlik kazanması, onun düşüncesinin yansımaları olan ve toplumsallaşmaya zemin hazırlayan edimlerle gerçekleşmiştir. Varlığı koşullayan bir boyut da özgür ve iradi düşünme, buna göre yaşamadır. Özgür ve iradi düşünmenin inkârı varsa öz varlığın yaşamasından söz edilemez. Bu durumda ortaya çıkan ona yön verenin yansıması, gölgesi şeklindedir. Hiyerarşik devletçi sistemlerin temeline yerleşen teolojik bakış açısı insan toplumlarını üstün bir varlığın mevcudiyetine inandırarak tüm varlıkların yaşamını kendinde merkezileştirmeye dayanır.
Tanrı, tanrı-kral, zılulallah -tanrının gölgesi- kral ve en son tanrının elçisi peygamberler, evrenin küçük bir zerreciği olan ve düşünme, yaratma, değiştirebilme, koşullara uyarlanma ya da direnerek koşulları değiştirebilme gibi özelliklerini kendinde toplayan insanın özvarlığını inkâr ederek onu kendi üstün varlığının bekasında eriten bir gerçekliğe sahiptir. Bunun en son modeli olan din bunu en somut ve legal bir şekilde yapmaktadır. Dinlere göre tanrı, insan yerine düşünendir. O, koruyan, kollayandır. O yaratandır. İyiyi ve kötüyü olduran, kendisi oldurduğu halde insanı cezalandıran ya da ödüllendirendir. İnsan iradesinin sıfırlanışıdır bu. Özne olarak insanın konumsuzlaştırıldığı bir zihniyet yaratımı olan dine göre insan, sadece bu olmuş bitmiş gerçekliği tekrarlayan, hiçbir iradi fonksiyonu olmayan bir yaratıktır.
Bilim, bu bakış açısını temelinden sarsmış, insanın aklıyla düşünebilen bir varlık olduğunu kanıtlamış ve bu sayede devrimsel gelişmelere yol açmıştır. Bununla beraber bilimin, dünya insanlığının çoğunluğuna, denenmiş, sınanmış ve ispatlanmış hazır bilgiyi vererek onu sorgulamasız kabule yönlendiren ve dini aşma iddiasından dolayı şüpheye yer bırakmayan bir sistem yarattığı inkâr edilemez. Günümüz koşullarında egemenlerin hâkimiyetinde olan bilimsel gelişim düzeyi bilgiyi azınlığın hizmetine sunar ve nasılının sorgulanmadığı bir kısmını da yığınlara lütfeder. Bu lütfedilen de mutlak olur ve değiştirilemez. Zaten ezilen, sömürülen ve geri bırakılan çoğunluğun genellikle bunu değiştirme olanakları da olmaz. Oysa bilgi sevgisi anlamına gelen felsefe, kendi varlığını şüpheyle başlayan, sorgulamayla gelişen ve belirsizlikle sonuçlanan bir seyre dayandırmaktadır. Verili düşünce kalıplarının kökenlerinin sarsıldığı günümüzde ise, şüphe duyma ve sorgulamanın gelişmesinin yine sistemin mutlaklığı içinde erimesi ya da ona tabi olması ancak mevcut zihniyetin düşünceye dayattığı sınırlarla açıklanabilir. İnsanın prangalandığı zincirler kırılmıştır ama üstü açık bir zindanda tüm insanlar düşünce suçlusu gibi yaşamaktadır. İşte biraz geniş de olsa belirlenmiş bu sınırların dışına çıkmak daha derinden bir sorgulamayı gerektirir.
Özgürlük mücadelesi bu derin sorgulamayla başladı. Benzer sorgulamayı yaparak, tekrar tekrar sistemle buluşan hareketlerin varlığı 20. yüzyıl insanının ona lütfedilmiş olan düşünce sistemine rıza göstermesi ve onun sınırlarını zorlayamamasıyla açıklanabilir.
