YAŞAMANIN ONURLU EYLEMİ: ÖZ SAVUNMA
Varlığın oluş şifrelerini taşır bazı kavramlar… Zamanın ayrıntılarını kapsar. Mekanın gizine kapı aralar. Bütünselliğin bilgisinde varlığın oluş dinamiklerini anlamamızı sağlar. Zira Rêber Apo’nun dediği gibi, “Anlamak yapmaktır”. Yapmak ise yaşamaktır belki de. Yapma eylemimiz tanımı muğlaklaştırılan yaşama katılım ölçümüzdür ya da. Yaşamın bütünselliğine katılım sağlamak bir de. Bu bütünün bir parçası olan insanın varoluş serüvenini doğru anlamlandırması bu nedenle çok önemli. Varlığın oluşuna en iyi örneklerden biri gül. Biri de Mar. Her ikisi de derin anlamlar barındırıyor. Bu nedenle her iki kavramla başlamak istiyorum öz savunmanın tanımına…
Gül öz savunma açısından çarpıcı bir örnektir. Rêber Apo insanın varlık koşulu olan toplumsallığı ve bunun en temel örgütlenme ilkesi olan ahlakına dönük saldırılara en güzel şekilde Gül Teorisi ile örnek vermektedir. “Gül estetiktir, dikeni onun ahlakıdır” demektedir. Toplumun savunmasının ahlak olmadan yapılamayacağını ve toplumunu savunamayanın onurlu yaşam hakkının olamayacağını belirtmektedir. Gül dünyasını anlamlandırdığımızda yaşam tanımının içinde gülün kendini koruma yöntemi olan dikenin de olduğunu görürüz. Gül kendini dikeni ile korur. Gül varlıktır. Diken gülün yani varlığın ahlakını temsil eder. Aynı zamanda özgürlük ilkesini temsil eder diyebiliriz. Bu anlamda gül teorisi nasıl yaşamalı sorusuna bir cevaptır. Çeşitlenerek, çoğalarak, farklılaşarak yaşamını sürdürme arayışı olan insanın varoluşunu anlamlandırmasına iyi bir örnektir. Nerede, nasıl ve kimlerle yaşanacağının cevabını taşır aynı zamanda.
Mar ise bir kavmin adıdır. Evrenin bilgisine nail olan, yerin yedi kat dibinde yaşayan, kaynağın bilgisini taşıyan bilge kadınların kavmidir, diyarıdır. Ve o bilge kadınların arkadaşı olan yılanın ismi de Kürtçe’de mar’dır. Aynı zamanda mar Hurice’de anne anlamına gelmektedir. Zazaki de daya, mar yine anne kavramını karşılamaktadır. Mama, mam, mother içinde aynı şeyi belirtmek mümkündür. Ma aynı zamanda Kapadokya’nın tanrıçasıdır. İnsanın yaşamak için gerekli besin kaynaklarından bahsedildiğinde ilk anne sütüne vurgu yapılır. Bir çok kaynakta tanrıçaların evrensel adı ‘Ma’ olarak kayda geçer. Ma Sanskritçe’de bilmek, yapmak, ölçmek anlamlarını karşılar. Bu kadına atfedilen ismin sadece biyolojik durumla değil, bir buluş ve çalışmanın sonucunda verildiğini gösterir. İsim verme, kadınların kimliklerini, yaşam öykülerini gösterir. Hint Aryen dillerinde ise gök cisimleriyle ilgili en eski sözcük ay anlamına gelen me sözcüğüdür. Ay evrensel ölçüm aracı olduğu için Hint Avrupa dillerinde ay ile ilgili her terim bu kökten türemiştir. Bu anlamda ma ile başlayan ya da içinde ma, mar geçen bir çok şehrin ana tanrıçaya adanmış olduğu da bir başka bilgi olarak başucumuzda durmayı hak ediyor.
Mar, gövdesi yarıya kadar yılan, diğer yarısı kadın olan bir kavmi ifade etmekte, yaşadığı zaman dilimine dair bir bilgiye rastlanmamaktadır. Ama günümüzde kadar gelen bilgisinde kadın ile yılan arasında doğanın dengesine dair bir bilgiyi taşıdığı ihtimal dahilindedir. Bu bilgi nakışlarla, heykellerle, evlerin eşiklerine asılan şahmaran tablolarıyla, çeyizlerde uğur niyetiyle özenle işlenen motifler ile korunmuştur. Kadın ile yılan arasında var olan bir benzerliğe de işaret etmektedir. Aynı zamanda kadın ve yılanın bedenlerinin devletli sistem tarafından lanetlenmesinin bilgisini taşımaktadır.
