HRİSTİYANLIK
İkinci en büyük tek tanrılı din Hristiyanlıktır. Günümüzde dünya genelinde 2,5 milyara yakın insanın bağlı olduğu dindir. Hristiyan kelimesi, Mesih kelimesinin Yunanca karşılığı olan Khristos kelimesinden gelir. Mesih sözcüğü ise, İbranicedeki maşiah kelimesinden gelir ve ‘kutsal yağla ovanmış, kutsanmış’ (eskiden Yahudilikte kralların ve rahiplerin öncü olarak seçilmiş olduklarının ve görevlerinin bir göstergesi olarak kutsal kabul edilen yağla kutsanması geleneği vardır) ve ayrıca ‘kurtarıcı’ anlamlarına gelir. Bu anlamda Hristiyanlık veya Hristiyanlar demek, kutsanmış olana inananlar demektir.
Kutsanmış olan, yani Khristos olan İsa’dır. Hristiyanlığın ve İslamiyet’in Mesih olarak tanımladığı Hz. İsa, Hristiyan dininin öncüsü ve peygamberidir. İsa’nın doğum ve ölüm tarihleri konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Buna göre de M.Ö. 15 veya 12’de doğduğu ve M.S. 29 veya 36’da öldürüldüğü söylenmektedir. Zaten bugün milat olarak kabul edilen ve bu temelde geliştirilen tarihsel bölümlemeler, İsa’nın doğum tarihi esas alınarak geliştirilmiştir.
Hristiyanlık ve İslamiyet inancında İsa mucizevi bir şekilde doğmuştur, annesi Meryem İsa’yı doğururken bakiredir. Dahası Hristiyan inancına göre İsa, tanrının oğludur. Tanrının Meryem’e üfürmesi sonucu İsa oluşmuştur. Yani tanrının nefesinden doğmadır.
Uygarlık tarihinin ilk aşamasını oluşturan köleci dönemin son büyük uygarlığı ve zirvesi olan Roma İmparatorluğu döneminde gelişen Hristiyanlık inancı, bir yandan insanlığın zulüm sisteminden kurtulma isteminin bir arayışı olarak gelişirken, öte yandan ise aynı gelenekten gelen diğer tek tanrılı dinler gibi kendisini uygarlık sisteminin zihniyet yapılanmasından tam olarak koparamayan bir çıkış gerçekleştirmiştir. İsa, Roma İmparatorluğu’nun Yahudiye eyaletinin Nasıra kasabasında (İsrail’in kuzeyindedir) doğmuştur. Yahudiye, İsa peygamberin doğduğu süreçte de insanların yoğun çelişkiler yaşadığı, Yahudilik içerisinde de mezhepsel ayrışmaların yoğun olduğu, özgürlük arayışlarının Roma’nın birçok yerinde kendini gösterdiği gibi Yahudiye eyaletine de yansıdığı ve bu temelde kabile direnişlerinin olduğu, aynı zamanda Yahudi-Roma çelişkilerinin zaman zaman baş gösterdiği bir bölgedir. Hristiyanlıktan önce de ufak tefek bazı Yahudi-Roma çatışmalarının yaşandığı Yahudiye (Kudüs, Filistin ve Suriye topraklarının bir bölümü kapsar), o dönemlerde Roma İmparatorluğu içerisindeki Yahudilerin yoğun olarak yaşadığı bir bölgedir. Yahudiye, Hristiyanlığın gelişiminden sonraki yüz-yüz elli yıllık süreçte Roma İmparatorluğu’na karşı üç büyük Yahudi isyanının merkezi de olmuştur. Hz. İsa böylesi bir atmosferin hâkim olduğu zaman ve mekânda çıkış yapmıştır.
Roma İmparatorluğu’nun zirvesini yaşadığı dönemde ortaya çıkan Hristiyanlığın, Roma’nın yıkılması ve parçalanmasında büyük rol oynadığı genel olarak kabul edilen bir görüştür. Roma’ya yönelik o dönemlerde yoğun Got saldırıları ve direnişleri gelişirken, diğer taraftan da Hristiyanlığın gelişimi ve yayılımı, tüm ezilenlere hitap etmesi Roma’nın yıkımında büyük bir etken olmuştur. İsa köken olarak Yahudi’dir ve Yahudilerin Esseni tarikatı üyesidir, Hristiyanlığın gelişiminden bir süre önce bir grup arkadaşıyla birlikte Esseni tarikatından ayrılarak yeni bir arayış içerisine girmiştir. Ama Esseni tarikatının, Hz. İsa’nın düşünceleri üzerinde belirleyici bir etkisi vardır. Esseni tarikatı veya mezhebi daha çok ezilen, yoksul alt tabaka kesim Yahudilerin kendilerini ifade imkânı buldukları ve örgütlendikleri bir mezheptir. Doğal toplum değerlerini sahiplenme bu mezhep içerisinde hâkimdir. Komünal, ahlaki bir yaşam anlayışını benimsemektedir ve bu, İsa’nın da düşüncelerinin şekillenmesinde belirleyicidir. Aynı zamanda köleliğe karşı olan başkaldırılar, kabile direnişleri, köleliği reddeden düşüncelerden de etkilenme vardır. Tüm bunlar yavaş yavaş mevcut olan durumdan çıkma arayışlarını ve yeni bir düşünceyi geliştirir. Kendisi zaten hem bir şifacı hem de marangoz olduğu için (çarmıh da yapar) toplumla yakın ilişkiler içerisindedir. Bu nedenle çıkışından önce toplumu yakından takip eder, toplumun esas sorunları, zayıf noktaları ve ihtiyaçlarının ne olduğunu iyice gözlemler ve tespit eder. Çıkışını da bunlara cevap olmak üzerinden gerçekleştirir.
