ZİHNİYET DEVRİMİ VE POLİTİK GÖREVLER (3.BÖLÜM)
Batı’nın Doğu’ya Üstünlüğünde Rönesans ve Reform Devrimleri Bulunmaktadır
Grek yarımadasında, Doğu’nun mitolojik ve dini dogmalara dayalı zihniyetini aşan felsefeye dayalı yeni ve daha gelişkin zihniyet devrimi yaşanmaktadır. Felsefe ise mitoloji ve dini dogmaları, yani tanrıyı karıştırmadan evren, doğa ve toplumu yorumlamaktadır. Fakat bu dönemde de bu sefer toplum, özgürlük ahlakı, politika (demokrasi) eksenli zihniyet ile sınıf-iktidar-devlet eksenli zihniyet arasındaki çelişki ve mücadele felsefi boyutta sürmektedir. Sokrates, Zerdüşt’ün izinden giden bir ahlak filozofu olarak her şeyi sorgulamakta, sürekli sorular sorarak doğruya, hakikate ulaşmaya çalışmaktadır. Perikles ise ateşli bir demokrasi, özgürlük ve aktif yurttaşlık savunucusudur. Demokratios, atomik evren teorisini geliştirmektedir.
Daha başka birçok filozofun öncülük ettiği doğa, toplum, demokrasi, ahlak eksenli zihniyet durumuyla Platon’un “Devlet” eksenli (Platon, tanrının yerine ideaları koyarak devleti meşrulaştırmaya çalışmaktadır), Aristoteles’in sınıf (Aristokratik yönetimi savunur) eksenli zihniyet durumu arasındaki çelişki ve çatışmaların yoğunca yaşandığı bir dönemdir. Atina demokrasisi, demokrasinin ilk defa sistem haline geldiği dönem olsa da henüz köleci zihniyet dünyasının aşılamaması, kadının yurttaş sayılmaması, sınıf demokrasisi olması, temsili demokrasinin ağır basması gibi kusurları nedeniyle tüm topluma mal olmadığından sınıf ve devlet eksenli zihniyet ve yapılanmasına (Aristo’nun öğrencisi İskender darbesi) yenik düşer. Ama etkilerini Roma Cumhuriyeti’nde ardından Rönesans, Reform ve Aydınlanma devriminden günümüze dek sürdürür. Roma Cumhuriyeti de Atina örneğiyle benzer kusurları taşıması nedeniyle tüm topluma mal olamadığından Agustus darbesiyle tekrar imparatorluğa dönülür. İmparatorluk kendini köleci zihniyet ve Roma mitolojisiyle meşrulaştırmaya çalışsa da felsefe, Atina demokrasisi ve Roma Cumhuriyeti deneyimi ile aydınlanmış toplum nezdinde inandırıcı olamamaktadır. Çıplak zor ve baskıyla da krizi aşmak mümkün olmayınca imdadına Hristiyanlık yetişir.
Hristiyanlık resmi din ilan edilerek zihniyet krizi aşılmaya çalışılmaktadır. Başlangıçta 300 yıl boyunca Roma köleciliğine karşı bir toplumsal hareket olarak direnen Hristiyanlık resmi din haline gelip sınıf-iktidar-devlet eksenine kaydığından yozlaşma sürecine (Engizisyon) girecektir. Engizisyon, katı dogmatik düşünce kalıplarıyla özgür düşünce üzerinde yoğun bir baskı mekanizmasına dönüştüğünden zihniyet krizi daha da derinleşmektedir.
Yer yer sınıf ve devlet eksenli Aristo ve Platon felsefesine geri dönerek zihniyet krizine yanıt olma çabaları da sonuç vermemektedir. Ancak bunu yaparken dolaylı da olsa Aristo ve Platon dışındaki dönemin doğa, demokrasi ve özgür ahlak eksenli filozofların (Demokratios, Sokrates, Perikles vd.) görüşlerinin de öğrenilmesini, yeniden canlanmasını, daha gelişkin Rönesans, Reform ve Aydınlanma zihniyetinin doğuşuna kaynaklık etmesini de beraberinde getirmiştir. Kaldı ki bu süreç aynı zamanda Avrupa’nın hala neolitik kültür ve kabile toplulukları aşamasını yoğunca yaşadığı doğal toplumun özgürlük ruhuna tekabül ettiğinden Engizisyona karşı güçlü direnişin temeli olmuştur. Hristiyanlık aşısı Avrupa’da hala neolitik kültürün ağır basması nedeniyle tam tutmamıştır.
