İKTİDAR VE DEVLET; POLİTİK SÖZÜN DOLAYISIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN BİTTİĞİ YERDİR (4.BÖLÜM)
Kürtler ve Özgürlük
Sümer Uygarlık Kültürüne karşı Kurtilerin hep direniş halinde olduklarını gözlemlemekteyiz. Bunu özellikle Dağ Tanrıçası Ninhursag’ın söz konusu edilen mitolojik anlatılarından izlemek mümkündür. Gılgameş Destanı özünde Sümer Uygarlaşmasına karşı direnen Kurtilerin, Özgürlük ve Varlıklarını Koruma Mücadelesini ifade eder. Zerdüşt Geleneğinde kulluk durumuna isyan edilmekte, Tanrı kavramı sorgulanarak, katı özne-nesne ayrımına son verilmeye çalışılmaktadır. Sınırlı da olsa Özgür İnsan kavramına yaklaşılmaktadır. Burada insan, tanrıya ihtiyaç duymadan, Özgürlük Ahlâkıyla hareket edebilmektedir. Êzîdî Kürtlerle Alevi Kürtler yakından gözlemlendiğinde, özellikle kadınlarında temsilini bulan Zerdüşti Kültürün demokratik, özgür ve eşitlikçi özellikleri, rahatlıkla fark edilebilir. Tüm bastırılmışlıklarına rağmen, doğayla bütünleşmiş, açık sözlü ve cesur yanları dikkate değerdir. Zerdeştilerin durumu daha değişiktir.
Bunlar, daha çok kabilesel değil, dinsel boyutta direnmişlerdir. Dinsel Varlık, Kabilesel Varlığa üstün tutulmuştur. Birkaç farklı mezhep halinde günümüze kadar yansıyabilmişlerdir. Sünni Kürtlere göre Kürtlüğün daha saf değerlerini temsil ederler. Tarihte birçok kırım yaşamalarına rağmen inançlarında ısrar etmişlerdir. Geleneksel Kürt Kültürünün zengin bir kaynağı olmalarına rağmen, kitap birikimlerinin yakılması ve özgür yaşamlarının sürekli baskılanması, bu zengin kaynağın fakirleşmesine ve âdeta kurumasına yol açmıştır. Devlet, Milliyetleşmede; Tasavvuf Cemaati, Halklaşmada daha etkilidir. Devlet odaklı zayıf bir Milliyet gerçeği olmalarına rağmen, Kürtlerin, güçlü Tasavvufi Tarikatlar etrafında daha demokratik, özgür ve eşit Halklaşma gerçekliğini yaşamaları söz konusudur. Kürt gerçekliğinde son iki yüzyılın, önceki tarihî dönemlerden ayrılan ve benzeyen özelliklerini daha yakından görmek öğretici olacaktır. Görkemli Neolitik Çağda Proto-Kürtler, Evrensel Tarihin motor gücüydüler. İlkçağda, Merkezî Uygarlık Sisteminin doğuşunda ve beslenmesinde Beşik ve Ana rolündeydiler. Ortaçağda, Merkezî Uygarlık Sisteminin, İslâmiyet’in güçlü ve öncü kavimlerinden biriydiler. Ortadoğu’nun bu görkemli, cesur ve emekçi gerçekliği, Yeniçağda, Kapitalist Modernitenin Hegemonik Çağında, neredeyse tarihten silinmekle yüz yüze geldi. Kürt gerçekliği üzerine sanki değil, gerçek bir kâbus çöktü. Peş peşe soykırımlar için kullanılan bir deyim olan “büyük felaketler” e uğradı. Her ne kadar Varlığını koruyorsa da bu Varlık, özgür olmayıp cehennemin Sırat Köprüsünden geçmektedir.
20. Yüzyıldaki Kürtlük, kurtarılmadan önce Var kılınması gereken bir Kürtlüktü. Başarılan şey, Varoluştu. Bir şey eğer Varlık Sorununu yaşıyorsa, öncelikle yapılması gereken onu kurtarmak değil, Var kılmaktır. Kürtlerin durumu, önceliği, tamı tamına Varoluşa vermeyi gerektiriyordu. Kurtuluş, özgürlük ve eşitlik gibi kavramlar, ancak Varoluşsal Sorununu çözmüş varlıklar için anlam ifade eder. Kürt Sorununu ve çözüm yollarını tartışmadan önce Varlık Sorunu konusunda aydınlanmak şarttır. Aydınlanmak, ilgili Varlık konusunda hakikatle tanışmaktır. Hakikat ise, uğruna büyük mücadele verilmeksizin varılacak bir hedef değildir. Hakikat gerçek olmayıp, gerçeğin bilince varmış halidir. Hakikatsiz gerçek, uyuyan gerçekliktir. Uyuyan gerçekliğin sorunu yoktur. Hakikat, uykudaki gerçekliğin uyandırılmış halidir. Kürtlere ilişkin uyku hali, o denli derin ve ölüme yakındı ki, hakikati uğruna savaşın, çok karmaşık ve zorlu geçeceği açıktı. Kürt gerçeği ve sorununa ilişkin hakikatler, özgürlük umutlarının ilk defa gerçekleştiğine tanıklık etmektedir.