Aslında çıkışında, hedefinde kral olma isteği vardır, bunu da Roma sistemine karşı yeni bir toplumsal düzen oluşturma hedefi üzerinden istemektedir. Roma zulmü altında toplum çok fazla ezilmektedir, nefes alamaz duruma gelmiştir ve insanların bir kurtarıcı (Mesih) beklentisi de vardır. Bu nedenle İsa kral olmakla toplumu özgürleştirebileceğini ve komünal-eşitliğe dayalı bir yaşamı oluşturabileceğini düşünür. Kendi kraliyetini bu esaslara dayandırarak kurmak istemektedir. Üstelik Vaftizci Yahya’nın kral tarafından öldürülmesinden sonra İsa, bu konuya daha fazla yoğunlaşmıştır. (Vaftizci Yahya, İsa’nın anne tarafından hem akrabasıdır hem de Esseni tarikatı içerisindeki öğretmenidir, İsa’yı vaftiz edendir, ama aynı zamanda İsa’nın peygamberliğini duyurmasının ardından ilk inananlarındandır.)
Diğer taraftan İsa’yı ve dinini Yahudilikten ayıran en temel husus, tüm insanlığa çağrı biçiminde açığa çıkmasıdır. Yahudilik bir kavim dinidir, herkese hitap etmez, Yahudi olmayan birisi din değiştirip Yahudi olamaz, Yahudilik sadece seçilmiş kavmin dinidir. Hristiyanlık tam tersine enternasyonal bir dindir, tüm insanlığa hitap etmektedir, ekümenik yönü güçlüdür. Bu enternasyonalist düşünce Roma’nın konumuyla da bağlantılıdır. Roma hemen hemen tüm dünyayı hâkimiyeti altına almıştır, bir dünya imparatorluğu konumundadır, dar bir alanla, kavimle, etnikle sınırlı değildir. Roma’nın bu yayılması, her yere dağılması, her yerdeki gücü ve hâkimiyeti Hz. İsa’nın düşüncelerini etkiler. Tarihte ilk kez Hristiyanlığın bu kapsamda enternasyonal karakterde çıkış yapması bununla bağlantılıdır. Roma herkese hitap ederek ve herkesi kapsamına alarak genişlemektedir, Hristiyanlık da herkese hitap ederek çıkışını gerçekleştirmiştir.
Ayrıca Hz. İbrahim’den itibaren o döneme kadar onlarca peygamber çıkmıştır, çıkan peygamberlerin birçoğunda yarı tanrısallık vardır. Örneğin; Hz. İbrahim ve Hz. Musa’da yarı tanrısallık vardır, eğer tanrınla güreşebiliyor, kavgaya tutuşabiliyorsan o zaman tanrısal bir yönün var demektir. Hz. İsa’da ise tanrının oğlu olma vardır, ilk kez bir peygamber tanrının oğlu olarak çıkış yapmaktadır. Bunun, Roma döneminin artık tanrı-krallar çağının son demleri olmasıyla da bağı vardı. İbrahim gelenekteki yarı tanrısallıkla tanrı-kral kültünün bir sentezi niteliğindedir İsa’nın çıkışı. Tanrı değildir, tanrı olarak kendisini ilan etmemiştir, fakat tanrının oğludur. Tanrının oğlu olmak demek de yine yarı tanrısallık demektir. Grek mitolojilerindeki yarı insan yarı tanrı karakteriyle benzerlik vardır. Bu önemli bir ayrım noktasıdır. Bu da o dönemin koşulları, zihniyetiyle, zeminiyle bağlantılıdır. Çünkü artık kölecilik sistemi yavaş yavaş çözülmeye başlamaktadır. Yeni çıkışın da bu çözülüşe cevap olabilecek nitelikte olması gerekmektedir.
Zaten toplum sürekli bir zulüm ve baskı altında olduğundan hep bir kurtarıcı beklentisi içerisindedir. Toplumun bu beklentisi de İsa’nın çıkışını tetikler. İnsanların, toplumun özgür yaşama olan özlemlerini, bir öncü beklentilerini görür. Böylelikle Mesih olarak çıkış yapar. İsa, Hristiyan inancını o döneme kadar olan mitolojileri, inançları ve Yahudi dinini de sentezleyerek oluşturur.
