DEVLET BÜROKRASİYİ, SİYASET İSE DEMOKRATİK TOPLUMU İNŞA EDER (1.BÖLÜM)
Kapitalizm herhangi bir toplum sistemi değildir, toplumun bir nevi kanserli sistemidir. Uygarlık sistemlerinde yorulan toplum, sermayenin sızmasıyla tüm dokularında (yani kurumlarında) kanser hastalığına tutulur. Türüne bağlı olarak az veya çok öldürücü etkiye maruz kalır. Sadece 20. Yüzyıl savaşlarını çözmek bu gerçeği birçok yönüyle aydınlatır. Aşırı rekabet, kâr, azami kâr, işsizleştirme, açlık, yoksulluk, ırkçılık, milliyetçilik, faşizm, totalitarizm, demagoji sanatı, ekolojik yıkım, aşırı finans, devletten daha zengin şahıslar, atom bombası, biyolojik ve kimyasal silahlar, aşırı bireycilik kapitalist sistemin kanser türleri olarak düşünülmelidir… İnsan yaşamının olmazsa olmazı, toplumsallığıdır. Bu konu üzerinde çok ısrarla durmamın birinci nedeni, henüz sosyal bilimce bir tanımlanmasına girişilmemesi, girişim denemeleri olsa bile anlamı ve hakikat değeri olan bir bilimselliğinin sağlanamaması, örgütsel inşasının ve toplumsallaştırılmasının başarılamayışıdır. İkinci ve daha önemli neden, kapitalist modernite liberalizminin bireyi ve bireyciliği, anti-toplumsal temelde yere göğe sığmayacak denli abartılı inşa etmesi ve canavarlaştırmasıdır. Mevcut haliyle bireycilik, sadece sürdürülemez değildir, yaşanılamazdır da. Hiçbir canlı türünde gözükmeyen, her türlü sapıklığa açık bireyci yaşam için ne toplumun ne de gezegenimizin dayanma gücü kalmıştır. Bu bireycilik, öyle bir sapık haline getirilmiştir ki, günün yirmidört saatinde insan öldürmekten, seks, spor ve sanat yapmaktan, kâr sağlamaktan ve işkence yürütmekten usanmaz. Çok açık ki bu bireyciliğin sonu, kanser ve AIDS türü hastalıklardır, nitekim onlar da hızla üremektedir.
Kapitalist ekonomi-politiğin (kimin kurguladığına bakarsak gerçek niteliğini daha iyi anlarız), ekonomiyi sadece kâr getiren faaliyetlere indirgemesi, ekonominin gerçek niteliğini çarpıtan bir mitik yalandır. Kapitalist ekonomi, milli ekonomi, devlet ekonomisi, ticari, finansal veya sanai ekonomi, tarım, kent veya köy ekonomisi, küresel ekonomi gibi ayrımlar gerçeği fazla yansıtmaz. Özel ve kolektif ekonomi ayrımları da yapaydır. Pazar ve kullanım değeri olarak ekonomi, gerçekçi bir tanıma çok daha yakındır. Tarih öncesi kullanım değeri için ekonomi geçerli tek ölçü iken, pazarda değişim için ekonomi daha çok tarihsel dönemde yaygınlık kazanır. Kapitalist Modernitenin, toplumsal değerlerin ezici bir çoğunluğunu metalaştırması, istismar ve kâr amaçlı olup, yeni ama kanserli bir olgudur. Toplumun dağıtılması, sürekli kaotik ve krizli bir hal alması, bu gerçeklikten kaynaklanır. İnsan türü, yüzbinlerce yıl, sadece kullanım değeri etrafında bir ekonomi tanımıştır.