Sorunun Varlık-Yokluk tartışması biçiminde değil, Kurtuluş ve Özgürlük kavramlarıyla dile getirilmesinin daha doğru bir yöntem olacağına inandığım için bu temelde giriş yaptım. Benim açımdan Kürtlerin devrimci tarzda varlığı, başta Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya ile arkadaşlarının ölümleri pahasına kelime olarak bu kavramı dile getirmeleriyle kanıtlanmıştı. Geriye mevcut statüden Kurtuluş ve Özgürlük Sorunu kalıyordu. Sömürge Kürdistan teorisi, bu yolda doğru bir başlangıçtı. 1970’ler sonrasında Kürt Sorununu, Özgürlük Sorunu olarak ele almak, bir yönüyle doğru olsa da diğer bir yönüyle önemli bir eksikliği beraberinde taşımaktadır. O da Kürtlerin Varlık (Ontolojik) Sorunudur. Kaldı ki, Varlığı imhayla karşı karşıya olan bir gerçekliğin, ilk sorunu özgürlük değil öncelikle Varlığını Korumak ve bu mümkün olduğu ölçüde iç içe özgür kılmaktır. Varlığı olmayanın özgürlüğü olmaz. Özgürlük ancak Varlıkla mümkün olabilir. Çağdaş Kürt Ulus Gerçekliğindeki özgünlük, buradadır. 12 Eylül 1980 darbesine kadar bu ortamın herhangi bir grubunun çok ilerisinde değildik. 1979’da Türkiye sınırları dışına çıkış ve Ortadoğu’ya açılımımız, stratejik bir yönelimdi. Gerçeklik ufkumuzu daha da açacaktı. Silahlı mücadeleye sistematik dönüş, gerçekliğimizin daha gelişkin bir bilincine erişmeye zorlamıştı. Zor ile Kürdistan ilişkisi, araştırılmaya çalışılmıştı.
15 Ağustos Hamlesi, görünüşte askeri, özünde politik gerçeklik yanı ağır basan bir süreci başlatmıştı. Politikayla şiddet arasındaki ilişki, gittikçe açığa çıkıyordu. Toplumsal kişilik, bireyin yaratıcılığı, örgütlenmenin gücü, ulusal toplumsallık, kadın özgürlüğü, bu atılımla kendini daha açıklayıcı kılıyordu. 15 Ağustos 1984 Hamlesiyle gelişen ve çok zorlu geçen bir direniş süreciyle sadece Kürt gerçeğinin Varlık olarak tasfiyesi durdurulmamış, Özgürlük yolunda da önemli mesafeler kat edilmiştir. Başta ABD, İngiltere ve Almanya olmak üzere dış hegemonik güçlerin yoğun desteği karşılığında, ekonomik olarak Küresel Finans Sistemine teslim olma, bölgesel politikalarına tam destek verme, askeri alanda NATO Gizli Ordusu Gladio’nun Türkiye bölümünün büyüyerek savaşta kullanılmasına onay verme temelinde sürdürülen özel savaşta, bir avuç hain ve işbirlikçi dışında, Varlık ve Özgürlük Savaşındaki Kürtler yalnız bırakılmış ve tecrit edilmiştir. Yeni Hegemonik İktidar Döneminde, Kürt Varlığı ve Özgürlüğünü tasfiye amaçlı özel savaş rejimi, daha da güçlendirilerek yürütülecektir.
Zaten AKP’nin, ordu şahsında rejimin eski iktidar sahipleriyle yaptığı uzlaşmanın temelinde, Kürt Varlığının (Ontolojik Gerçeklik) ve Özgürlüğünün (Bilinç ve Örgütlülük) tasfiyesi ve Kültürel Soykırımın sürdürülmesi yatmaktadır. İktidar, başka türlü AKP’ye teslim edilemezdi. AKP Hegemonyasının daha değişik taktik uygulamaları, ortak stratejiye (Kürt Varlığı ve Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi) ters düşmediği gibi bu stratejiyi daha yaratıcı biçimde başarıyla uygulamak için giriştiği taktik manevralar olmaktadır. Örneğin R. Tayyip Erdoğan 2005’te Diyarbakır’da önce “Kürt Sorunu bizim de sorunumuzdur” diyerek Kürt halkının önemli desteğini arkasına aldıktan sonra, 2006’da çocuklar ve kadınları kapsamına alacak biçimde daha da geliştirilen tüm Cumhuriyet dönemlerinin anti-Kürt yasalarının en şiddetlisi olan Terörle Mücadele Kanunu’nu sinsice çıkarmaktan çekinmedi. Çocukların ilk defa yaygın olarak tutuklanmaları, KCK operasyonları, hava saldırıları, bu stratejinin gereğidir. Psikolojik savaşın her türlüsü, işbirlikçi bir Kürt sermaye grubunun hem Güney hem de Kuzey Kürdistan’ın önemli kentlerinde çekim merkezi olarak oluşturulmaya çalışılması ve Sahte Kürtçü sivil toplum örgütlerinin kuruluşu da bu yeni stratejiyle yakından ilgilidir. Buna, işbirlikçi Kürt medyasını da (psikolojik savaş araçları) eklemek gerekir. Spor ve sanatın birçok dalı da benzer stratejik amaçlarla kullanıma açılmıştır. Belki de en vahim uygulama, Hizbul-Kontra yerine Kürt Hamas’ının oluşturulması deneyimleridir.