İsa’nın dininde diğer önemli bir yön ise vicdana hitap etmesidir. İbrahim’in çıkışını irade, zihniyet ve manevi devrim olarak nitelendirdik. İsa’nınkisi ise vicdani bir hareket, vicdani bir devrimdir. Hem üslup, hem söz hem de hareket tarzıyla insanlığın vicdanına hitap eder. Hristiyanlığın bu kadar yayılması da zaten bununla bağlantılıdır. Neden vicdana hitap eder? Çünkü o dönemde insan, vicdani olarak çok gerilemiştir; kendini, olan biteni sorgulama zayıftır. Bu nedenle İsa’nın oluşturmaya çalıştığı dinde hümanizm esastır, şiddeti benimsemez, bu nedenle de ‘bir yanağına vurulduğu zaman diğer yanağını çevir’ der. Ama aynı zamanda amacına ulaşabilmen için mücadele etmen gerekir, mücadele esastır İsa inancında.
İbrahim’deki Tevhit inancı İsa’da teslis inancına dönüşür. Teslis inancı üçlü inancı barındırır, Hz. Musa’da tek tanrı vardır. Hz. İsa’da ise var olan mitolojilerdeki kadın-erkek ve en güçlü çocuk üçlüsünün yansıması, etkilenmesi vardır. Fakat mitolojilerdeki teslisle arasında şöyle bir fark vardır; İsa’nın üçlü teslisinde kadın yoktur, var olan üçlü baba-oğul-kutsal ruh üçlüsüdür. Baba tanrı, oğul İsa, kutsal ruh ise tanrının nefesidir. Mitolojik anlatımın Hristiyanlıkta bu şekilde dönüşüme uğraması, ikinci cinsel kırılmanın yarattığı etkiyle bağlantılıdır.
Hz. İsa’nın kadın yaklaşımı bu açıdan diğer her iki dindeki kadar katılık sergilemese de, kadında yaratılan cinsel kırılmaların etkisi, kadınlara atfedilen rol kendisini annesi Meryem figüründe gösterir. Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın annesi Meryem temiz, günahsız olarak ele alınır, hatta hikâyesinde Meryem’in eşi Yusuf Meryem’le evlendiğinde hamile olduğunu öğrenince Meryem’i utandırmadan onunla sessiz bir şekilde boşanmak ister, fakat bir melek rüyasında Meryem’i boşamamasını, Meryem’in karnında kutsal bir ruhu taşıdığını söyler ve bu nedenle de Yusuf İsa’ya babalık eder. Fakat Hristiyanlık inancının Meryem’i suçlamayan yaklaşıma rağmen, Meryem figürü son derece iradesiz bir kimlik olarak verilir. İsa’nın çıkışında bile Meryem’in adı yoktur, üçlü tesliste ismi geçmez. Onun İsa’nın doğumundaki tek rolü taşıyıcı ve doğurucu olmasıdır, yani İsa’nın dünyaya gelmesinde sadece bir araçtır. İsa çarmıha gerildiğinde bile Meryem’in sesi soluğu çıkmaz, ona dair tek bir sözü yoktur hiçbir yerde. Örneğin; Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini konu olan Tutku adlı bir film vardır, o filmde bile bu çok belirgin bir şekilde yansıtılır. Meryem sessizdir, kaderine boyun eğerek olan biteni sadece izlemektedir, gözyaşı dökendir. Oğlu öldürüldüğünde dahi feryat figanı yoktur, çığlığı bile duyulmaz, acısını içine gömer. İşte esasta Hristiyanlığın kadına biçtiği rol, anlam budur, Meryem figürü, Hristiyanlığın kadın yaklaşımının özüdür. İkinci cinsel kırılmanın da etkisiyle kadının dili, soluğu artık tümden kesilmiştir. Hristiyanlıkta Meryem şahsında bu çok belirgindir. Buna rağmen, diğer iki dinin kadını suçlayan, günahkâr kabul eden ve kadını horlayan yaklaşımı göz önüne alındığında Hristiyanlığın kadın yaklaşımı daha yumuşaktır. Avrupa’nın daha sonra gelişim kat etmesinin, ilerlemesinin bir nedeni de budur.
