ANNALES VE TARİH (12.BÖLÜM)
DAHA ÇOK TANRI'DAN İNSANA DOĞRU
Rönesans ve reformasyon sonrası hümanizmanın gelişimi ile beraber Avrupa'da düşünsel ve yazınsal anlamda önemli etkiler yaşandı doğal olarak kilisenin ve devletin en çok baskın olduğu tarih düşün alanında kilisenin güç yitirmesinden faydalanan en önemli alanlardan biri oldu. Hümanizma kilise dogmalarını dışlamamakla beraber bu dogmaların dışında “insanı” ele almaya “insanın ne olduğunu” bağımsızca araştırmaya başladı. Böylece artık eskisinden farklı olarak daha çok insan daha az tarlanın olduğu bir düşün dünyasına zemin oluştu 16. yüzyılda dindeki reformasyon bir taraftan lahit tarih yazıcılığının gelişmesine diğer taraftan da teolojik tarih yazıcılığının devam etmesine olanak sunmuştur. Artık tarih sadece tarımsal buyruklarını klasik kelimeleri ile deyim “historia” olarak adlandırılan ve ahlak öğretisinin ön plana çıkarıldığı edebi bir dilin kullanıldığı tarzda da yazılmıştır. Zamanla bu laikleşme süreci içinde giderek kentlerin prensiplerine krallıkların tarihleri yazılmaya başlanmış ve bu da ulusal tarihçiliğe doğru bir gelişmeye yön vermiştir. Dogmatik kilise düşüncesinin kırılması ile beraber İnsanlar birçok alanda olduğu gibi tarih yazımı noktasında da farklı Özgün düşünceler dile getirmeye başladılar. Nitekim Nicolai Machiavelli (1469-1527) “tarih yazıcılığının ahlakçılık ve öğüt sülükten sayılarak olayları gerçek nedenleri ile anlatması gerektiğini” savunmuştur. Hükümdar prens adlı eseri ile tarih yazıcılığının devletler arasındaki düşmanlık ve ilişkilerini nedenlerini politik açıdan ortaya koyarak politik tarih yazıcılığının ilk örneğini Avrupa açısından oluşturmuştur.
Tabii bu dönem tarih yazımında, yine de baskın olan devlettir zaten Machiavelli’nin amacı da “her şeyden önce geçmişi doğru olarak bilimi ihtiyacında olan devlet adamlarına pragmatik bir hizmet sunmaktır”. Ayrıca unutulmamalıdır ki 16. ve 17. yüzyıllarda bilimsel çalışmalar kralların verdiği ödeneklerle yapılabilmekteydi Her ne kadar 16 ve 17.yüzyıllarda reformasyon ne etkisi ile yeni bir tür kilise evangelist tarih yazımı geliştirmişse de tarihte projeden gittikçe bağımsız aşmış ve bu dönemlerde 3 türlü tarih yazıcılığı etkili olmuştur: 1) Historia Dvina denilen “Kutsal Tarih” 2) Historia Natüralist denilen “Doğal Olayların Bilgisi” ve 3) Historia Civilis ya da Historia Humana denilen “İnsani ve Toplumsal Olayların Bilgisi”. Historia Civilis yani insani ve toplumsal olayların bilgisi kentler devletler önemli kişiler biyografi sanat folklor ve benzeri alanları içeren bütün tarih yazımını içeriyordu. Hakikatin topluma aktarılmasında ruhban sınıfının yerine tanrısal ses ile bildirilen hakikatlerin ciddiyetini eleştiren ve insanların doğuştan Kendi başlarına akıl yürütme dolayısıyla dakika salgılama kapasitesine sahip olduklarını öne süren filozoflar aldı. Filozofların asıl olarak dini ya da siyasi otoritelerin hakikat bildirme etkisine karşı çıktıkları bu tavır aynı zamanda bugün modernite olarak bildiğimiz şeyin başlıca kültürel mirasın oluşturmaktadır.
Bu mesajın 500 yıllık süre içinde (1500'lerden 2000’lere) başarı ile sıradan bir inanca dönüştürüldüğü ve birçok insan tarafından kabul gördüğü söylenebilir (29). Bacon, Hobbes ve Leibniz, 17 yüzyılın önemli filozoflarıdır ve etkileri hala günümüze kadar da devam etmiştir. Bacon'un “bilgi güçtür” belirlemesi “bilginin iktidarı” söyleme olarak günümüz sosyolojik psikolojik ve siyasi alanlara yansımış inceleme konusu oluşturmuştur 17. yüzyılın diğer büyük rasyonalist filozoflarında da eleştirel bir tutum vardır örneğin Rene Descartes için “tarihsel haber” kuşku götürür çünkü historik bilgi seçilmiş tarihsel olayların bilgisidir. Bu seçimde ise tarihçinin öznel bilgileri kadar bilgi ve malzeme eksikliği de rol oynamaktadır. Bu tutum 17. yüzyıldan günümüze 21.yüzyıla kadar devam eden tarihin objektifliği, kaynak ve arşivlerin oluşturulması, taraflılığı-tarafsızlığı tartışmasının başlangıcı niteliğindedir. İleride bir alt başlık altında ele alacağımız bu konu 19. yüzyılın “nasıl bir tarih” tartışmasının da temelini oluşturmaktadır. 16. ve 17.yüzyıllarda doğa bilimlerinde gelişmeler ve bu gelişmelerin teknik buluşlar yolu ile toplumsal yaşama sağladığı katkılar özellikle 18 yüzyılda Avrupa toplumlarında bir ilerleme inancı getirmişti. Aydınlanmacı insan doğa kadar toplumunda tam bir ilerleme içinde olduğunu inanmaktaydı ilerleme inancı gelişirken toplumlarda aynı zamanda uluslaşma süreci içindeydiler.