Dinci yayın ve örgütlenmelerin temel hedefi, son aşamada KCK’ye karşı kendi Kürtçü Hamas’ını kurup harekete geçirme ve başat kılmadır. Örneğin Filistin’de MOSSAD’ın FKÖ’yü zayıf düşürmek için kurdurduğu, mücadeleyle hiçbir ilgisi olmayan Hamas, bugün FKÖ’yü ve özellikle temel güç olan El Fetih’i tasfiyenin eşiğine kadar getirmiştir. Aynı model, Kürdistan’da KCK’ye karşı geliştirilmeye çalışılmaktadır. Yeni dinci liseler ve Kuran kursları da bizzat açıklandığı gibi bu amaçla aceleyle tesis edilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, tüm camileri kültürel tasfiyeciliğin hizmetine sokmuştur. Din, tamamen politize edilip Kürt Varlığının inkârında ve Özgürlük Mücadelesinin karalanmasında kullanılan bir araç durumuna indirgenmiştir. Benzer yüzlerce uygulama, yeni hegemonik gücün sadece niyet ve politikalarını değil, çok tehlikeli tasfiyeci planlarını da açıkça ortaya koymaktadır. Nasıl ki CHP, 1925-1940 döneminde Kürt direnmesi ve varlığının kanlı tasfiyeci ulus-devlet partisiyse, 2000’li yıllardan itibaren AKP de aynen ve daha da ağırlaştırılmış koşullar temelinde Kürt gerçekliğini ve Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi amaçlayan ulus-devlet partisidir. Şüphesiz içindeki bazı aykırı sesler ve farklı dönemsel uygulamalar, stratejik amacını değiştirmemekte, bilakis doğrulamaktadır.
Sonuç olarak, çağdaş Kürt gerçekliğine ve Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen son ikiyüz yıllık savaş, giderek daha da ağırlaşan bir Kültürel Soykırıma dönüşmüştür. Kürtler, amansız soykırım hamleleri altında Varlıklarını ve Özgür Yaşam tutkularını sürdürmeye çalışmışlardır. Çağdaşlaşan (modernleşen) Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlatılan Kürdistan beylik, aşiret şefliği ve şeyhlik otoritelerini tasfiye etme hareketleri, giderek Kürt Kültürel Gerçekliğinin tasfiyesine yönelmiştir. Cumhuriyet’in İlk Döneminde, Beyaz Türk Faşizmi, bu politikayı daha da derinleştirerek tüm topluma yaymış, Kürtleri, ulus-devletin içinde eriterek yok etmenin eşiğine kadar getirmiştir. Buna karşı gelişen direnmeler, dayandıkları sosyal temel ve önderliklerinin karakteri nedeniyle tasfiyeyi daha da derinleştirmekten öteye sonuç vermemiştir. Cumhuriyet’in Olgunluk Döneminde, Kürt gerçeğini inkâr etme temelinde varlıklarına izin verilen işbirlikçi katmanlar daha da geliştirilerek Kültürel Soykırım derinleştirilmiştir.
1980’lerden itibaren içine girilen Çöküş Döneminde, ABD’nin kendi çıkarları temelinde sağladığı destekle eşi görülmedik özel savaş yöntemlerine başvurularak, Kürtlük sadece Özgürlük Hareketi olarak değil bizatihi Varlık (dil yasağında görüldüğü gibi Ontolojik Varlık olarak da) olarak sona erdirilmeye çalışılmıştır. Bu eşi görülmemiş kırım hareketlerine karşı Özgürlük Hareketi, birçok eksikliğine ve yanlışlıklarına rağmen, sadece Kürt Kültürel Varlığını kesinleştirmekle kalmamış, Özgürleşen Varlık olarak da önemli bir aşamaya taşımıştır. Bu yönlü gelişmeler, diğer Kürdistan parçalarını da etkisi altına almış; Irak Kürdistan’ında ulus-devletçi yanı ağır basan bir siyasi oluşuma yol açarken, İran ve Suriye Kürdistan’ında halkın büyük uyanışı, Özgürlük Hareketi’ne katılımı ve demokratik özerkliklerini geliştirmeleriyle sonuçlanmıştır.
ALİ FIRAT
YORUM GÖNDER