Mesela Yahudilerde zinanın kaynağı kadındır, Hristiyanlıkta ise zinanın kaynağı erkektir, Hz. İsa “eğer bir erkek şehvet gözüyle bir kadına bakarsa, zaten o erkek zina yapmıştır” demektedir. Hatta bir göz günah işlemişse onun çıkartılıp atılması, günah işleyen el ise o elin kesilip atılması gerektiğini, böylelikle bütün vücudun cehenneme gitmesinden de vücudunun bir parçasının yok olmasının daha iyi olacağını belirtmektedir. Diğer dinlerin kadını günahın kaynağı olarak gören yaklaşımının aksine Hz. İsa’da günahın kaynağı, günahkâr olan o erkektir. Hem Yahudilikte hem de İslam’da var olan recim Hristiyanlıkta yoktur. İsa recme karşı çıkar, Mariya Magdelana örneğinde bu çok belirgin ve açık konulur. Yahudi rahipleri Mariya Magdelana’yı öldürmek istediklerinde, Hz. İsa’nın günahsız olanın ilk taşı atmasını istemesi bu yaklaşımın ifadesidir. Toplumda günahsız, suçsuz, temiz olanın kalmadığını, bu nedenle sadece bir kadının günahkâr olarak ele alınamayacağını ortaya koyar. Kadını toplumsal suçun, kirin, kötülüğün kaynağı olarak görmez. Bu açıdan Hristiyanlık dinini ilk ve en fazla kabul edenler kadınlardır. Bu, İsa’nın kadın yaklaşımıyla da bağlantılıdır.
Hristiyanlıktaki rahibelik biraz hem kendini toplumun kirinden, çirkefliğinden korumaya çalışma anlamı taşır hem de İsa’ya olan bağlılıkla ilgilidir. Nitekim manastır tarzı yaşam, toplumsal kirlilikten kendini arındırma, uzaklaşma temelinde gelişmiştir. Özellikle kadın manastırları, biraz doğal toplum ve uygarlığın ilk süreçlerindeki kadın tapınaklarıyla, Hristiyanlık dininin sentezi temelinde geliştirilmiş bir uygulama biçimindedir. Genel olarak ise, toplumdaki ahlaki çözülüşe, bozulmalara tepki duyanlar, uzak durmak isteyenler, bu durumdan rahatsız fakat değiştirme gücünü toplumun içindeyken çok fazla bulamayanlar ile gerçek anlamıyla İsa’nın görüşlerini benimseyenler ve kendini sistemin kirinden korumak isteyenler manastırlara yönelirler. Belki şimdi manastırlarda da ciddi aşınmalar vardır, ama manastır yaşamının oluşmasındaki öz budur. Manastır zaten kelime anlamı olarak ‘ortak ev’ demektir. Komünal bir yaşam ve nefs terbiyesini esas alır, bu tarz yaşamı tercih eden kadın veya erkekler manastırlara sığınırlar. Önderlik, aziz ve azize tarzı yaşamı toplumun düşkünlüğüne karşı bir başkaldırı, kendini koruma ve temiz kalma olarak değerlendirerek, bunun çok anlamlı olduğunu belirtir. Azizeleri tanrıçalık kültürünün son kalıntıları, erkek egemen sistemi kabul etmeyen ama onlara karşı çıkma gücünü de fazla bulamayan, bu nedenle kendisini onun kirinden korumak isteyen ana-kadın kültürünün bir devamı olarak nitelendirir. Azizleri yine benzer şekilde toplumda gelişen çirkefliği, özden uzaklaşmayı kabul etmeyen ve onunla birleşmek istemeyenler olarak değerlendirir. Her ne kadar Hristiyanlık daha sonra bir devlet dini haline dönüştükten sonra ciddi anlamda bozulmalar yaşamışsa da, ama özünde Hz. İsa’nın kadın yaklaşımı daha esnektir, bu kimi havarilerini de etkilemiştir. Bununla bağlantılı olarak Luka İncil’inde Anna adında bir kadın peygamberin ismi geçer.
Kadın yaklaşımındaki sakatlıklar, daha çok İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra aziz olarak nitelendirilen din öncülerinin yaklaşımlarıyla bağlantılıdır. Özellikle Pavlus, Aquinaslı Thomas gibi aziz olarak kabul edilen Hristiyan öncüler, kadın yaklaşımı konusunda Hristiyan dinini ve toplumu olumsuz olarak etkileyenlerdirler. Aziz Pavlus kadını bedensel bir araç olarak sunarken, kadına da kocasına itaat etmesi yönünde telkinde bulunur. Aquinaslı Thomas ise cennetten kovulmanın kadın suçu olduğunu ve bunun da kadının aşağı statüsünü ve doğal düzeni, yani erkeğin egemen ve hâkim olmasının doğal düzen olduğunu kanıtlandığını belirterek, kadın bedenini aşağılar ve günahın kaynağı olarak ele alır. Aynı zamanda bir erkeği en aşağı çeken durumun kadın bedeni ve kadınla geliştirdiği ilişki olduğunu söyler. Reformun ve Protestan mezhebin öncüsü Martin Luther ise kadın yaklaşımı konusunda en yobaz yüzlerden birini oluşturur. Evliliği ve çocuk doğurmayı bir görev olarak koyar ve doğum sebebiyle zorlanan ya da ölen kadınların durumu üzerine yapılan tartışmalarda “çocuk doğurmak yüzünden kadınlar bitap düşüyor ya da ölüyorlarsa, bunun hiç zararı yoktur. Bırakın ölene kadar çocuk doğursunlar, bütün varlık nedenleri de zaten bundan ibarettir” diyerek kadın düşmanlığını ortaya koyar ve kadın düşmanlığını teşvik eder. Ayrıca birçok Hristiyan düşünür kadını sadece araçsal bir varlık olarak ele alır. Kadın baştan çıkarıcı, şeytanla özdeş ele alınır. Kadının görevi erkeğe eş, çocuklara anne ve tanrı buyruklarına bu konuda itaat etmedir.
