DÖRDÜNCÜ STRATEJİK MÜCADELE DÖNEMİ-DEVRİMCİ HALK SAVAŞI'NIN HEDEFLERİ (14.BÖLÜM)
Siyasi Çözümün Olması İçin Karşı Tarafın da Kabul Etmesi Gerekiyor;
Ama artık bir düzeye geldik. Bunu hep böyle sürdürmek nereye kadar götürebilir? Geldiğimiz nokta artık siyasi çözümü gerektirmektedir. Biz, buna dayanarak yaklaşık yirmi yıldır siyasi çözüm gerçekleşsin diye bir çaba içerisinde de olduk. 1993 başında ateşkes ilan etmiştik. Bu süreç, on sekiz yılını doldurup on dokuzuncu yılına giriyor. Böyle bir duruş temelinde siyasi çözümün gerçekleşmesini istedik. Çünkü bu duruş ancak ona yol açabilir. Dikkat edilirse, on sekiz yıldır da gerçekleştiremedik. Siyasi çözümde bizim duruşumuz, çabamız tek başına yeterli olmuyor. Siyasi çözüm bir uzlaşma durumudur. Tarafların hepsinin kabul etmesi gerekiyor. Karşı taraf kabul etmediği zaman, bizim çabalarımızı boşa çıkartabiliyor. Nitekim şimdiye kadar boşa çıkartıldık.
Mevcut durumda bunu devam ettirirsek de ne kadar çözümleyici olup olmayacağı da belli değildir. Karşı taraf bunu yine boşa çıkartabilir. Gücü ve imkanı oldukça da böyle davranır. Bu konuda mevcut inkar ve imha sistemini doğru anlamalıyız. Bu sistem, dünyanın hiçbir yerinde uygulanan bir sistem değildir. Başka sistemlerle bunu karıştırmamamız gerekiyor. Bu anlamda ısrarı, inadı vardır. Bir ruh hali ve psikoloji olmuş. Bu sistem, tüm dünya siyasetini kendi içinde birleştirmiş bir sistemdir. Bu bakımdan da, o sistem de dayatır. Bunun için çözümsüzlük devam edebilir. Buradan yola çıkarak ‘’biraz daha uzatırsak çözüm çıkacak’’ demek doğru olmayabilir. Çözüm, çıkabilir de çıkmayabilir de. ‘’Kesin çıkacaktır’’ denilirse, doğru söylenmemiş olur.
Çünkü o sadece bize bağlı değildir, karşı tarafın da öyle bir yaklaşım göstermesine bağlıdır. Karşı taraf böyle bir yaklaşım göstermeyebilir. Tersine davranabilir ve bu uzun sürebilir. Bunları göze alarak, bir çözümden ziyade varolma biçimi olarak direnişi uygulayabiliriz. Fırsat oluşur, çözüme de yol açabilir, ama bu durumun bir çözüm garantisi yoktur. Onun için ilk tercih, tek tercih olmamalıdır. Eğer varsa imkanları çözüm arayışımızı başka yollarla yürütebilmeliyiz. Başka imkan yoksa o zaman çaresizliğin çaresi olarak, bu tür bir savaş devam ettirilebilir. O da yanlış değildir. Bu durum biraz daha direnerek varolma, özgürleşme sürecini devam ettirebilir ve derinleştirebilir.
İkincisi; şehirlerde Sovyetik bir halk ayaklanmasıdır. Biz bunu nasıl ve ne kadar uygulayabiliriz? Kürt halkı da, yirmi iki yıldır serhildan halindedir. Fakat Kürt halkının yirmi iki yıldır uyguladığı serhildan, Sovyetik ayaklanma denilen tarzdan farklı gelişti. Aslında bir devrim hareketi oldu. Biz buna ‘’ulusal diriliş devrimi’’ dedik. Bu süreç, bireyin ve toplumun kendine gelmesi, inkarın, imhanın etkilerini ruhundan, psikolojisinden, duygusundan, davranışından atarak, kendini yeniden yaratması süreci oldu. Siyasi çözüm yaratma eylemi değil de, ideolojik, psikolojik ve toplumsal çözüm yaratma eylemi oldu. Kürt halkının yirmi iki yıllık serhildanı böyledir.
