ORTADOĞU DEMOKRATİK ULUS ÇÖZÜMÜNDE KÜRDİSTAN’IN ROLÜ (1.BÖLÜM)
Sümerlerle başlayan ve son beş yüz yıldır Avrupa merkezli kapitalist sistem ile zirveleşen beş bin yıllık devletçi uygarlık sistemi ciddi bir yapısal krizi ve kaosu yaşamaktadır. Çözümü ise doğup büyüdüğü, dallanıp budaklandığı Ortadoğu’da aramak. Ortadoğu’daki iktidar ve devlet gerçekliği, ağır toplumsal sorunlara çözüm geliştirmekten çok; bu sorunlara kaynaklık ettiği için sıkça yaşanan kriz savaşlarla sonuçlanmaktadır. Kuşkusuz bu savaşlar krizi daha da büyütmekte ve kaotik durumları yaygınlaştırmaktadır.
1991’deki Körfez Savaşı’yla başlayan 3. Dünya Savaşı Ortadoğu merkezli yaşanmaktadır. Her ne kadar Ukrayna (NATO)-Rusya savaşı tüm sıcaklığıyla gündemdeki yerini korusa da, Pasifik’te ciddi çekişmelerle yaşanan savaşın merkezi Ortadoğu'dur. Ortadoğu merkezli bu savaş önümüzdeki süreçte yeni bir aşama ile tüm yoğunluğuyla yine Ortadoğu’da devam edecektir. Bu savaşın Ortadoğu merkezli olması gaz ve petrol gibi enerji kaynakları ve İsrail’in güvenliği gibi güncel sebepler kadar Ortadoğu’nun tarihsel-toplumsal gerçekliğiyle de alakalıdır.
Bugün Ortadoğu küresel kaos ve krizin yoğunlaştığı yerdir. Bunun hem tarihsel hem de güncel nedenleri vardır. Ortadoğu son beş yüz yıla kadar da insanlık adına yaratılan değerlerin ve gelişmelerin merkezi konumundaydı. Neolitik Çağ’ın yaklaşık on bin yılı, bu coğrafyada ona doğurganlık rolünü vererek geçmiştir. Tüm uygarlıkların Neolitik Çağ’a borçlu olduğu tartışmasız bir tespittir. Neolitik Çağ, tarım devrimiyle insanlığın yüz binlerce yıllık sorunlarına yanıt olmaya çalıştı. Tarımsal-köy devrimiyle bu koşulları biraz yumuşatıp toplumsallaşma yeteneklerini geliştirerek çözüm aradı. İnsanlık adına anlamı çok gelişkin bir hamledir. Binlerce yıllık bir yaşamla bu dönem, insanın kolektif zihninde ve vicdanında derin izler bıraktı. İnsan toplumu biraz da bu dönemin oluşturduğudur. Bugünün toplumu bile bu zeminde yeşeren değerlere dayalıdır. Altından bu toplumu çekersek acaba geriye ne kalır. Eğer halen kutsallık, tanrısallık, mucize, cennet gibi hülyalara sahipsek bu toplumun büyüleyiciliğinden kalma olduğunu hiç unutmamalıyız. İnsan yaşamının olmazsa olmazı toplumsallığıdır. Mitolojilerden dinlere, felsefeden bilime, tarımdan teknolojiye tüm toplumsal icatların, buluşların mekânıdır Ortadoğu.
Kapitalizmin asıl hesaplaşması ve saldırısı bu binlerce yıllık toplumsallığa yöneliktir. Ortadoğu toplumu ve kültürü bin yıllarca bölgede gelişip, büyümesine izin vermediği kapitalizme teslimiyeti kabul etmemektedir. Her ne kadar kapitalizm, son iki yüz yıldır bölgeyi yoğun bir ideolojik-kültürel saldırıya tabi tutsa da bu daha çok üst-egemen tabakada karşılık bulmuş ama toplumsal bir kültür haline gelememiştir. O yüzdendir ki, Ortadoğu kapitalizmin zayıf halkasıdır ve belirleyici bir konumdadır.