Kapitalizmin başat varlığı, ekonomik yaşamın bir vazgeçilmezi değil bir baş belası, kanserojenidir. Sadece petrol, gaz, su, otomobil gibi çevreyi yıkan, toplumu savaşa boğan kâr amaçlı alanlarda yürüttüğü faaliyetleri çözümlendiğinde, bu gerçeklik daha iyi anlaşılır. Yine toplumun yarısından fazlasını işsiz, mesleksiz, göçer, ailesiz yığınlara dönüştürmesi, felaketin büyüklüğünü daha anlaşılır kılar… Çok önemli bir konu muazzam işsizlik durumudur. Yapısal bir karakteri olan işsizlik sistem sürdükçe artmaktadır. Sistemin kendisi işsizliğin çığ gibi artması demektir. Hiçbir toplum sisteminde nüfus bu denli işsizliğe düşmemiştir. Dolayısıyla krizin kaos niteliğini en iyi açıklayan olgunun başında işsizlik gelmektedir. Nerede işsizlik ne kadar çok yoğun olursa, orada o kadar gelişmiş bir kaos durumu var demektir. İşsizlik birçok olumsuzluğun yanında özünde toplumsal olmaktan çıkma durumudur. Bir nevi toplumun iflas ettirilmesidir. Diğer yandan müthiş üretim teknikleriyle oluşan arz fazlası emilememektedir. Sorun kıtlık değil tersidir. Bir yandan kıtlıktan beter açlık yaşayan muazzam bir nüfus, diğer yandan dağ gibi yığılmış arz fazlası her şey! Bundan daha çarpıcı kaos niteliği oluşamaz. Yine kanser gibi büyüyen şehirleşmeler söz konusudur. Sosyolojik anlamda şehirle alakası olmayan toplumsal kanserleşmenin en açık örneklerinden biri şehir büyümeleridir. Şehirler hem köyleşerek hem de anlamı dışında büyüyerek şehir olmaktan çıkıyor. Kaos şehirde daha yoğun yaşanmaktadır. Toplum toptan metalaşmaktadır. Alım satım konusu olmayan hiçbir değer kalmamıştır. Kutsallık, tarih, kültür, doğa, kısacası herşey metalaşıyor. Bu gerçeklik de toplumsal kanserleşmedir ve kaosa götürür. Diğer bütün kaos niteliklerinin bir sonucu olarak çevre kirlenmesi ve tahribi, kaos özelliğinin artık çevreyi de sarmış olduğunu kanıtlamaktadır. Sera etkisi, ozon delinmesi, suların ve havanın kirlenmesi, türlerin aşırı yok olması birer simgedir. Asıl tehlike ekolojik bir olgu olan toplumla doğa arasındaki ilişkinin bir uçuruma dönüşmesidir. Bir an önce bu uçurum kapatılmaz ise, sonuç toplumsal dinazorlaşmadır.
Biyolojik Kanser Toplumsal Kanserleşmenin Sonucudur Uygarlık, doğal çevre üzerindeki tahribatıyla sadece insan toplumunun değil tüm canlıların yaşamını tehlike sınırlarına çekmiştir. Daha da kötüsü toplumların bağrındaki sermaye ve iktidar, her saat kanser tarzı (aşırı kentleşme, orta sınıflaşma, işsizleşme, milliyetçileşme, cinsiyetçileşme, önlenemeyen aşırı nüfus artışı) yayılmaktadır. Bu kanser tarzı büyümenin, mevcut haliyle devamı bile uygarlık öncesi kaotik süreci mumla aratacaktır. Kanserle gelen kaotik süreç, yeni düzenlerden çok toplumun ölümüyle de sonuçlanabilir. Abartılı bir yargıda bulunmuyoruz. Sorumluluk duyan insanlar, bilim insanları bu konuda her gün çok daha ağır yargılarda bulunuyorlar…. Tarihsel Toplum tarihi boyunca bir uyum ve iş bölümü üzerine kurulu köy-kent ilişkilerinin, gittikçe derinleşen çelişkilere dönüşmeleri ve dengenin köy-tarım toplumu aleyhine bozulması yine temelde ekonominin kâr amaçlı düzenlemelere tabi tutulmasıyla bağlantılıdır. Kent ve köyün, tarım, zanaat ve endüstrinin birbirlerini beslemeye dayalı ilişkilerinin yerini birbirlerini tasfiye eden ilişkilere bırakması, azami kâr kanununun vahim sonuçlarından bir başkasıdır.
Köy ve tarım toplumu âdeta tasfiyenin eşiğine getirilirken, kent ve endüstri, kanserolojik bir büyüme sürecine girmiştir. Sadece ekonomi değil Tarihsel Toplumun kendisi tasfiye ile yüz yüze bırakılmıştır. Sadece çevre felaketleri değil gerçek bir toplum kırım, bu kent kanserleşmesiyle birebir ilişkilidir. Değil bir bölge, bir ülkenin bile taşıyamayacağı çok sayıda kentle, dünyanın ekolojik dengesinin ölümcül darbeler aldığı, bilimlerin ulaştığı ortak bir tespittir. Sanıldığının aksine doğa/çevre, kendi öz mantık sistemleriyle dengededir. Kör kuvvetlerin esaretinden söz etmek yanlış bir değerlendirmedir. Bu hassasiyeti yıkan, uygarlık sistemi ve daha çok da günümüzün tekelci tahakkümcü modernitesidir. İktidar gücü haline gelen orta sınıfın kanser türü büyümesi, temel yaşam alanları olan kentlerin