Rönesans, Reform ve Aydınlanma Devrimi düşünürleri, Engizisyon dogmalarına rağmen hapis (Roger Bacon 1220-1292, aykırı görüşlerinden dolayı 14 yıl hapis yatmıştır) ve yakılarak ölümü (Giordano Bruno 1548-1600) göze alarak ısrarlı bir biçimde otoriteden bağımsız özgür düşünce ve özgür doğayı savunmuşlardır. Onların açtığı yolda Grek filozoflarının yeniden canlanmasını ifade eden felsefi düşünüş ve öngörülerin deney ve gözlemle doğrulanması olan bilim yöntemine (Francis Bacon 1561-1626, Galileo Galilei 1564-1642) geçilmesi, bilimsel devrime yol açmıştır. Rönesans zihniyet devrimi bilim yöntemiyle kendinden önceki tüm mitolojik, dini ve felsefi zihniyetleri aşan, daha anlamlı gerçekçi, hakikate yakın evren, doğa, toplum ve insan yaklaşımı geliştirmekle üstünlüğünü her yönüyle kanıtlayacaktır. Batı’da felsefe ve bilimde bu gelişmeler yaşanırken, Doğu’da ise tersine İmam Gazali, saltanat-iktidar İslam’ı lehine ve toplum aleyhine bilim, felsefe ve içtihat kapısını tamamen kapatmaktadır. Ortadoğu bu nedenle hala kendi Rönesans, Reform ve Aydınlanmasını gerçekleştirememiştir.
Batı’nın Doğu’ya üstünlüğünün temelinde Rönesans, Reform ve Aydınlanma Devrimi yatmaktadır. Ama bu devrimin kapitalizmin ön aşaması ve zihniyet süreci olarak değerlendirilmesi liberalizmin propagandasıdır, gerçeklikle alakası yoktur. Bir kere burjuvazinin Rönesans süreciyle ne düşünsel (Toplumsal ve siyasal programı) ne de maddi bağı (para yardımı) söz konusudur. Rönesans sürecinin bilim insanları, felsefe ve edebiyat yapanları, sanatla uğraşanları zorlukla geçinen emekçi insanlardır. Yine Rönesans ütopyaları (Thomas More 1478-1535, Campenalla 1568-1639) bile kapitalist değil komünalisttir ve birçok yerde geçerli ve yaygın olan hayat tarzı hala komünaldir. Rönesans’ın insana saygıyı canlandırması, kendini bilinçlendiren, bilimle donatan bireyselliği güçlendirmekle onun kendisiyle birlikte etkide bulunduğu toplumunu da geliştiriyordu. Bu temelde Rönesans bireyi ile toplumu arasında birbirini besleyen simbiyotik bir ilişki vardır.
Bu bireyin/bireyselliğin de doğa ve toplum karşıtı kapitalist bireycilik olmadığı, tersine doğa bilgisi, sanat ve felsefeyle yüklü olduğu, barışçıl, doğal, eşit ve özgür bir toplum arayışında olduğu açıktır. Kuvvetler ayrılığı ilkesiyle despotik devlet geleneğinden gedikler açan Montesquieu’nun (1689-1755) kanunların ruhu adlı eseri, kanunların doğa ve toplumsal gerçeklikle uyumlu, bilimsel olması gereğine işaret etmektedir. J.J. Rousseau (1712-1778) ise toplum sözleşmesi kuramıyla devletin toplumsal sözleşmeye bağlı olması gerektiğini savunması, mutlak devlet iktidarının özgürlükler lehine sınırlanması temelinde demokratik anayasalara giden yolu açmıştır. Tüm bu doğa, toplum, demokrasi ve özgürlük eksenli gelişmelerin kapitalizmle alakası yoktur. Zaten 19. Yüzyılın sonuna kadar kapitalist toplum sisteminden de bahsedilemez. Sermaye birikimiyle uğraşanlar sınırlı olup, özellikle faizcilik ve tefecilikten ötürü toplumsal nefreti toplayan bir kesim olarak hala ahlaki yargıya tabidir. Kant’ın (1724-1804) ahlâkı, aynı zamanda bir özgürlük seçimi imkânı olarak yorumlaması adeta Zerdüşt’ün izini takip ettiğini göstermektedir. Yeni doğan kentlerde hâkim olan ruh da hala demokrasiden yanadır.
1640’taki İngiliz Devrimi ezici bir demokratik özellik taşımaktadır. Eşitliğe ve özgürlüğe ilişkin çeşitli ve oldukça güçlü kişisel ve kolektif anlayışlara rastlamak mümkündür. Burjuva devriminden ziyade halkçı bir devrimdir. 16. Yüzyıldaki İspanya şehir komünarları demokrat karakterlidir. Amerikan Devrimi’nin niteliği de açıkça özgürlükçü ve demokratiktir. 1789 Fransız Devrimi’nde komünistler dâhil birçok renk vardır. Yine Rönesans’ın bilimsel yöntem ve özgür düşünce devriminin ortaya çıkardığı bilimsel gelişmeler olmasaydı, Sanayi Devrimi’ne yol açan teknolojik gelişmelerden de söz edilemezdi. Bu temelde Rönesans zihniyetine (bilim yöntemine) sahip bilim adamlarının geliştirdiği icatların (1758-1791 tarihleri arasında gerçekleşen dokuma ve buhar makineleri, 1800’li yıllarda pancardan şeker çıkarma, biçerdöver gibi tarım teknolojisindeki gelişmeler, yine 1800-1830 arası yıllarda madencilik tekniğindeki gelişmeler gibi) ürünü sanayi devrimi de kapitalizme mal edilemez.