Doğal toplumun inkârı üzerine gelişen devletçi ve iktidarcı sistem, kapitalizmle birlikte toplum-kırım sistemi haline gelmiştir. Zaten barut fıçısı gibi şişmiş sorunları ve kendi dogmatizmi içinde debelenen Ortadoğu’ya toplum-kırımcı olan kapitalist sistemi dayatmak, insanlığın beşiğinde insanlığın kökünü kazımaktan öteye bir anlam taşımaz. Karl Marks; ‘’Kendi mezarını kazan sistem’’ olarak tanımlıyor kapitalizmi. Günümüzde ortaya çıkan gerçeklik ise kapitalizmin sadece kendi mezarını değil tüm insanlığın ve insanı var eden, yaşatan ekolojik dengenin de mezarını kazdığı yönündedir. Kapitalizmin acımasız saldırılarına karşı dinsel-mezhepsel, ulus-devletçi, statükocu, klasik solculuk tarzında gelişen karşı koyuşlar bırakalım çare olmayı, uçurumun kenarında gezinen Ortadoğu’yu intihara sürüklemekten öteye bir rol oynamamıştır. Ortadoğu’nun sorunlarını salt mevcut kapitalist sistemle izah etmek de eksik bir yaklaşım olur. Ortadoğu iktidarın, devletin, sömürünün, savaşların, yıkımların, felaketlerin, acıların ve her türlü köleleştirmenin, zalimin, zulmün ilk ana yurdudur. Kellelerden kale yapmak, savaşlarda ‘taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamak’ Ortadoğu’nun iktidar ve savaş gerçeğidir. Bu devletçi uygarlık gerçeğine karşı toplumsallığın yaratıcısı olan kadının direnişinden etnisitenin boyun eğmeyen kültürel direnişine, inançlardan dinlere, mezheplere, tarikatlara vb. toplumsal direnişler hiçbir zaman eksik olmamıştır. O yüzden, dönem dönem biri diğerine üstünlük sağlasa da çekişme halinde başa baş bir gidişat var olagelmiştir. Ortadoğu’da iktidar kendini içine hapsettiği kale surlarının dışına çıkma cesaretini gösterememiştir. Surların dışındaki kent, köy ve kırsal alanlar kendi toplumsallığını koruyup yaşamaktadır. Tanrı-Krallar bile toplumsallığı tümden parçalamaya, toplumsal kültüre saldırmaya cesaret etmemiştir. Toplumsal gerçekliğin, dolayısıyla toplumsal hakikatin parçalanması her türlü yabancılaşmanın temelidir. Toplumsal yabancılaşma tarihsel ihanet olarak da yorumlanabilir.
Toplumsallığı en küçük hücrelerine kadar parçalama onuru (onursuzluğu) kapitalizme aittir. Ortadoğu’nun devletçi uygarlık kültürü kendini yeniden yapılandıramadığı ve toplumsal kültürün de yeniden yapılanmasına engel teşkil ettiğinden bölge her anlamda derin bir bunalımı yaşamaktadır. Kendini çözüm olarak sunan kapitalist modernitenin ulus-devlet ayağı ise bölgeyi bunalımdan öteye tam bir kültürler mezarlığına, topyekûn bir zindana, kana ve gözyaşına boğmuştur. Kapitalizmin bölgede geliştirdiği katı ulus-devlet yapılanması artık kendi ayağına dolanmaktadır. Finans kapital çağında katı ulus-devlet yapılanmaları, uluslararası sermayenin önünde engel teşkil etmektedir. Liberalizm her ne kadar ulus-devletler döneminin bittiğini iddia etse de, kapitalist modernite ulus-devlet olmadan tek bir gün ayakta kalamaz. Amaç ulus-devleti aşmak değil; esneterek çağa uyarlamaktır. Ama Ortadoğu’da iktidar-devlet gerçeği çok katı ve köklü olduğundan esnetmeye gelmez. Yönelim karşısında ya daha da katılaşır ya da kırılıp dağılır. Bu gerçeklik, Irak-Afganistan örneğinde somut görüldü. Irak ve Afganistan’da tekrardan bir ulus-devlet inşa etmek imkânsız olmasa bile çok zordur.
ZÜLFİKAR BUDAK
YORUM GÖNDER