Tarihsel önemi olan özgürlük çıkışlarının yeniden sisteme eklemlenmesi insanlık açısından, “özellikle komünal demokratik yaşamın özünü koruma ve yaşatma mücadelesi veren insanlık açısından” büyük ve acı kayıplardır. Önderliğimizin başarısı bu verili düşünce kalıplarını aşarak 21.yüzyılın ruhuna uyumlu bir ideoloji yaratmasındandır. Benzerlerinin bir tekrarına düşmeyişi O’nun özgür irade, özgür düşünceyi yaratabilmesi ve verili olanı sadece sorgulayan değil onun kalıplarını kırıp geçen bir gerçekliği yaratmasındandır. Buradaki kırma eylemi sonradan adına erkek aleyhine olan üçüncü cinsel kırılma da denilen egemen sisteme, eril zihniyete yönelmedir. “Erkeği öldürmek” belirlemesi, Önderliğin kendindeki erkekliği öldürdüğünü belirtmesi, devlet aşiret, aile organizasyonlarıyla, ataerkil zihniyetle örülü Ortadoğu’da gerçekleştirilen en radikal devrimsel adımdır.
Kadın kurtuluş ideolojisinin temelini oluşturan kopuş teorisi, erkeği öldürmek ve tanrıçalaşma gerçeğini güncelleştirme kavramları binyılların devletçi zihniyetini ve toplumsal cinsiyetçiliği insanlığın tek alternatifi olmaktan çıkaracak, insana özgür bir nefes aldıracaktır. Sosyalist toplumu yaratmak için bu adımları atmak, erkek özlü düşünce sisteminden sıyrılarak özgür düşünceye, kadın yanlı düşünerek yönelmekle mümkündür.
Kadın bu düşünce sistemine hem en çok ihtiyacı olan hem de en çok bunu yaratabilecek olan öğe olduğundan, kadın kurtuluş ideolojisinin özgür düşünce, özgür irade ilkesiyle kadına büyük bir rol verilmektedir. Bu rol ile birlikte kadın binyıllardır ondan koparılan özgür düşünceye yeniden yönelecek, bu anlamda eril zihniyetin hâkimiyetinden, gölgesinden, baba- koca-erkek kardeş bağımlılığından sıyrılarak özgür iradeyi oluşturabilecektir. Kürt kadını kadın kurtuluş ideolojisinin bu ilkesini yaşamsallaştırarak insan olmanın, kadın olmanın doğasına uyumlu yaşayabilecek ve bu yolla evrendeki konumunu anlamlandırabilecektir.
III. Özgürlüğe Dayalı Bir Yaşam Paylaşımı Ve Örgütlülük İlkesi
“Üç, tabii bunun olabilmesi için, özgürlüğe dayalı bir yaşam paylaşımı için örgütlülük gerekir. Örgütsüz insan bir hiçtir. İlk örgütlenme kadınla başlamıştır. En çok örgütlenmeyi esas alması gereken güç kadındır. Erkek belki örgütsüz olabilir veya erkeğin örgütü çoktur zaten. Kadının kendi özgün örgütünü “bugün YAJK diyoruz” YAJK’ın genelleştirilmesi gerekir. Bütün toplumsal alanlara duyargalarını yayması gerekir. Kadının örgütlü olması gerekiyor. Bunu bir defa kulağınıza küpeleriniz var da, bu küpelerinize örgütlülüğü yazmalısınız. Öyle başka anlama gelmemeli bu küpeler.” Önderliğimiz üçüncü ilkeyi bu cümlelerle özetlemekle birlikte kadın için örgütlülüğün anlamını derin çözümlemiş ve eğitimlerle bu konuda kadın militanları yoğunlaştırmıştır.
