ÜÇÜNCÜ YOL; HAKİKATIN PATİKASI (2.BÖLÜM)
Başka bir yol, başka bir yürüyüşü gerektirir;
Bir rejim olarak hakikati yalnızca yeni bir yöntem önerisi olarak ortaya koymaktan ziyade yepyeni bir yaşam formu, zihniyet şekillenmesi olarak değerlendirmek, yaşam gayesi saymak önemli bir husus oluyor. Hakikatin yalnızca bir mefhum olarak ele alıp üzerine tartışma yürütmek dar olacaktır. Onu ‘gerçek’ denilenden ayıran temel özellik de burada açığa çıkıyor. Gerçek, algıladığımız kadarıyla, işin içine sezgileri katmadan gelişen bir yorum biçimidir. Oysa hakikatte durum biraz daha farklılaşıyor. Çünkü işin içine zaman, mekân ve öz sorunsalı da dahil oluyor. Eşyanın hakikatini nerede aramak, nasıl yorumlamak gerekiyor? Bunlar güçlü tartışılıp bazı paydalarda buluşulmadan rejim boyutunu tartışmak, anlamak, yaşamsallaştırmak çok daha zor olacaktır. Hakikatin geçmişten kopuk olmadığı su götürmez bir durumdur ancak, anlaşılması gereken temel nokta hakikatin yalnızca geçmiş tarihe gömülüp orada kalmadığıdır. Hakikat tüm zamanlara aittir. Kuşkusuz bir varlığı ifade edebilir, bir oluşu da vardır. Bu oluşun bir gerçekleşme zamanından da bahsedilebilir. Fakat hakikat “an” denilenin sınırsızlığında her yere nüfuz etmiştir. Onunla oynamak, değiştirmeye çalışmak insan türünü en çok tehdit edendir. Onu geçmiş tarihin herhangi bir zaman dilimine sınırlayıp orada yorumlamaktan ziyade, geçmişini bilmek, nasıl ortaya çıktığını değerlendirmek, şimdisini kavramak ve geleceğini sezmek de önemlidir. Rejim olarak kabul etmemizin altında yatan temel neden budur. Herhangi bir şeyin hakikatine dair yorum yapılacaksa onun varlığını, oluşunu ve zamanını iç içe değerlendirmek gerekir. Bunu an içerisinde nasıl bir bütünsellik ile ele alacağımız önemlidir.
Hakikati soyut, yaşamdan kopuk, bütünsellikten uzak ve tekil değerlendirmemek önemlidir. Çünkü yaşamın her anı onunla bir yürüyüş halindedir. Bu yürüyüş de insanda güçlü tanıma kavuşuyor. Tarih boyunca toplumsal yaşamı sürdürme konusunda sistem yaratmaya çalıştık. Doğal olarak akan nehir bir yerden sonra bir sapmayla çatallaşarak ‘devlet’ sürecini inşa etti. Bu süreçten sonra birçok şey doğallığından çıktı ve inşa edilmeyen tek bir gerçeklik bile kalmadı. Kendince büyüttüğü zihniyet bir süre sonra hakikatin yerine geçme çabasında olacaktı. Akışa dayanan, sezgisellik ile beslenen yaşam formları giderek belli kuralların boyunduruğuna girdi. Tarihin özgürlüğe akan ana nehrinde yaşanan bu çatallaşma varlığını sürekli devam ettirdi. Ancak hakikatin bir özelliği daha vardı. Hangi karşı çabalar sergilenirse sergilensin bastırılmayacak bir çağlayandı. Bu yüzden devletçi akıl insan hakikatine ket vurma çabasını sürdürse de insanların akış heyecanı, özgürleşme isteği hiçbir zaman bitmiyor, bitmeyecek de. Kendini aşma çabasında olan, merak eden, anlamak isteyen herkesin içinde çırpınan bir hakikat var.
Fakat temel mesele onun bilinç düzeyine çıkarılamaması, ruhani bir durummuş gibi içte bir yerlerde kalması. Hakikat rejimi bir bütünselliği tanımlıyor aslında. Bilen, sezen, hisseden, yaşamın her alanına nüfuz etmesi gereken bir bütünsellikten bahsediliyor. Duygularıyla, ruhuyla, biyolojik olarak, zihinsel-fikirsel olarak ona dair olmayan her algı bir şekilde çatallaşmış nehrin öteki karanlığına doğru savruluveriyor. Bir hakikat insanının, bir bakış açısının, bir penceresinin olması gerekir. Pencere dediğimiz, var olanı daraltan bir durumu ifade etmiyor. Aksine var olan bütün dar ufukları genişletiyor. Zihniyet, bakış açısı, yorumlar, yaşam biçimleri, yaklaşımları, hisleri ve hatta mimikleri de ona dair olmayınca başka birinin gerçekliği yaşanıyor. Üçüncü yol yeniden bu pencereden bakabilmektir aynı zamanda. Mevcut olanı reddetmekle başlamak nasıl olur? Ret ile başlamalı her şey. Hakikat rejiminin retleri kabul ölçülerini de belirleyecektir. Önümüzde uzanan zamanları büyük düşler kurarak düşünebilmek belki böyle mümkün olabilir. Aksi halde savrulmanın kahredici hislerini yaşamaktan başka bir şey gelmeyecek elimizden.
ÖZGÜR BİRTEK
YORUM GÖNDER