Hristiyanlık için son olarak birkaç husus daha dile getirip konuyu bitirelim. Bilindiği gibi İsa’nın 12 havarisi vardır, havarilerinden kendisine en yakın olduğu söylenilen Yahuda İskaryot ihanet eder ve para karşılığında İsa’yı ele verir. Büyük işkencelerin ardından İsa Golgota Tepesi’nde çarmıha gerilir. Tarihçiler esasında Roma valisinin İsa’yı çarmıha germek istemediğini, fakat Yahudi rahiplerin çarmıha gerilmesi için ısrar ettiklerini ve İsa’yı esas çarmıha gerenlerin Yahudi rahipler olduğunu söylemektedirler.
Hristiyanlar, Tanrı’nın Musa’yla yaptıkları sözleşmeden yüzyıllar sonra ilk kez Hz. İsa’yla yeni bir sözleşme yaptığına inanırlar. Bu temelde Tevrat ve Zebur’u da kapsayan Tanah’a (39 kitaptan oluşur) Eski Ahit ve Eski Ahit’ten sonra gelen 27 kitapçığa da Yeni Ahit denilir. Kitab-ı Mukaddes de her iki Ahit’in toplamından oluşan kitap olarak kabul edilir. Yani Kitab-ı Mukaddes dedikleri tek başına İncil değildir. Böylelikle Yahudiliğin kutsal kitabını da kabul ederler. Yeni Ahit’in ilk dört kitabı İncil olarak kabul edilir. Bu dört temel İncil, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleridir. İncil, havarileri tarafından İsa’nın yaşamını, öğretilerini, ölümünü ve dirilişini anlatan Yeni Ahit’in dört temel kitabına söylenir. Fakat şimdi tartışmalara yol açan başka bir İncil daha var. 3. veya 4. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen bu İncil papirüs kâğıtlarına yazılmıştır ve bu İncil’in İsa’ya ihanet ettiği söylenilen Yahuda İskaryot İncil’i olduğu belirtilmektedir. Aslında bu İncil’in varlığına ilişkin M.S. 180 yıllarına ait bazı yazılardan söz edilmektedir, fakat daha sonra İncil ortadan kaybolmuş. 1978’de Mısır’da Nil Nehri kıyısında hazine arayan bir adam tesadüfen bu İncil’i bulur. Gnostiklerin de yıllarca gizemli tuttukları ayinlerinde bu İncil’i okudukları iddia edilir, hatta bu İncil’in Gnostikler tarafından yazılmış olabileceği belirtilir. Çünkü Gnostikler, Yahuda’nın bir hain değil, İsa’nın ruhunu özgür bıraktırdığı için kahraman olduğunu düşünmektedirler. Nitekim esasında hiçbir İncil’in havariler tarafından yazılmadığı, ölümlerinden sonra onları dinleyenler tarafından yazıldıkları belirtilmektedir. Tüm İncillerin İsa’nın ölümünden sonra 60 ila 100 yılları arasında yazıldıkları düşünülmektedir. Mevcut haliyle Hristiyanlık tarafından Yehi Ahit’te 4 İncil kabul ediliyorsa da, aslında 30’dan fazla İncil bulunmaktadır. Dolaysıyla Yahuda İncil’inin de kendisine inananlar tarafından yazılmış olması akla yatkındır. Yahuda İncil’inde Yahuda’nın İsa’ya ihanet etmediği, son akşam yemeğinden önce İsa’nın kendisinden onu ihbar etmesini istediğini ve bağlılığından kaynaklı İsa’nın isteği üzerine ihbar ettiği dile gelir. Nitekim Yahuda İsa’ya en yakın olan havarilerdendir, hatta en bağlı görünen, en fazla inanan havari olduğu söylenir. Bu nedenle kendisinin bizzat İsa tarafından ihanet için görevlendirildiği, Yahuda’nın kendisine verilen görevi yerine getirdiği, fakat İsa’yı çarmıha gereceklerini hesap etmediği, ondan sonrasında Hristiyanlar tarafından lanetlendiğini, bu nedenle de intihar ettiği belirtir. Fakat şöyle bir sonucu vardır İsa’nın çarmıha gerilmesinin; ölümünden sonra düşüncesi, dini daha fazla yayılır. Önderlik bu nedenle; “İsa’yı İsa yapan çarmıhtır” demektedir. Çarmıha gerilmeseydi dini bu kadar kabul görmeyebilir ve bu kadar yayılmayabilirdi. Roma imparatorluğu da o kadar erken çökmezdi. İsa’nın çarmıha gerilmesi, Roma’nın ciddi bir sarsıntı geçirmesine neden olur. Bir çıkış, kurtuluş arayışında olan insanlar, Hristiyanlığa daha fazla inanç göstermeye başlarlar. Zaten İsa’nın ölümünden 300 yıl sonra Roma, Hristiyanlığı resmi devlet dini olarak kabul eder ve böylelikle tarihte ilk kez bir devletin resmi bir dini olmuş olur. Hristiyanlığın bir diğer özelliği de budur, ilk devlet dini olma özelliğini taşır.