İnsanın varoluşuna, toplumsallaşma gerçeğine aykırı olmasına rağmen köleleştirmenin, sınıflı toplum tarihi boyunca varlığını sürdürmesi, kendini örgütlü bir güç olarak somutlaştırmasından kaynağını alır. Sümer tapınağı olan zigguratlar, hiyerarşik devletçi sistemin oluşturulduğu, eril zihniyetin şekillendirilerek kurumlaştırıldığı bir dölyatağı rolünü üstlenmiştir. Burada başlayan örgütlülük toplumun sınıflandırılarak köleleştirildiği, bunun tüm topluma dayatıldığı bir örgütlülüktür. Tahakkümcü sistemin gelişim yılları boyunca sağlamlaştırdığı, insan zihni ve bedeni üzerindeki egemenliğini derinleştirerek arttırdığı örgütlülüğe yönelerek onu aşabilmek ve özgürlüğe dayalı bir yaşam yaratabilmek ancak güçlü bir örgütlenmeyle mümkündür. Mevcut sistemin tüm örgütlenme ve kurumlaşmaları erkek karakterlidir. Bu eril hâkimiyetin örgütlenme diyalektiğindeki cinsiyetçilik, kadın üzerindeki hâkimiyet kadar ezilen sınıf, ulus ve tüm sömürülen kesimlerdeki erkek üzerinde de hâkimiyet kurmakta, onu karılaştırmaktadır. Egemenin aşırı erkeksiliği, ezilenin kadın karşısındaki kof erkeksiliği kadar egemen karşısındaki kadınsılığı bundandır. Kölelik resminin farklı yansımalarıdır bunlar. Köleleştiren bu sistem karşısında özgürlüğe dayalı bir yaşamı yaratmak kadın yanlı bir ideoloji olan kadın kurtuluş ideolojisinin esas alınmasıyla olabilir. Burada özellikle kadın kurtuluş ideolojisi öncülüğünde bir mücadele yürütebilmek, kadının özgün örgütlülüğüyle mümkündür. Mücadele saflarındaki kadının buna öncülük yapma görevi vardır. Ve bu öncülükte iddia ve ısrar önemlidir. Çünkü sistemin alternatifini yaratmak onun örgütlülüğünü yenebilecek güçte örgütlenmelerle olanak dâhiline girer. Örgütlenme anlayışının, ideolojik disiplinin güçlü oturtulması başat olmakla birlikte yapısal anlamda da güçlü kadrolarla örgüt gücü oluşturmak, bununla bir tehdit gücü yaratabilmek önemlidir. Kadının bu anlamda özgün örgütlenmenin rolünü iyi anlaması ve buna denk bir yapılanmaya gitmesi, birey olarak da örgütlenmede güçlü bir temsili kendi duruşuyla sergilemesi gerekmektedir. Önderliğimiz bu konuda “Örgütlülük kalbin sürekli atışına benzer. Bir devrimin başarıya ulaşması örgütselliğe bağlıdır” demektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi örgütlülük ideolojiye sürekli taze kan sağlayan, ona yaşama imkânı veren bir organizasyondur. Nasıl ki bir insan öldüğünde ilk önce kalbi duruyorsa, örgütü olmayan, yıkılan, yok olan bir ideoloji de ölmeye yüz tutar. İdeolojinin yaşamsallaşması, başarıya ulaşması da örgütlülükle mümkündür. Kürt halk gerçekliğinin tarihine baktığımızda bu konuda karşımıza birçok zorluğun çıkabileceğini görmekteyiz. Bunun kadar neolitik devrimin yaratıcıları olduğumuzun da bilinciyle hareket etmek, tarihimizin köklerinden güç alarak mücadelemize yönelmek, kadın kurtuluş ideolojisini yaşamsallaştırarak yeni özgürlüğe dayalı bir yaşamı paylaşma imkânını arttıracaktır.
IV. Örgütlülükle Birlikte Mücadele İlkesi
“Örgütlülükle birlikte bütün yaşamınızı mücadeleden ibaret görmeniz gerekir. Çünkü kadın kimliği mücadelesizlikten ötürü dört duvar arasına alınmıştır. Hamur işleri verilmiştir kendisine, basit işlerle oyalanmıştır. Yani boş işler kişiliği gibi bir dayatma içinde bulunmuştur. Dolayısıyla ideolojik-politik esaslar başta olmak üzere, örgütselliğe ilişkin, kültüre ilişkin velhasıl kendisini güçlendirebilecek her alana ilişkin tam bir mücadeleci olması gerekiyor. Çocuk bakmak, bilmem hamur işleriyle kendi kendini ömür boyu mahkûm etmek için değil, ben bayağı örgütçü olacağım demesi lazım. İşim-gücüm mücadele etmek.” belirlemeleriyle Önderliğimiz kadının özgürlük yürüyüşünde esas alması gereken mücadele sürekliliğini vurgular.