Kendini eğitip düzeltti. İnkar ve imha sisteminin, asimilasyonun ve soykırımın kendi düşüncesi, dili, kültürü, davranışı, yaşamı üzerindeki etkilerini yıktı. Kendini yeniden yarattı. Kişilik, kimlik ve kültür devrimi yaptırdı. Siyaseti de biraz zorladı. Siyasi çözüm dayatmalarında bulundu. Tutumunu ortaya koydu. Fakat siyasi çözümü gerçekleştiren, bu düzeyde zorlayan bir eylem düzeyine nicelik olarak da nitelik olarak da gelmedi. Amed’de Newrozlarda bir milyonu da buldu, ama o bir günlük kutlama oldu. Newroz bayramı kutlamalarında milyonları yakaladı, on milyona da ulaştı, ama sürece yayılmış oldu, parça parça oldu. Bir anda bütünlüklü ve siyasi çözümü dayatıcı olmadı. Siyasi çözümü talep etti, propaganda edici, uyarıcı oldu, ama dayatıcı ve gerçekleştirici olmadı.
Nitelik olarak da hep silahsız serhildanlar olarak gerçekleşti. Açıklamalar yapan, protesto eden, talepler ortaya koyan eylemler oldu. Karşı taraf üzerinde bir siyasi çözümü zorlayan, dayatan bir nitelik kazanmadı. Öyle bir örgütlülüğe, donanıma sahip olmadı. Hep karşı tarafı teşhir eden, kendi tutumunu ve talebini ortaya koyan, ruha, duyguya, zihniyete hitap eden, onları değiştirmeyi öngören bir eylemlilik oldu. Böyle bir eylem içinde, Kürt bireyi ve toplumu kendini yeniden yarattı. Kürt’ü inkar eden zihniyetin kırılmasını da sağlamaya çalıştı. Eylemlerin böyle bir propaganda edici, eğitici, talep edici karakteri vardı, ama bundan öteye geçmedi.
Kürt kültür devrimi, demokratik devrim belli bir düzey kazandı. Bunu küçümsememek gerekiyor. Yine soykırımı teşhir etmede de bir düzey kazanıldı. Uluslararası kuşatma anlamında inkar ve imha sistemi çok zorlanmaktadır. Bu sistem birçok yönden zayıflatılıp parçalandı. Güney’deki gelişmeler bunları zorladı. Türkiye toplumu üzerindeki etkisi zorlayıcı bir hale geldi. Artık kuşatmayla, Türkiye toplumunu aldatan, yanıltan, Kürt’ün inkarına göre oluşturulan zihniyet, psikoloji, düşünce biçimleri kırıldı. Türkiye toplumu, insanı da biliyor ki, TC sınırları içindeki toplum homojen değil ve herkes Türk değildir. Kürtler de var ve bir toplum halindeler. Şimdiye kadar bu yok sayılmış ve yasaklanmıştı. Bu devleti oluşturanlar, yönetenler bu anlamda doğru söylememiş, yalan söylemiş, bazı gerçekleri gizlemişlerdir. Bunlar açığa çıkmıştır. Artık bunları Türkiye toplumunun çok değişik kesimleri de biliyor ve anlıyor. Türk aydınlarının önemli bir bölümü ifade ediyor. En faşist olanlar bile reddedemiyorlar. MHP bile ‘’Kürt kardeşlerimiz’’ demek zorunda kaldı. Bu da ortaya çıktı.
Fakat dikkat edilirse tüm bu gelişmelere rağmen siyasi çözüm yaratamadı ve Kürt sorununun çözümü sağlanamadı. Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştiremedik. Bunun için gerekli müzakere, uzlaşma oluşmadı. Dolayısıyla anayasal, yasal düzenlemeler gelişmedi. Demokratik Özerklik, yani devletle Demokratik Konfederalizmin yönetim paylaşımı ve ilişkisinin düzenlenmesini ifade eden, hukuki bir sisteme yol açamadık. O, Demokratik Özerklik çözümü olacaktı. Bu gerçekleşmedi ve bu biçimde de artık gerçekleşmeyeceği kanıtlanmış oluyor. Bu durumda yeni bir eylemi, stratejik değişikliği, Devrimci Halk Savaşı’nı gündeme getiriyoruz. Çünkü aynı durumla bunu yapamayız.