Kapitalizm ancak 1848-1871 devrimlerinin yenilgisinden sonra hâkim sistem haline gelebilmiştir. Burjuvazinin bu ana kadar bütün yaptığı, Rönesans zihniyet devrimiyle (bilim yöntemiyle) aşama kaydeden binlerce yıllık tarihsel toplum birikiminin ürünü sanayi devrimine yol açan icatlarını satın alarak kendi kâr ve sermaye gücünü artırma yönünde kullanma fırsatçılığıdır. Bu yolla kâr ve sermayesini olağanüstü artıran burjuvazinin sermaye gücüyle önce borçlandırarak kendine bağladığı daha sonra ele geçirdiği devlet ve iktidar gücüyle birlikte kurduğu bilim-sermaye-iktidar tekeliyle Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma Çağı’nın tüm bilimsel, felsefi ve sanatsal kazanımlarını kendi sınıf çıkarlarıyla uyumlulaştırıp özünden boşaltarak kendisine mal edecektir. İktidara ve sermayeye bağlanmış bilimin, bilimcilik (pozitivizm) tarzında saptırılmış karşıdevrimci rolünü bu süreçte daha iyi görmekteyiz.
Bilimi, bilimcilik biçiminde yeni bir din (pozitivizm) haline dönüştüren burjuvazi, din ve metafizikle mücadele adı altında aslında kendi en değme metafizik dinini (pozitivizm) oluşturmuş ve egemen kılmıştır. Üniversitelerde İngiliz ekonomi politiği, tarih boyunca ahlaki-politik toplumun kötü ve zararlı yargısına tabi tuttuğu hatta köleci ve feodal devlet yönetimlerinin bile hep kontrolde tuttuğu, ahlaki kaygılarla hâkim toplum sistemi haline gelmesini engellediği tüccar, tefeci, faizci, fırsatçı özellikleriyle aslında ekonomi olmayan, tarih boyunca ahlaki ve politik toplumun esas işi olan ekonomiyi tekeline alıp istismar eden tekelci kliğin Pazar karşıtı eylemini, ekonomiyi istismarını, devalüasyon, enflasyon, senet, borsa, para-faiz-finans oyunlarını ekonomi olarak yutturmanın teorisi olarak geliştirilir. Fransız pozitivist sosyolojisi ise sanki öz zihniyeti, öz ahlak ve politikası yokmuş gibi toplumu olgular yığını olarak yorumlayıp nesneleştirerek, özne rolü verdiği burjuvazinin her türlü sömürüsüne açar. Yine Rönesans’ın canlı ve coşkun özgür doğa anlayışı, kapitalist iktidar dönemiyle birlikte özne-nesne zihniyetinin inşasıyla azami kâr kanuna tabi nesne konumuna (Endüstriyalizm) indirgenir.
Hegel (1770-1831) felsefesi de birey ve toplumun nesneleştirilmesi, burjuvazinin tanrılaştırılmasını felsefi boyutta tamamlar. Yeryüzüne inen tanrı olarak kutsadığı ulus-devlet tanrısıyla bireyciliği burjuvazi şahsında (Napolyon’u yeryüzünde yürüyen tanrı olarak tanımlar) yeni tanrı (özne) ilan ederken, burjuvazi dışında kalan bireyleri ise ulus-devletin yeni kulu (nesne-vatandaş) olarak inşa etmektedir. “Birey ve toplum devlet (özünde burjuvazi) içindir” diyen Hegel felsefesi, devlet dolayısıyla burjuvazi karşısında birey ve toplumu yeniden hiçleştirmenin teorisi olur. Tıpkı Sümer rahiplerinin neolitik özgür doğa, ahlaki ve politik toplum zihniyetine karşı geliştirdiği zihniyet karşıdevrimini (kulluk-kölelik inşasını), burjuvazi de canlı doğa ve bilim yöntemine dayalı Rönesans devrimine karşı (Rönesans’ın bilimi yerine bilimciliği-pozitivizmi, bireyselliği yerine bireyciliği, demokratik, özgür birey ve toplumu yerine antidemokratik katı merkeziyetçi ulus-devletini ve yeni kulu vatandaşını, nesne proletarya-ücretli köleliğini, canlı doğa yerine kâr kanuna tabi cansız-nesne doğayı alt-üst eden endüstriyalizmi ikame ederek) gerçekleştirmiştir.
EMRAN EMEKÇİ
YORUM GÖNDER