Mücadele kavramı varlıkla birlikte var olan ve olmaya devam eden bir olgudur. Çünkü varlıkların doğasında mücadele vardır. Klasik bakış açısıyla cansız denilen maddeler için de bu böyledir. Örneğin taşların, güneş, kar, rüzgâr gibi etkenler karşısında bir bütün olarak zaman karşısında duruşları bir mücadelenin varlığını gösterir. Üzerinde binlerce insanın geçtiği bir köprünün tüm dış etkenlere direnerek konumunu koruması ve üzerinde hiçbir ağırlığın olmadığı bir anda yıkılması bu mücadeleye bir örnektir. Bir ırmakta iki kere yıkanılamayacağı gerçeği de bir mücadele sonucu oluşan ve birbirini takip eden yeni konumlardan dolayıdır. Yani mücadeleyi inkâr etmek oluşu inkâr etmek olacaktır. Bundan ziyade günümüzde, insan olarak mücadele gerekçelerimizi doğru belirlemek, bunun yöntemini ve sonuç alma iddiasını yaratmak önem taşımaktadır.
Çünkü insan varlığı da bu mücadeleyi içerir. İnsanın köleleştirilmesi, birinci cinsel kırılma ile kadının köleleştirilmesiyle başlar ve günümüze kadar aşamalı olarak sürer. Bu süreğenliğin bir bütün insanı köleleştirdiği, toplumsal varoluşu yok ettiğini söyleyemeyiz. Çünkü tarihin her aşamasında tahakkümcü, hiyerarşik devletçi sistemle birlikte başta etnisitenin daha sonra bireysel olarak bilinen tarihsel kişiliklerin ve nihayet son olarak halkların demokratik komünal direniş çizgisi de toplumu, toplumsallığı oluşturan öz olarak varlığını korumuştur. Önderliğimiz, bastırılıp ezilse de varlığı hiçbir zaman yok edilemeyen bu kesimlerin mücadelesinin insanlığı bugüne getiren ve ayakta tutan temel değerlerin esas yaratıcısı olduğunu vurgular. Kiminde etnisite, kimi zaman filozoflar, kimi zaman kendini insanlığın ve doğanın özgürlüğüne adayan çilekeşlerle bu değerler taşınır. Bu durum mücadeledeki kesintisizliğin bir ürünüdür.
Tahakkümcü sistemden kendini kurtararak, örgütlü bir güç halinde varlığını korumak, eril zihniyete karşı kadın eksenli bir ideoloji yaratmayı amaçlamak, ancak sağlam temelli bir mücadele gücünü kendinde oluşturmakla olanak dâhiline girebilir. Özgürlük mücadelesi saflarındaki kadın, bu durumda tarihsel bir bilinçle özgün örgütlülüğünü ele almalı ve mücadele yürütmelidir. Bu durumda bir kadın militanın her an hatırlaması ve ona göre kendi yürüyüşüne yön vermesi gereken gerçeklik mücadelesizliğin onu sistemle bütünleştireceği, mücadelesiz geçen her anın sistemin bir kazanımı olarak zamanda yer edineceği gerçeğidir. Mücadele ilkesini kendi kişiliğinde süreklileştirebilmek güçlü bir örgütlenmeyi ve özgür iradeyi de açığa çıkaracaktır. Kadına biçilen sessiz, verili olanı kabul eden, kendi iradi duruşu olmayan sıfatlandırmaları ancak bu ilkenin güçlü uygulanarak, kadın cinsinin öz iradesini yaratarak, adım adım başarıya yönelerek aşılabilir ve kadın bu yolla kadın kurtuluş ideolojisinin öngördüğü yaşama yakınlaşacaktır.
V. Yaşamın Estetikle, Güzellikle Olan İlişkisi İlkesi
“Güzel yaşamın büyük ve kutsal ilkeleri kadar, onun gergef işlemesi gibi ilmik ilmik dokunması gereği vardır. Gözle, davranışlarla her şeyin estetik yani güzellik sınırlarında yürütülmesi gerekir. Büyük yaşamın özü örgüt ise örgütlülük düzeyi ise bunun elbisesi de güzel nakışlardır. Veya böyle bir dokunmayı gerektirir. Nedir bunlar? Dildir, davranış güzelliğidir. Böyle olunmadan, büyük sayılır, büyük sevilir bir yaşamın sahibi olunamaz.” belirlemeleri Önderliğimizin kadında estetiğe verdiği önemin zarif bir ifadesidir.
