BİR DİL HAFIZASINI KAYBETTİĞİNDE ÖLÜR!
Diller de doğadaki canlılara benzerler, birbirini besleyerek dengesini sağlayan eko sistemde bir canlının yok oluşu nasıl ki bir çok canlıyı riske edip etkiliyorsa ve doğadaki dengeyi sarsıyorsa; toplumsal doğada da aynı şekilde bir dilin yok oluşu, sadece ait olduğu kültürde değil toplumsal ekolojide dengesizliğe yol açarak bir çok dil ve kültürün yok oluş sürecini de başlatıyor.. Dünyanın en zengin dillerinin, çok dilliliğin ve kültürlerin yaşadığı coğrafyalarda olması sizce tesadüf olabilir mi? Bin yıllar boyunca diller ve kültürler (tıpkı doğadaki canlılar gibi) farklılıklarıyla birbirlerini besleyerek büyütüp zenginleştirerek devasa bir kültürel dünya oluşturdular. Peki ne oldu? Zenginlik göstergesi olan farklılık nasıl oldu da ötekileştirilerek toplumsal doğada bölünmelere ve kendi kültürel varlığını bir başka kültürün yok oluşu üzerinden inşa etmeye başladı? Kuşkusuz bu sorunun bir çok cevabı var ama temel olana ineceksek iktidarcı zihniyetten kopuk ele alamayız. İktidar, kendini bölünmeler üzerinden var eder ve sürdürür. Birini ötekileştirirken diğerini yanına alır ve ötekini kendi olanına kurban eder. Sürekli bir düşman komşusu vardır iktidarların yada düşman halkı vardır ama mutlaka bir düşman olmalıdır tıpkı Kavafis’in ‘Barbarları Beklerken’ şiirinde olduğu gibi… Ve iktidar kapitalistleşme süreciyle birlikte ulus-devletleşirken kültürel enfal hız kazanır. Başlangıçta katliamlarla sonrasında toplumsal olanakları hakim kültürün etrafında toparlayarak ve diğer kültürlere başka şans tanımayarak, kendi olanına dahil ederek asimile eder. UNESCO’nun son verilerine göre dünyada şu an 7111 dil yaşamakta ve bunun yarısı yok olmak üzere. 1950’lerden bu yana her 14 günde bir dil ölmüş , öncesi ise tahmin bile edilemiyor.
Gelelim dört Ulus-Devlet tarafından sömürgeleştirilen bir halkın diline, yani Kürtçenin hikayesine… Tarihçesi hakkında çeşitli rivayetler olmasına rağmen kimi tarih anlatımında bilinen en kadim dillerden biri olarak geçer. Zengin yapısıyla sadece Aryenik dil gurubunu değil bir çok dil gurubunu da etkilemiştir ve bu özelliği ile Aryenik dil gurubunun kök hücresi olarak tanımlanabilir. Kuşkusuz amacımız konumuzu tarih anlatımlarına boğarak bir milleti uluslaştırmak değil, vurgulamak istediğimiz kök hücre olarak tanımlanan ve yok oluşu bir çok dili etkileyecek olan bir dilin, bir çok baskı ve katliama rağmen ve her zaman varlığını koruyabilmesine rağmen, günümüzde yaşadığı varoluşsal problem ve bunu aşmanın yol ve yöntemleri üzerinde durmaktır. Yıllar önce yanılmıyorsam Rafsancani olmalı, küreselleşen dünyada Farsçanın geleceği tartışılırken şu sözü kullanmıştı ‘Kürtçe yaşadığı sürece Farsça da varlık sorunu yaşamayacaktır’ ilk duyduğumda konjonktür gereği bir taktik yaklaşım demiştim. Ancak binyılların imparatorluk ve iktidar geleneğine sahip bir ülkenin süzülmüş tecrübesiydi konuşan.
Hakimiyeti altında yaşadıkları devletlerin her tür zorbalığını yaşayan Kürtlerin trajedisi ise başlı başına hem tarih hem sosyo-psikoloji ve hem de sanatsal bir konudur. Özellikle dille ilgili trajediyi Kuzey Kürdistan halen yaşamaya devam ediyor. Katliamlarla alınamayan sonuç asimilasyon politikalarıyla alınmaya çalışıldı. En kötü Fransız versiyonu olan Türk uluslaşması; ekonomik tekliğini Ermeni ve Rum ekonomisini tasfiye ederek gerçekleştirirken, kültürel tekliğini de Kürtlerin asimilasyon ve imhası üzerinden gerçekleştirmeye çalıştı. Yaşanan katliamlar ve ardı sıra gelen takrir-i sükun kanunları yani Kürdistan’ın kürtsüzleştirilmesi sonuç almayınca, bu sefer yoğun yasaklama ve baskılarla Kürtlerin Kürtçesizleştirilmesi denen daha tehlikeli bir dönem başlamış oldu. Dil bilinç ve kimlik arasındaki ilişki kesilerek yeni tip bir soykırım süreci işletilmeye çalışıldı. ‘Dili ile arasına mesafe giren bir zihnin işleyişi de farklılaşacaktır. Çünkü toplumlar ve bireyler kültürle ve doğal olarak dünya ile ilişkilerini dil üzerinden kurarlar ve dil içinde düşünürler. Dil düşünceyi yapılandırır, dolayısı ile kürdi bir kimliğin ve düşüncenin kurulması ve korunması Kürtçe ile mümkün olmaktadır. Dil ile ilişkisi kesilen kuşakların milli kimlikleri ile de ilişkisi zamanla kesildiğinden bir süre sonra egemen etnik kimliğe dahil olmaktadır.’
Asimilasyonun şiddetsiz ve gönüllü peçesi olan oto-asimilasyon ya da liberal adıyla entegrasyon, farklı kültürleri asimile etmenin başka bir yöntemidir. ‘Entegrasyon şiddetti dışlayan bir çözüm olarak görülse de, sürecin işleyişi kaçınılmaz olarak kurumsal yapıya sahip resmi kültürün lehinedir. Eşit varoluş imkanlarına sahip olmayan toplumsal kültürlerin entegrasyonu ve bir aradalığı söz konusu olduğunda karşılaşmadan Türkçe’nin mevzi kazanması ve kültürel bir fetih kazanması kaçınılmazdır.’ Toplumsal yaşam olanaklarının egemen dil üzerinden örgütlenmesi politik baskı ile birleştiğinde durum daha vahim bir hal almaya başlar. Kürt olduğunu bilen ve hatta bu konuda mücadele eden milyonlarca insanın kimliğini politik olarak sahiplenirken bu kimliğin dili olan Kürtçeye yeterince ilgi göstermemesi ele alınması gereken ayrı bir paradokstur.
BARİN BAKUR
Devam edecek
YORUM GÖNDER