Şahmaran mar kavminin kraliçesi olarak tarih kayıtlarında yer almaktadır. Toplumun hafızasında özellikle Ortadoğu coğrafyasında ise öz savunmanın bilgisine karşılık gelmektedir. Varlığın temel koşullarından olan öz savunmanın anlam ve önemini anlatmaktadır. Doğa ile uyumlu ve doğanın bütünselliğinde anlamları çoğaltan, doğadaki her canlı ile arkadaş, dost olmayı esas alan kadın dünyasının tahrip edilmesi bu dilden kopmanın ilk halkası olmuştur. Kadın bedeninin köleleştirilmesi kadının öz savunma bilincine vurulan bir darbedir. Bu darbe şahmeran öyküsünde de çarpıcı bir şekilde vücut bulmaktadır. Şahmaran öyküsünde doğal akışında yaşamını sürdüren kadına ve doğanın bir parçası olan yılan şahsında doğaya vurulan darbeye tanık oluruz. Bedenin lanetlenmesi, ihanetin örgütlü olması, mekandan koparılma gibi bir çok yöntem iktidarın ve bunun bir sonucu olan ulus devlet sisteminin günümüzde kullandığı temel yöntemlerdir aynı zamanda. Kadın ve doğanın öz savunma sistemine erkek iktidarına dayanan ataerkil sistem tarafından vurulan bu darbeler öz savunma sisteminin de yeniden tanımlanması gereğini ortaya koymaktadır.
Öz savunma nasıl yaşamalı sorusuna bir cevaptır
İnsan açısından nasıl yaşamalı sorusuna verilen cevap da hem toplumsal hem de biyolojik temelde gelişen bir öz savunma sistemi ile gelişmektedir. Bu nedenle insanın temel varlık koşulu olan toplumsallığı ve onun örgütlenme ilkesi olarak ahlakı temel öz savunma sistemi olarak tanımlamak önemlidir. Canlının yaşam ile bağını ifade eder öz savunma. Yaşama ve kendini koruma yöntemidir. Yaşamanın onurlu eylemidir. Zira doğada bulunan her canlı kusursuz mekanizmalar ve yöntemler ile yaşama tutunmaya çalışır. Bir virüsün yapısından bir gülün kendini koruma yöntemine kadar bütünlüklü bir yapıya ulaşan bütün canlılara kadar her varlığın bir öz savunma sistemi vardır.
Öz savunma varlığın bilgisini taşıdığı gibi yaşam ile uyumu ifade eder. Yaşamın gerçek tanımına doğru yol almamızı sağlar. Belki de doğada bulunan canlılar içinde biyolojik yapısı itibariyle öz savunma sistemi en zayıf olan canlı insandır. İnsanın zeka gelişimi, beyinsel fonksiyonları bu dezavantajlı konumu aşmasına ve en üst düzeyde koruma sistemi oluşturmasını sağlamıştır. Ancak başta kendini koruma amacıyla geliştirilen bu mekanizmalar zamanla amacının dışına çıkmış ve doğanın felaketine neden olacak durumlara imza atmıştır. İktidar eksenli zihniyet yapılanması insan merkezli bir dünyayı doğru kabul ederek doğayı kendi emirlerine amade bir hale getirmeyi esas almışlardır. Canlıların adını koyma erkini elinde bulunduran insan kendini doğanın da hakimi olarak ilan etmiştir. Toplumsal yapılanmanın ahlaki ve politik dokusunu tahrip eden bu yaklaşım ilk olarak kadın üzerinde uygulanmış ve etkili olmuştur.
Rêber Apo, “Öz savunma ahlaki ve politik toplumun güvenlik politikasıdır. Daha doğrusu kendini savunamayan toplumun ahlaki ve politik vasfı anlamını kaybeder. Toplum böyle bir durumda ya sömürgeleşmiştir ya da eriyip çürümektedir. Ya da direniştedir, ahlaki ve politik vasfını yeniden kazanmak ve işlerliğe kavuşturmak istemektedir. Öz savunma bu sürecin adıdır. Kendisi olmakta ısrar eden, sömürgeleşme ve her türlü tek taraflı dayatıcı bağımlılıkları reddeden toplum, bu tutumunu ancak öz savunma olanakları ve kurumlarıyla geliştirebilir. Öz savunma sadece dıştan gelen tehlikelere karşı oluşmaz. Toplumun iç yapılanmalarında da çelişki ve gerginlik her zaman mümkündür. Kaldı ki günümüzde toplumun sadece dışından değil, içinden de tüm gözeneklerine kadar sızan iktidar gerçeği karşısındayız. Toplumun uygun tüm gözeneklerinde birbirine benzer öz savunma grupları oluşturması hayatidir. Öz savunmasız toplumlar, sermaye ve iktidar tekellerince teslim alınmış ve sömürgeleştirilmiş toplumlardır. Tarih boyunca klandan kabile ve aşiretlere, kavim ve uluslardan dinsel cemaatlere, köyden kentlere kadar her toplum biriminin daima bir öz savunma sorunu olmuştur” demektedir.
ZÎLAN KONYA (Devam edecek)
KAYNAK: PAJK.ORG
YORUM GÖNDER