Önderliğimizin kadın arkadaşların estetiği üzerinde kadının kendi üzerinde durduğundan daha fazla hem de büyük bir özenle durması bir öz güzelleştirme çabasının yansımalarıdır. Eğittiği kadın arkadaşlarda Önderlik bunun çabasını fazlasıyla vermiştir. Tarihin yükünü, erkek karakterli sistemin gereksiz ağırlıklarını taşıyan kadının o yükten kurtularak omuzlarını kaldırmasını, başının dik olmasını onun özgürleşme düzeyiyle bağlantılı olarak ele alır. Tarihini değiştirmeyi, kendine giydirilen kölelik giysisini atmayı hedefleyen ve buna yönelik yürüyüşe başlayan kadın, tarihin utancını, cinsinin eksikliğini yaşamaz ve başı dik yürüyebilir artık. Önderliğin en çok üzerinde durduğu diğer bir konu da her şeyin metalaştığı ve pazara çıkarıldığı kapitalist sistemde kadının kendini erkeğe beğendirtme amaçlı kendini güzelleştirme çabasıdır. Güzelliğin ve estetiğin bu amaçla ele alınması kadının köleliğini derinleştireceğinden, son tahlilde onu çirkinleştirecek ve kullanım tarihi dolduğunda bir toplumsal atık olarak kendi dışına atacağı bir tüketim malzemesi haline getirecek olan bir sonu hazırlayacaktır. Eğer özgürleşmek amaç olarak belirleniyorsa başlangıç olarak estetiğin çıkış noktası erkek eksenlilikten, erkeğe göre olmaktan çıkmalıdır. Bununla birlikte düşüncesinden fiziğine, davranışlarından üslubuna, konuşmasından beden diline ve ifade gücüne kadar bir bütün olarak amaçlı, anlamlı ve estetik bakış açısına sahip bir yaklaşımın esas alınması gerekmektedir. Yaşamın kadın kurtuluş ideolojisi ilkeleri doğrultusunda ele alınması, örgüt bütünselliği ve disipliniyle somuta yönelmesi ve estetik bakış açısıyla biçimlendirilmesi kadını başarıya yakınlaştıracaktır. Ancak bununla kadın doğal toplumdaki gibi yaşamın cazibe dolu bir öğesi olacak, kendi somutunda köleliği değil özgürlüğü derinleştirecek, kendine yakınlaşanı sistemin ağlarından kurtararak özgürlüğe çekecek olan özüne kavuşacaktır.
İnsan her şeyin en güzeline layıktır. Kadın kurtuluş ideolojisini kendilerine temel alan özgürlük arayışçısı kadınların kendi güzellikleriyle yaratacakları yeni özgür yaşam, tüm insanlara güzelliği verebilecek bir dünyanın garantisidir.
Kadın kurtuluş ideolojisinin beşinci ve son ilkesi olan estetiğe ilişkin Önderliğimizin temel belirlemesi şöyledir.
“Bana göre kadınla yaşamanın estetik-güzellikle de ilişkisi vardır. Şimdiki yaşamın çirkinlik düzeyinin baskıyla ilişkisi olduğu için, sömürüyle ilişkisi çok çarpıcı olduğu için, yaşamak isteyen kadının sanatı, kültürü, estetiği kesin göz ardı etmemesi gerekiyor. Fiziğinden tutalım düşünce güzelliğine, hitabından tutalım ruhsal aydınlığına kadar bir estetik kurama-ilkeye bağlı olması gerekir.
Bu beş tane ve daha da bunun ayrıntılarına girilebilecek maddeler halinde, ilkeler halinde bir yaşamı kendinize esas alırsanız, bana göre en büyük kurtuluş silahını elinize geçirmişsinizdir. Bu silahlarla ‘bu kadın günü dolayısıyla vurguluyorum’ bugünü en iddialı bu silahla dize getirmeyeceğiniz hiçbir erkek ağırlıklı kurum yoktur. Yine dize getiremeyeceğiniz hiçbir erkek de yoktur ve bana göre yaşamın en değerlisi de budur. Bugüne bağlantı diyorsak, bugüne saygı diyorsak, bu ilkeler temelinde, örneğin bizde YAJK, daha da boyutlandırılacak, bir kadın örgütlenmesi ve onun bu ilkeler temelindeki mücadelesi herhalde insanlığa da, kirli savaşa karşı da, özgür yaşama karşı da en büyük yanıtı vermiş olacağız.”