Hristiyanlık devlet dini olduktan sonra özünden boşaltılır, iktidarın toplumu yönetmesinin ve hâkimiyetini pekiştirmesinin temel bir aracı haline dönüştürülür. Bundan sonrasında artık din, kilise adına her türlü uygulama devreye girer. Hz. İsa’nın uğruna can verdiği ideolojisi, kilisenin zenginlik ve ihtişamının aracına dönüşür. Din adı altında kilisenin ve bizzat Papa’nın çağrısıyla Ortadoğu’ya yönelik Haçlı Seferleri denilen siyasi, askeri, ekonomik hâkimiyet kurmak amaçlı talan ve gasp hareketleri düzenlenir. Bir yandan da Ortaçağ’da din adına aforozlar, toplumdan atılmalar hat safhaya varır. Sorgulayan, özgür düşünmeye çabalayan, doğal toplum değerlerine, kültürüne sahip çıkan ve yaşatan, bilim ve felsefeyle uğraşan binlerce insan katledilir. Cadı, sapkın, din karşıtlığı adı altında binlerce kadın ve erkek en ağır işkencelerden geçirilerek engizisyon denilen mahkemelerde yargılanıp vahşice öldürülür.
Diğer bir husus ise Hristiyanlıktaki mezheplerdir. Hristiyanlıkta da üç temel mezhep vardır. Esas mezhep Katolik’tir, dünyada yaklaşık 1,2 milyar üyesi vardır. Katolik kelimesi köken olarak Yunancadır, Katholikos Yunancada evrensel anlamındadır ve Katolik kelimesi de bundan türemedir. Genel anlamına gelmektedir. Evrensel dini ifade eder, bunun temsilini yapar. Ayrıca Katolik denilmesinin bir sebebi de Roma’da Katolik Kilisesi’nin bulunduğu yer caddenin başı, ana caddenin merkezidir. O yoldan yani genel yoldan o merkeze gidenlere Katolik denilir. Katolik mezhebi Hristiyanlığın ilk mezhebidir. Esas olarak Roma-Vatikan kilisesini ifade eder. Katolik mezhebinin kurucusu, İsa’nın havarisi Petrus olarak kabul edilir. İnanç sistemine göre Papa, İsa’nın havarisi ve Petrus’un halefidir, bu nedenle dini konularda yanılmaz. Roma Kilisesi kutsal ruh tarafından idare edilir ve evrenseldir. Kutsal ruh, baba ve oğuldan çıkmıştır (ki Ortodokslar buna karşı çıkmakta kutsal ruhun sadece babadan çıktığına inanmaktadırlar, mezhep ayrışmalarının temelinde de bu yatar). Ayrıca İsa hem insan hem de tanrı tabiatına sahiptir. Meryem günahsızdır, şefaatte bulunma yetkisi vardır. Meryem gibi azizler de şefaatte bulunabilirler. Katolik Kilisesi azizlere ve Meryem’e diğer kiliselerden daha çok kutsallık atfeder. Fakat kadınlar papaz olamazlar, papazlar sadece erkeklerden olabilirler. Ayrıca Katoliklik kadın ve erkeğin boşanmasına, kürtaja ve suni döllenmeye karşı çıkar. Rahipler (peder, papaz, piskopos, kardinal ve papa) evlenemezler, fakat diyakon denilen daha pederliğe geçememiş, ruhban sınıfının ilk basamağında olan kişiler evlenebilirler. Katolik mezhebinde yine vaftiz (yeni doğan çocukları suya batırıp arındırma ve isim koyma) büyük önem taşır. Katolikler günah çıkartmak ve papaza itirafta bulunmakla yükümlüdürler.