Sovyetik ayaklanma bundan farklıdır. Hem bütünlüklü hem de nitelik olarak kullandığı araçları, örgütlülüğü, içeriği farklı bir eylemliliktir. Bu anlamda, yirmi iki yıllık Kürt serhildanı, Sovyetik bir ayaklanma, silahlı bir halk ayaklanması değildir. O düzeye getirilmedi. Bu duruma gelmemesini Önderlik ve parti sağladı. Biz isteyerek o duruma getirmedik. Mevcut durumu sürdürdük. Şimdi bu durumu değiştirip ayaklanmayla sonuca gidip gidemeyeceğimiz, onun başarısının olup olmayacağı, bütün alanlarda böyle bir silahlı ayaklanmaya girersek kazanıp kazanmayacağımız önemli tartışma konuları olmaktadır. Eğer sonuç almak istiyorsak, mevcut gelişmeler bunu da dikkate almayı, değerlendirme ve tartışma yapmayı gerektiriyor. Çok yönlü bakmamız gerekmektedir. Ayaklanmayı hangi düzeyde örgütleyeceğimizi, böyle bir eylemin başarı şansının, bunu gerçekleştirmenin verilerinin, yine tehlikelerin ne olup olmayacağını ölçüp değerlendirmemiz gerekmektedir.
Bazı veriler vardır. Mevcut serhildanlar bunun için bir hazırlığı ifade etmektedir. Halkta bir bilinçlenme var. Uzayan serhildanlar sürecinde, artık silahsız eylemselliğin sonuç vermediği yönünde bir kanaat da oluşmuş durumdadır. Halk tarafından da, bu biçimde sonuç alınmadığı, artık bu duruma bir son vermek gerektiği söyleniyor. Halkın örgütsüz de olsa, silahlı olma durumu, silahı kullanma gücü vardır. Ortadoğu’daki gelişmeler, birçok ülkede yaşanan iç savaşlar bir ölçü, özellik olarak Kürdistan’ı da etkiliyor. Gerilla var, gerilla buna bir düzeyde öncülük de edebilir. Bunlar olumlu verilerdir.
Fakat karşıtı olarak bir de mevcut inkar ve imha sisteminin özellikleri vardır. Böyle bir ayaklanmaya girişimin ne ile karşılaşacağı, ona dönük ne tür saldırıların olacağı ve ne kadar savunulabileceği belirsizdir. Çok fazla risk içermektedir. Karşı karşıya olduğumuz sistem, bu konuda vahşi ve saldırgandır. Bu kadar gelişmeye rağmen hala Kürt inkarını aşmıyor. Böyle sert bir silahlı dayatma bunu yaptırtabilir mi, yoksa bir karşıt saldırı, soykırım, katliamla mı yüz yüze gelir ihtimali de güçlü bir biçimde vardır. Mevcut rejimin karakteri kesinlikle böyledir. Öyle halk ayaklandı, bir şeyler istiyor diye bazı ülkelerde görüldüğü gibi çatışmaya girmeden, geri çekilecek durumu yoktur. Yönetimi de, kurumaları da öyledir.
Milliyetçilik ve faşizm kurumlaştırılmıştır. Birçok örgütlü devlet kurumuna yedirilmiş durumdadır. Onlar bu zihniyetin gereğine göre hareket edeceklerdir. Bu da çatışmanın büyüyeceği anlamına geliyor. Askeri boyutta karşı saldırılar çok fazla olacaktır. Bu durum, devleti yıkımla tehdit edecektir. Bu anlamda devletin varlığını koruma anlamında bir katliam girişimi gelişecek ya da katliamcılık kendini öyle tanımlayabilecek. O zaman dışarıdan açık veya örtülü destek alma ihtimali de vardır. NATO’dan, Avrupa’dan, ABD sisteminden siyasi ve askeri müsamaha görüp destek alabilir. Çünkü mevcut devlet ve ordu onların da bir parçası durumundadır. Onlar da çıkarlarını bu devlet ve ordu üzerinden yürütüyorlar ve bunların varlığını öngörürler. O anlamda dışta da biraz müsamaha görebilir.
Bu koşullarda hem böyle bir durumu ne kadar savunabileceğimiz, saldırılar karşısında güvenliği ne kadar sağlayabileceğimiz, hem de böyle bir eylemi sürekli kılarak, zafer kazanmaya ne kadar götürebileceğimiz ciddi bir sorudur. Ciddi riskler ve tehlikeler içeren bir sorudur.
DERLEME
YORUM GÖNDER