18. yüzyılın tamamına yayılan ilerleme inancı tüm Avrupa ulusların da paylaşılan bir inanç olurken diğer taraftan uluslar bu ilacın etkisiyle kendi tarihlerini ulusal bilinçli ele almaya başlamışlardır. İşte doğa kadar toplumlarında ulusların bir ilerleme içinde oldukları inanca tarihte de bir ilerleme olduğu inancını getirmiştir. Özgür düşünme ortamının gelişmesi ile beraber bilimsel ve teknik alanda önemli ilerlemeler 17. yüzyıldan 19. yüzyılın ilk çeyreği ne kadar devam eden Aydınlanma Çağı dediğimiz dönemin gelişmesine önayak olmuştur. Bu 200 yılı aşkın dönem artık hakikatini anlatılması araştırılması ve bu işleri yerine getiren kişilere konusunda da değişiklikleri ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde filozofların anlatmaya çalıştığı hakikati aktarma tarzına ve yetkisine itirazlar yükselmiştir doğa bilimlerindeki ilerlemeler sosyal bilimlere de yansımış ve sosyal bilimlerde artık doğa bilimlerindeki yasalara göre incelenmeye ve aktarılmaya başlanmıştır. Öyle ki determinal belirlenimci tarih anlayışı da bu dönemin aydınlanma dönemi önemli bakış açısını oluşturmuştur. Ve artık bilim insanları filozofların tekelinde olan hakikat bildirmeye itiraz ettiler. Artık hakikat iddialarının kaynağı şeklinde tanınma hakkında herhangi bir filozofa değil filozofların bir alt grubuna bilim insanlarına ait olduğunu ileri sürmekteydiler.
19. yüzyıla gelindiğinde bilim insanları bu kültürel savaşta büyük ölçüde galip gelmişti ve bilim insanlarının dünyevi hakikat iddialarına saygı gösterilmesi gereken yegâne kişiler oldukları iddiası toplum tarafından kabul edilmişti (30). Tarih yazımı aydınlanma döneminde bu bilimsel perspektifin etkisinde şekillendi. Temelini aslında teolojik bakıştan alan tezimiz tarih anlayışı tarihi yasalar uygulayarak sonucunu önceden belirlenen bildiğine belirlenimcilik tarzı ile gelişmeye devam etti. Tarihte hep iyiye doğru insanın özgürleşmesi ne doğru bir gidişine olduğu ilerlemeci bakış kaderci bir yazımın oldukça etkili olmasını sağladı. Ulus-devlet sürecinin başlaması ile beraber bunun düşünsel altyapısını oluşturma çabasında başlamış ve bunu da en büyük pay tarih yazımında düşmekteydi. Kilisenin egemenliğinden bağımsızlaşan aydın bilim insanı devletin yeni versiyonuna yeni bir tarih oluşturmaya başlamıştır. Bu aynı zamanda bilim insanının krallar prensler ve dolayısıyla yeni devletle ittifakının da oluşmasının başlangıcıdır. Her ne kadar bir sonraki yüzyılda 19. yüzyıl bilginin bağımsızlığı tartışması başlayacak olsa da 18. yüzyılda bilginler yeni iktidarla girift bir ilişki içindeydiler. Çünkü bir anlamda uluslaşma süreci onların çabaları ile şekillenmekteydi. Ayrıca ekonomik ilişkilerde bu zemini hazırlıyordu.
18. yüzyıl köleciliğini de meşrulaştırma çabalarında Buffon ve Voltaire gibi düşünürlerin katkılarının kölelerin emeğinin sömürülmesinin bu düşünürlerin refahına etkileri ile ilgili olduğuna daha önce de değinmiştik (31). Bu da bilimsel ırkçılığın temelini Amerikan devriminden önce 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren atıldığını göstermektedir. 18. Yüzyıl’ın buna dair örnekler çoktur. Kimileri pratik sebeplerle köleliğe itiraz ederken ırkçılığa itiraz etmekten felsefeye sebeplerle imtina eder. Örneğin Voltaire açıkça ırkçıdır. Köleliğe de ahlaki sebeplerle değil pratik sebepler ileri sürerek karşı çıkmıştır. David Hume da öyle. Siyahlarla beyazların eşit olduğuna inanmaz. Daha ziyade Adam Smith gibi o da bütün bu işin çok pahalıya patlayacağından şikâyet eder (³²). Bu dönemlerde yapılan bilimsel faaliyetlerin içinde şekillenen bir tarih yazımı o siyasi ekonomik ve felsefeyi atmosferin ürünü olması doğal bir durumdur. Kaldı ki tarihi henüz ayrı bir disiplin olarak değil diğer bilimsel faaliyetlerin içinde bir parçadır. Bu durum tarihin ayrı bir disiplin olarak ortaya çıkacağı dönem ve sonrasında da hem tarih yazımında hem de tarihin kaynaklarını oluşturacak arşivlerin oluşturulmasında da hep ona Tartışmanın -nasıl bir tarih- gündemini oluşturacaktır.
TARIQ HESEN
YORUM GÖNDER