Hristiyanlığın ikinci mezhebi Ortodoks’tur. Ortodoks’un kelime anlamı doğru düşüncedir. Ortodoks mezhebinin kökenleri 4. yüzyıla kadar gitmektedir. Özellikle Roma’nın ikiye ayrılmasından sonra merkezi İstanbul’da bulunan Doğu Roma Kilisesi ile Roma Kilisesi arasındaki çekişme ve anlaşmazlıklar 11. yüzyıla kadar sürmüştür. 1054 yılında Katoliklerle aralarındaki görüş farklılıklarından dolayı karşılıklı olarak Kutsal Ruh hakkındaki görüşlerinin sapkın olduğu ilan edilerek keskin kopuş yaşanır ve artık tamamen iki ayrı kilise biçiminde örgütlenir. Katolik Kilisesi’nin kendisini Petrus’a dayandırmasına karşın, Ortodoks Kilisesi kendisi Kefernahumlu Andreas’a dayandırmaktadır. Ortodoks inancı ve ibadetlerinde kutsal kitap özellikle Yuhanna İncil’i esastır. İncil’in yanı sıra bir de Hristiyan alimlerinin sözlü olarak aktardıkları söz ve gelenekler de esas kaynaklardandır. Aristocu düşünceden en fazla etkilenen mezheptir. Ortodoksluk da teslis inancını kabul eder, fakat baba esas olandır, önceliklidir. Ayrıca Katoliklik kutsal ruhun hem babadan hem de oğuldan çıktığına inanırken, Ortodoksluk bir tek Baba’dan çıktığına inanır. Bu anlamda baba hem oğuldan hem de kutsal ruhtan üstündür. İsa’nın tanrısal ve insansal doğalarını ayrı tutarak, İsa’nın doğuştan tanrısal vasıf taşımadığını, 30 yaşında kelam indikten sonra tanrı vasfını taşıdığını söyler. Bu anlamda İsa’da bedenlenen bizzat tanrı sureti değil, tanrının kelam aracılığıyla gönderdiği suretidir. Buna göre, İsa kendisine kelam indirilene kadar saf ve günahsız bir insandır. Tanrılık vasfı ancak kelam geldikten sonra oluşmuştur, hem tanrı hem de insan karakterlerini bundan sonra taşımaya başlamıştır. Meryem de bu anlamda tanrı olan İsa’nın değil, insan olan İsa’nın annesidir. Yani Meryem tanrı İsa’nın annesi değil, Mesih İsa’nın annesidir. Tanrı doğurulmaz, bu nedenle de İsa Baba ile tümden aynı özden olamaz. İsa her iki tabiatı ancak kelamı aldıktan sonra taşımıştır. Buna göre de çarmıha gerilirken tanrısal olan yanı İsa’dan ayrılmış, sadece insan olan İsa acı çekmiştir. Meryem ikinci Havva olarak kabul edilmektedir, buna göre de birinci Havva’nın yaptığı hatayı düzelten ilahi sürecin son halkasıdır. Bu anlamda sadece Mesih’in değil, tüm insanlığın anasıdır. Ortodoksluk da Meryem’i şefaatçi olarak kabul eder, fakat doğduğu günden beri günahsız olduğu görüşünü reddeder. Fakat Meryem lekesiz ve tamamen kutsaldır. Ölümünden sonra oğluyla birlikte arşa yükselmiştir. Ortodokslukta ayrıca ikonlar büyük önem taşımaktadır, ibadet ve ayinlerde ikonlar önemli bir yer tutar. Ortodoks mezhebi özellikle Slav halkları arasında çok yaygındır. Ayrıca Türkiye, Ortadoğu, Asya ve Afrika’daki kiliselerin büyük çoğunluğu da Ortodoks inancına bağlı olan kiliselerdir.
Hristiyanlığın üçüncü mezhebi Protestanlıktır. Protestanlık Martin Luther ve Jean Calvin öncülüğünde, 1517’de Katolik Kilisesi ve papanın otoritesine karşı geliştirilen Reform hareketinin sonucu olarak 1529’da Hristiyanlığın üçüncü büyük mezhebi olarak ortaya çıkmıştır. Bu mezhebe inananlar Protestan olarak nitelendirilir, çünkü kiliseyi protesto etmişlerdir. O dönemde kilise çok zenginleşmiştir, artık bir ibadet yeri olmaktan ziyade daha çok bir ticaret merkezine dönüşmüştür. O dönemde Katolik Kilisesinde inançtan ziyade daha çok öne çıkan, devlet ile halk üzerindeki otorite ve hâkimiyet, aynı zamanda kilisenin ihtişamlı zenginliğidir. Kilise bu süreçte endüljans (af belgesi) adı verilen günah çıkartma ve öldükten sonra cennet gitme temelinde Papa’nın onayı ve adıyla satılan belgeleri satmaktadır. Tüm bu durumlar birçok din adamının ve toplumun tepkisini çekmiştir. Buna karşı Martin Luther Almanya’daki Wittenberg şehrindeki Kilise’nin kapısına 95 maddeden oluşan bir bildiri asarak, Katolik Kilisesine karşı başkaldırıp kiliseyi protesto eder ve reform hareketini başlatır. Bu Protestanlık mezhebinin başlangıcını teşkil eder. Luther’in bu başkaldırısı Katolik Kilisesi tarafından aforoz edilmesine yol açar. Ardından gelişen süreçte Almanya adeta ikiye bölünür, iç savaşlar ve çatışmalar her yere yayılır, giderek tüm Avrupa’yı etkiler. İsviçre, Hollanda, İngiltere, Fransa bu hareketten en fazla etkilenen ve kiliseye karşı protestoların yoğun olarak geliştiği yerler olur. Bununla birlikte Protestanlığın bir mezhep olarak esas şekillenmesi 1529’da kendini gösterir. Katolik Kilisesinden keskin ayrılışı ve resmi olarak Protestanlık mezhebinin kabulü ise 1555 Augsburg Antlaşmasıyla gerçekleşir. Bu antlaşma Luthercilerle (Calvinistler antlaşmaya dahil edilmemiştir, Calvinistler de Jean Calvin öncülüğünde gelişen Fransa’daki reform hareketinin bir sonucu olarak doğan bir Protestan mezhebidir) ile Katolik Kilisesi arasında yapılır ve antlaşmaya ‘hükümdarın dini neyse, ülkesinin dini de odur’ maddesi konularak, her hükümdara hükmettiği toprakların dinini belirleme yetkisi verilir. Önderlik bu nedenle Protestanlığın milli dinler çağını başlattığını, bir nevi milliyetçiliğin ön aşaması olduğunu belirtir.