benzer tarzda kanserolojik büyümesi, dünyanın ulus-devlet zincirine bağlanması, çevre üzerindeki yıkımın gerçek toplumsal nedenleridir. Hem Toplumsal Doğanın en esnek zekâ yüklü yapılanmalarına karşı savaşarak hem de çevreyle simbiyotik ilişkileri tahakküm ve sömürgeci ilişkilere dönüştürerek bu yıkımlara yol açar. Bu nedenle toplumsal krizle (daha doğrusu toplumkırımla) ekolojik kriz arasında çok sıkı bir bağ vardır. Her iki alandaki krizler, birbirlerini sürekli besler. Tekel kârı kaçınılmaz olarak nüfus artışı, işsizlik, açlık ve yoksulluğa yol açarken, çoğalan bu nüfus yaşadığı işsizlik, yoksulluk ve açlığı gidermek için çevreyi tahribe yönelmek zorunda kalır. Ormanlar, bitkiler, hayvanlar dünyası büyük tehlike altına girer. Şüphesiz bu durum, tekellere daha fazla kâr olarak geri döner. Döngü devam ettikçe (örneğin nüfus on milyarı buldukça ve daha da çok büyüdükçe) dünyanın kaldırma dengesi tamamen çözülür. Beklenen kıyamet böyle gerçekleşir. Büyümenin sağlıklı biçimi ile kanserli biçimi hücre düzeyinde nasıl şaşırarak kansere, ölüme yol açarsa, benzer tarzda tekel kârı büyümeleri de Toplumsal Doğanın her düzeyinde sağlıklı büyümeyi engelleyerek, toplumsal ve çevresel kanser tarzı gelişmeyi tetiklemiş olur. Kaldı ki, insan türünde biyolojik kanser hastalıklarının da bu toplumsal kanserlerin bir sonucu olarak geliştiği tıbben izah edilebilmektedir. İnsan türü gibi esnek zekâ düzeyi en yüksek doğa olan bir varoluşun, özgürlük ve seçim kabiliyeti herhalde bir karıncanınkinden daha az değildir. Karıncaların işsiz kaldığı görülmüş müdür ki, insanlar mevcut zekâ halleriyle işsiz kalsınlar? Kâr kanununun gözetilmemesi halinde, yalnızca ekolojik alandaki düzenlemeler bile tek başına tüm işsizliği ortadan kaldırabilecek istihdam olanaklarını ortaya çıkarabilir. Ekolojik amaçlı istihdamlar, bir yandan çevreyi kurtarırken diğer yandan işsizliğe de temelli son verebilir. Böylesi yüzlerce saha bulmak mümkündür. Fakat azami kâr kanununa göre kârlı olmadıklarından istihdamdan yoksun kılınırlar. Ekolojik kılma ile sistem arasındaki ilişki krizli ve sürdürülemez niteliktedir.
Günümüzün devasa büyümüş kent-endüstri-iktidar ve iletişim ağlarını gözlemlediğimizde; ayrıca çevrenin maruz kaldığı korkunç tahribatları, kadının statüsünü veya statüsüzlüğünü, yoksulluk ve işsizliğin ulaştığı düzeyi, bütün bu alanlarda yaşanansorunların felaket boyutlarına taşındığını, bu gözlemlerle iç içe ele aldığımızda, toplumsal yapılanmalardaki kanserleşme tabirinin yersiz olmadığını görürüz. Özellikle başta I. Wallerstein olmak üzere günümüzün önde gelen sosyal bilimcileri ile tarihsel süreçlerde hiç eksik olmayan akıncı ‘barbarlar’ (barbarlık kavramı yeniden tartışılacaktır), sapkın mezheplerin mensupları, isyancı köylüler, ütopyacılar, anarşistler, en son feministler ve çığlıkları yükselen çevreci hareketler toplumsal bünyede vahamet arz eden kanserleşme tehdidine karşı bütüncül bir anlam kazanabilir. Hiçbir toplum; mevcut kent, orta sınıf, sermaye, iktidar, devlet ve iletişim aygıtlarındaki birikimleri uzun süre taşıyamaz. ‘Demir kafese’ sımsıkı kapatılmış toplum, kendi çığlıklarını sonuç alıcı düzeye taşıyamasa da ekolojinin günlük olarak S.O.S işareti vermesi sorunların kriz ve kaos boyutlarına ulaşmasının altında mevcut Merkezî Uygarlık Sisteminin yattığını gayet iyi açıkladığı gibi kaostan çıkışın da ancak köklü Tarihsel-Toplumsal kaynaklara bağlanmış ve günceli bu kaynakların mevcut hali olarak çözümleyen bir yaklaşımla gerçekleşir. Uygarlık ve devlet odaklı yaşamdan kopmak, gerileme değildir. Tersine doğadan ölümcül kopuşa yol açan, kan ve yalana dayalı şişirilmiş iktidar kişiliğinden vazgeçme, belki de en temelli sağlığa kavuşma imkânıdır. Hastalıklı toplumdan sağlıklı topluma, sıkboğaz, obez, çevreden kopmuş ve bir nevi kanserleşme olan aşırı şehirleşmiş toplumdan ekolojik topluma, tepeden tırnağa otoriter ve totaliter devletli toplumdan komünal demokratik ve özgür-eşit topluma doğru bir yöneliş söz konusudur. Geleceğin de ancak bu temelde Merkezi Dünya Demokratik Uygarlık Sistemi ile sağlanabileceğini iddia ediyoruz.
ALİ FIRAT
YORUM GÖNDER