Kadın kurtuluş ideolojimizin ilkelerini, parti kadroları olarak özümsemek ve yaşamsallaştırmaktan sorumluyuz. Fakat bu kadar muazzam bir derinliğe sahip bir ideolojik perspektifimiz olduğu halde uygulamada ciddi zayıflıklar yaşamaktayız. Esasta ilkeleri özümsememek ve uygulamamak cins mücadelemizin de kişisel ölçülerimize göre şekillenmesine neden oluyor. Bu nedenle köklü bir sorgulama ile sorunlarımızı tespit etmeliyiz. Mevcut ilkelerimizi ele alışımızda birinci yanılgı, ilkelerin biz kadrolar için değil de ,bizim dışımızda kalan kesimlerin uygulaması gereken ilkeler olarak yaklaşmamızdır. Bu da kaynağını kendimizi “özgürleşmiş, kurtulmuş” olarak görüyor olmamızdan alıyor. Örneğin yurtseverlik ilkesini ülkesini, kültürünü sevmek, kendini ait hissetmek olarak anlıyoruz fakat diğer taraftan tarihsel ve toplumsal bilincimizin zayıflığından kaynaklı kendimizi Kürdistan’ın tek bir parçasına ait görme gelişiyor. Bütünlüklü olarak Bakur, Başur, Rojava ve Rojhılatı kadın devrimini gerçekleştireceğimiz ve Önderlik paradigmasını yaymamız gereken alanlar olarak görmüyoruz. Hatta “sadece şu parçada çalışırım” şeklinde dayatmalar bile olabiliyor. Böyle bir yaklaşımla ideolojimizin temsilcisi olduğunu söyleyebilir miyiz?
Özgür düşünce ve irade sahibi kadrolar olmak için sürekli soru sormamız şarttır. Şimdiye kadar zihnimizi işgal eden ne idi, irademiz kime aitti ve neden arınmamız gerekiyor? Bunu yaparken salt reddetmekle yetinmemeli anlayarak ve mücadele ederek aşama katetmeli, zihnimizi yüreğimizi arındırmalıyız. Kadında edindiği düşünce kalıplarından, alışkanlıklarından kurtulmada irade sahibi olmada zorlanmalar yaşanabiliyor. Hatta bazen gelişmeye karşı direnç bile gösterilebiliyor. Önderlik bunu da ele almış: “Yanlış yoldasınız. Size gerekli olan, sizin sırtınızı sıvazlamak değil; size gerekli olan bu kafanızda şimşekler çaktırmak. Size gerekli olan kalbinizi biraz kırmamak değil; bu pis kalbi paramparça etmek, o küçücük duyguları yerle bir etmek, daha büyük değerleri oraya yerleştirmek. Gerekli olan bu. Patlayacak, çünkü burada büyük bir anlayışsızlık da var, yani en büyük ilgiyi ilgisizlik gibi değerlendiriyorlar, yanlışı da doğru gibi belliyorlar. İşte çıldırtan gerçek bu.”
Kadın kafasında şimşekler çakmadıkça yani edindikleri, öğrendikleri alt-üst olmadıkça özgürlüğe doğru, adım atma cesareti kazanamaz. Cesaret bilme gücüyle bağlantılıdır. İrade gücü de bilinç ve düşünce gücü ile bağlantılıdır. Kendi doğruları olmayanın onları savunma iradesi de olmaz. Kendi derken bencil, dar ve bireyci kendine görelikten daha doğrusu sisteme görelikten bahsetmiyoruz. Önderliğin Xwebun olarak adlandırdığı kendilik anlaşılmalı. Öz bilinciyle ve gelişkin düşünce gücüyle kendisinin olabilen kadın kendi hakkında ve toplum hakkında irade sahibi olabilir, karar ve eylem sahibi olabilir. Bizim, partide iradesiz, düşüncesiz olmaya ihtiyacımız yok bilakis partileşmek demek göklere ulaşmak gibi bir yücelmeyi ifade eden bir bilinçlenme demektir. Yaşama felsefeyle, bilimle bakmak ve tat almak demektir. Kurtuluş mücadelesi yürütenler büyük düşünmek ve bunun iradesini göstermek göreviyle yükümlüdürler.
ŞEHİT ZİLAN AKADEMİSİ
pajk.org
Devam edecek
YORUM GÖNDER