Katolikler ile Protestanlar arasında yapılan bu anlaşmadan sonra da çatışmalar yaşanır. Katolik ve Protestanlar arasındaki savaşlar 17. yüzyıl boyunca da sürer. Otuz Yıl Savaşları ve daha birçok savaş Katolik ve Protestanlar arasında yürütülen hâkimiyet savaşlarıdır. Otuz Yıl Savaşları ve yine İspanya ile Hollanda arasında yürütülen Seksen Yıl Savaşları, 1648 Westphalia Antlaşmasıyla son bulur. Nitekim Önderlik bu antlaşmayı ulus-devletin doğmasının temellerinden biri olarak ele alır. Bu açıdan aynı zamanda kapitalizme zihinsel ortam hazırlayarak geçit veren bir mezhep olarak değerlendirir. Hristiyanlığın en zayıf ahlakına sahip olmasından kaynaklı, kapitalizme ve ulus-devlet yapılanmasına yol verdiğini belirtir. Bu anlamda Protestanlığın ahlaka ve dine büyük darbe vurduğunu, toplumu savunmasız bıraktığını belirtmektedir. Nitekim baktığımızda da Protestanlığın geliştiği ve erkenden Protestan mezhebini benimseyerek geçiş yapan yerler, kapitalizmin çok hızlı geliştiği ve hâkim olduğu alanlar olmuştur.
Çıkışından sonra kendi içinde de Lutheryanizm, Calvinizm, Anglikanizm başta olmak üzere birçok farklı kola ayrılan Protestanlık, hem kapitalizmin çıkışında çok büyük rol oynar hem de kapitalizmin geliştirilmesinde ön ayak olur. Katolik Kilise’nin uygulamalarına karşı çıkış yaparak başlatılan reform hareketi, böylelikle özünden saparak kapitalizmin hizmetine girmiş olur. Esasında bu kollarıyla Yahudiliğe daha yakın duran bir mezhep olduğunu da ortaya koymaktadır, bir nevi Hristiyanlık dini içerisindeki bir Yahudi mezhebidir.
Ayrıca Protestanlığın diğer mezheplerden farklılık gösteren yönleri bulunmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’i (Eski ve Yeni Ahit’i kapsayan Hristiyanlarca kabul edilen kutsal kitap) okuyabilen her vaftiz edilmiş Hristiyan’ın, aracı bulunmadan rahiplik yetkisi olduğuna inanırlar. Ayrıca Protestanlar için Kitab-ı Mukaddes Hristiyanlık için tek kaynaktır. Katolik ve Ortodokslar gibi ruhani başkanları yoktur, merkezi anlayışı reddederek çeşitli kiliseler ve mezheplerin ortak bir topluluğu olarak örgütlenirler. Özellikle Calvinistçiler kiliselerinde resim, heykel ve tasvir bulundurmaz, bunu da Yahudiliğin On Emir’inde yer alan ‘hiçbir şeyin suretini yapmayacaksın’ emirine bağlılık temelinde uygularlar. Yine Katoliklerden farklı olarak Protestan rahipler evlenebilirler. Kitab-ı Mukaddes’i herkesin kendi dilinde okuyabileceğine yönelik görüşleri daha sonra Katolikleri de etkilemiş, Katolikler de bunu esas almışlardır. Diğer iki mezhepten farklı olarak Meryem Ana’ya şefaat yüklemezler, Meryem Ana ve azizlere dua etmezler. Bugün dünyada yaklaşık 600 milyon Protestan bulunmaktadır. Protestan nüfusunun en yoğun olduğu ülkeler ise Amerika, Hollanda, İngiltere, Almanya vb. ülkelerdir.
BERFİN ZÎNÊ
Devam edecek
PAJK.ORG
YORUM GÖNDER